6 Ağustos 1945 yılında Japonya’nın Hiroşima şehrine ve 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılan atom bombası, 2.Dünya Savaşı’nın kırılma noktası oldu. Tam da bugün 15 Ağustos’ta Japonya imparatoru Hirohito’nun ülkesinin teslim olduğunu ilan etmesiyle savaş sona erdi. Altı yıl boyunca süren savaşın sonucunda altmış beş milyona yakın insan öldü. Sadece Holokost döneminde, Avrupa’da iki milyona yakın yahudi çocuğun toplama kampında çalışırken hastalanması, çeşitli deneylere maruz kalması ve gaz odalarına gönderilmesi sonucunda hayatını kaybettiği biliniyor. Aradan yetmiş dört yıl geçmesine rağmen savaşta yakınlarını kaybedenlerin acıları hala tazeyken, İngiliz gazeteci Henry Noel Brailsford’un söylemiş olduğu “İnsan savaşın ne olduğunu, ancak bittiği zaman anlar.” sözüyle acı gerçekler bütün çıplaklığıyla karşımızda beliriyor. İşte tüm bu kanlı tarihe tanıklık edebilmek amacıyla sinemaya uyarlanmış, çocukların gözünden savaşın anlatıldığı en iyi 10 filmi sizler için listeledik.
La Vita e Bella (1997)
“Sessizlik, en büyük haykırıştır.”
“Hayat Güzeldir” anlamına gelen bol ödüllü filmin İtalyan yönetmeni Roberto Benigni aynı zamanda filmin başrolünde oynuyor. İtalyan bir yahudi olan Guido karakterini canlandıran yönetmenin gerçek hayattaki eşi Nicoletta Braschi ise filmde Guido’nun eşi Dora’yı canlandırmış. İtalya’nın bir köyünden şehre göç eden Guido’nun otelde garson olarak çalışmaya başlaması ve bir takım tesadüfler sonucunda hayalindeki kızla tanışmasının hikayesini izlerken diğer taraftan savaşın soğuk yüzünü görüyoruz İtalya’nın sokaklarında. Irkçılığın günden güne arttığı İtalya’da nazilerin yahudileri işaretleyerek Guido ve ailesinin de içinde bulunduğu binlerce yahudinin toplama kampına götürülmesini ve korkunç işkencelere maruz kalan yahudilerin hayatta kalma mücadelesini izliyoruz. Guido’nun oğluna yaşanılanları bir oyun gibi sunmasıyla mizahla karışık harika bir dram filmi ortaya konulmuş.
Grave of the Fireflies (1988)
“Neden ateş böcekleri bu kadar çabuk ölmek zorunda?”
Orijinal ismi “Hotaru No Haka” olan Japon filmi, anime tarzında yapılmış olmasıyla diğer savaş filmlerinden ayrılıyor. Akiyuki Nosaka’nın otobiyografik tarzda kaleme aldığı öyküden uyarlanan filmde kısaca, 1945 yılında Kobe’de yaşayan bir ailenin savaş sebebiyle dağılması ve iki kardeşin dramı konu ediliyor. Atom bombalarının düştüğü şehirde kardeşiyle birlikte yaşam mücadelesi veren Seita’nın hayat hikayesini izlerken gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız.
Elveda Çocuklar (1987)
“Günahlara karşı günah işlemeyin.
Eğer düşmanın açsa besle onu.
Eğer susuzsa içir.”
Fransız yönetmen Louis Malle’nin kendi çocukluğundan kaleme aldığı bu film, en iyi senaryo, en iyi yönetmen ve en iyi film dalında kazanılan César Ödülleriyle 1988 yılına damgasını vuruyor. Fransa’da yatılı bir okulda rahiplerin yardımlarıyla gerçek kimliğini saklayarak okulda kalmayı başaran üç yahudi çocuğun başlarına gelenler anlatılıyor filmde. Aralarından Jean Bonnet isimli yahudi çocuğun, gerçekte Jean’in kim olduğunu bilmeyen sınıf arkadaşı Julien ile başlarda pek anlaşamasalar da zamanla bu ikilinin arasında gelişen dostluğuna odaklanılıyor. Peki bu arkadaşlık uzun sürebilecek mi?
Empire Of The Sun (1987)
“Bugün yeni bir kelime öğrendim. Atom bombası. Gökyüzünde beyaz bir ışık gibiydi. Tanrı fotoğraf çekiyormuş gibi.”
James Graham Ballard’ın ikinci dünya savaşında çocukluk yıllarındaki yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı, aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan filmin yönetmeni Steven Spielberg. Başrollerini Christian Bale ve John Malkovich’in paylaştığı bu filmde, savaş sırasında Şanghay’da ailesini kaybeden Jim isimli çocuğun ailesini arayışı ve savaşta atılan atom bombasıyla birlikte kaybolan masumiyetinin öyküsü anlatılıyor. Filmin anlatısında yer alan sürrealistik ögelerle mükemmel bir görsel şölen sunuluyor izleyicisine.
Ivan’ın Çocukluğu (1962)
— Uzağa mı gidiyorsun?
—Evet.
—Doğru. Bugünlerde herkes uzaklara gidiyor.
Sovyet yönetmen Andrey Tarkovski’nin ilk uzun metrajlı filmi. Yazar Vladimir Bogomolov’un “Ivan” isimli öyküsünden sinemaya uyarlanan film, siyasi baskılar nedeniyle kısa süre gösterimde kalabildi. Venedik Film Festivalinde Altın Aslan ödülüne layık görülen imgelerle dolu bu filmin konusuna gelirsek: Sınırda asker olan babasını kaybetmiş olan Ivan, köylerine gelen nazilerin annesini ve kız kardeşini öldürmesiyle yapayalnız kalır. Sürekli bir kaçış öyküsüne yer verilen filmde, Ivan’ın kendisini koruyan subaylardan bile kaçtığı görülür. Askeri okula gitmek istemez fakat Kızıl Ordu için casusluk yapar. Yaptıklarının oyun olmadığının bilincinde olan Ivan her an ölümle yüz yüzedir. Her şeyini kaybetmiş olsa da gerçeklikle iç içe geçmiş düşlerinde, yaşayamadığı çocukluğunun ve geçmişinin intikamını almaya çalışmasının izleri görülür.
Çizgili Pijamalı Çocuk (2008)
—Bu haksızlık. Ben burada tek başımayım, sense orada bütün gün arkadaşlarınla oynuyorsun.
—Oynuyor muyum?
—Şu numara. O bir oyunun parçası değil mi?
John Boyne’nin aynı adlı romanından uyarlanan Abd yapımlı bu filmde, İkinci Dünya Savaşı’nda babası Alman subayı olan sekiz yaşındaki Bruno ile Auschwitz kampında esir olan yahudi bir çocuğun hikayesi anlatılıyor. Evlerinin yakınlarında oyun arkadaşı bulamadığından etrafı keşfe çıkan Bruno, tellerle çevrilmiş o yeri keşfettiğinde gördüklerinin tam olarak ne anlama geldiğini bilemeyecek yaştadır. Tellerin öbür tarafında tanıştığı Shumel ile arkadaş olurlar. Fakat Bruno arkadaşının kaldığı tarafı ve orada neler yaptıklarını merak etmektedir.
Land Of Mine (2015)
—Size yalan söyledim.
—Biliyorum, komutanım. Ama böylesi daha iyi komutanım.
—Böylece mayınları temizliyoruz ve bir gün eve dönebiliriz. Bir ihtimal…
Danimarka ve Almanya ortak yapımı olan film gerçek hayatta yaşanılanlardan esinlenerek oluşturulmuş. Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle, Danimarka kıyılarına döşenmiş olan mayınların temizlenmesi için binlerce Alman esiri görevlendirilir. Kıyılar güvende olana kadar mayınların yok edilmesi göreviyle her gün ölümle dans eden çocukların tek bir umudu vardır. Bir gün tekrar eve dönebilmek…
Savaşın Gölgesinde (2012)
—Dönmeyeceksin, değil mi?
—Kim olduğunu asla unutma.
Führer’ini kaybeden Nazi Almanya’sında, anne ve babası partizan olan çocukların gözünden izliyoruz bu kez savaş yıllarını. Filmin orijinal adı olan “Lore” ailenin en büyük çocuğudur. Anne ve babasının öldürülmesiyle birlikte dört kardeşini de alarak evden ayrılır. kendileri için daha güvenli bir yer olan büyükannelerinin evine gitmek isterler. Uzun bir yolculuğa çıkmak zorunda kalan Lore, savaşın gerçek yüzünü keşfedecektir. Karşılarına çıkan gizemli bir yahudi onlara bu serüvende eşlik eder. Yahudilere karşı büyük bir nefret propagandasıyla yetiştirildiği için sürekli bir iç çatışma halinde olan Lore bu yabancıya güvenebilecek midir?
Brest Kalesi (2010)
“Ne olduğunu bilmiyordum. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum.
Bildiğim tek bir şey vardı. Sabaha kadar beklemeliydim.”
1941 yılında Alman askerlerinin Brest Kalesine taarruz etmesiyle Sovyet Rusların kahramanca direnişini anlatıyor. Tarihsel gerçekliğe dayanan filmde bolca çatışma sahnesi görmek mümkün. Bu bakımdan gerçek savaş filmi izlemek isteyenler için en ideal film diyebiliriz. Filmin baş karakteri Sashka Akimov, savaşta yaşanılanları yıllar sonra hafızasında hala dün gibi hatırlayarak anlatır.
The Book Thief (2013)
—Yaşadıklarımızın anlamın neydi, hiç bilmiyorum.
Onun başından geçenlerin. Bizim yaptıklarımızın.
—Sadece insan gibi davrandık.
Avustralyalı yazar Markus Zusak’ın aynı adlı romanından sinemaya aktarılan filmin kadrosunda Emily Watson ve Geoffrey Rush olmak üzere iki önemli isim bulunuyor. Ölüm meleği olan Azrail’in hikayenin anlatıcısı olduğu bu filmin konusuna gelirsek, komünist bir ailenin kızının da onlarla aynı kaderi paylaşmasını istemeyen aile onu Alman bir ailenin yanına verir. Nazi Almanya’sında yaşamak zorunda kalan kızın üvey anne ve babasından başka kimsesi kalmamıştır. Liesel’in bu hikayesine sonradan okul arkadaşı Rudy ve soykırımdan kaçan Max adında yahudi bir genç katılır. Kitaplara olan merakı yüzünden Max ile olan arkadaşlığını dahası onun varlığını saklamak zorunda kalmasıyla büyüklerin dünyasında işlerin hiç de kolay olmadığını görür.
Dipnot: Yahudi soykırımının yaşandığı yıllarda Avrupa’da görev yapan Türk Diplomatları binlerce yahudiye Türk pasaportu vererek onları Nazi zulmünden kurtarmış oldu. Burak Arliel’in 2011 yılında yönetmenliğini yaptığı “Türk Pasaportu” adlı belgeselinde Türkiye Cumhuriyeti himayesinde Türkiye’ye getirilerek hayatları kurtulan yahudi ailelerin hikayeleri anlatılıyor. Belgesel ilk olarak Cannes Film Festivalinde gösterime sunulduğunda Avrupa’daki kahraman diplomatlar için Türkiye’nin Schindler’i benzetmesi yapılmıştır.
Kaynakça: beyazperde.com
Anonim (16 Mayıs 2011). Yahudileri Kurtaran’Türk Pasaportu’. T24.com