İngiliz yazar George Orwell tarafından 1947 – 1948 yılları arasında yazılmış olan kitap günümüz distopik romanlarının başında gelir. Yazar George Orwell bu romanı yazarken İskoçya’da verem ile boğuşmaktadır. Rus yazar Zamyatin’in Biz isimli eserinden esinlenilerek yazılan kitap ilk basımında “Avrupa’daki Son Adam” ismi ile yazılır ancak sonrasında ismi yayıncısı tarafından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört olarak değiştirilir.
Kitap, başlangıçta sosyalizm karşıtı olarak suçlanır ancak George Orwell yaptığı bir açıklamada Britanya İşçi Partisi‘ne dair herhangi bir kastı olmadığını, merkezileştirilmiş ekonominin meydana getirebileceği bozukluklara değindiğini açıklar.
Romanda totaliter bir merkezi tek parti yönetiminde gerçekleştirilen korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayat manipüle edilir. Bu manipülasyona karşı koymaya çalışan biri olan Winston’ın önce sistemden kurtulma ardından da sisteme bağlanma öyküsü detaylı bir biçimde anlatılır. Okurken kendinizi Winston yerine koymaktan alamasanız da başına gelenler gerçekten kötüdür.
Günümüzde yaşadığımız bazı şeyler, bizlere 1984 romanındaymış hissi verir. Bu romanı okurken hissettiklerimize benzer şeyler duymamıza neden olan bazı kitapları sizler için derledik. Keyifli okumalar.
Fahrenheit 451 – Ray Bradbury

“Gözlerini merakla doldur ve sanki on saniye sonra ölecekmiş gibi yaşa…”
Ray Bradbury, çağımızın en üretken yazarları arasında yer alır. Hugo En İyi Roman Ödülü ile Prometheus Şeref Kürsüsü Ödüllerini alan Fahrenheit 451, 1953 yılında yazılmıştır. Mergaret Atwood tarafından da yazılmış en iyi bilim kurgu romanı olarak tanımlanmıştır.
Bir itfaiye eri olan Gay Montag’ın görevi yangın söndürmek değil tespit edilen kitapları ve kitaplıkları yakmaktır. O zamanki dünyada kitap okumak suçtur. İnsanları düşünmeye sevk edecek her fiil yasaktır. Evlerde duvarları kaplayan ve günün her saati açık olup insanları hipnotize etmeye yarayan televizyonlar vardır. Bu televizyonlar sayesinde insanlar düşünmekten uzak tutulup kendilerine ne öğretilirse o doğrularla yaşamaya sevk edilir.
Montag bir gün komşusu tarafından sorulan “Mutlu musun?” sorusu ile düşünmeye başlar. O vakte kadar televizyonlarda ve kendisine verilen eğitimde düşünmemeleri salık verilmiştir. O da düşünmeden yalnızca kendisine söyleneni yapmıştır. 1984 romanında olduğu gibi düşünmekten yoksun, tek tipleşmiş bireyleri yönetmek her zaman en kolayıdır. Bu kitapta da kitap okursa düşünmeye başlar diye halkın kitap okuması yasaklanmış, mutlu olduklarını düşündükleri yaşantılarını sürmeye devam etmişlerdir. Ta ki kitabın asıl kahramanı ve birkaç “düşünen” insan bu sorunun üzerine eğilene kadar.
Damızlık Kızın Öyküsü – Margaret Atwood

“Acı insanda iz bırakır, ama görülmeyecek kadar derinde.”
Margaret Atwood, yakın tarihin en onur duyulan kurgu yazarları arasında gösterilir. Altı yaşında yazmaya başlayan yazar, on altı yaşına geldiğinde yazar olmaya karar verir. Bundan sonraki yaşamını da buna göre düzenler. Damızlık Kızın Öyküsü romanı ise yazar tarafından kaleme alınan feminist bir distopyadır.
Askeri bir darbe sonrasında Gilead Cumhuriyeti’nde meydana gelen olayların anlatıldığı romanda doğurganlık yeteneği olan kadınlar, damızlık olarak kullanılarak ülkenin nüfus artışı sağlanmak istenir. Ancak bu sırada kadınlar hiçe sayılarak sadece doğurganlık özellikleri üzerinden değerlendirilir. Doğurganlık özelliği olduğu bilinen kadınlar, yönetimde yer alan komutanların evlerine yerleştirilir ve tek görevleri bu eve evlat vermektir. Hiçbir bireysel duygu ve düşünceye yer verilmez. Görev bellidir, bunun dışına çıkmak ise mümkün değildir. 1984’te de duygusal yaklaşımlara, insanların insancıl iletişimlerine izin verilmediği anlatılır. O yüzden bu kitapta da tıpkı onda olduğu gibi duygusuz bir dünya okunuyor. Ancak kitabın sonlarına doğru aslında sistemi onaylayanların bile duygusal açlık çektiği ve bunun için kuralları kendileri için esnettiği görülüyor.
Biz – Yevgeni İvanoviç Zamyatin

“Çiçek açmak bir hastalık değil midir? Filiz yarılarak açıldığında canı yanmaz mı?”
Yevgeni Zamyatin, 1884 yılında Rusya’nın Tambov şehrinde doğar. 1920 yılında yazdığı “Biz” adlı romanı Batı edebiyatında ilk ütopya karşıtı roman olarak anılır.
Bir gün farklı şeyler düşünmesi ve hissetmesi yasak olan bir halka gelecek bir geminin müjdesi verilir. Gemi mutluluk taşımaktadır ve halk bu mutluluktan yararlanabilecektir. Haberin ardından beklenen geminin baş mühendisi D – 503’ün konu ile ilgili düşüncelerine geniş bir yer verilir. Bu toplumda her şey matematikten ibarettir. Halk farklı şeyler düşünemez çünkü tek bir doğru vardır. Evlerin tamamı camdan yapılmıştır. Böylece herkes birbirini görebilmektedir. Herkes aynı kıyafetleri giyer, aynı anda yatar ve aynı anda kalkar. Neredeyse tüm distopyalarda olduğu gibi tek tipleştirilmiş insanlar burada da başroldedir. 1984’ten farklı olarak burada mutluluk ve hayal kurmanın getirdiği heyecan gibi duygulara izin verilse de tekdüze bir yaşantı ve kuralların varlığı genel olarak insanları duygusuzlaştırıyor. Birkaç duyguya izin verilse ne olur, verilmese ne olur demek daha doğru olur. Bu kitap için içine bir miktar duygu katılmış bir distopya dense yanlış olmaz.
Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley

“Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir.”
1884 yılında doğan Aldous Huxley, en ünlü eseri olan Cesur Yeni Dünya’yı 1932 yılında yayımlar. Huxley kitabını yazdığı dönemde derin bir umutsuzluk içerisindedir. Bu nedenle geleceğe büyük bir kötümserlikle bakar. Bu ruh hali de yazdığı kitaba sirayet eder. Bu kitabı yazmadaki asıl amacı ise Tanrılara Benzeyen İnsanlar’ı ve California dünyasını yermek olduğu söylenir.
Cesur Yeni Dünya kitabı, Orwell’in 1984 romanı ile birlikte anti – ütopya kategorisinde akla ilk gelen romanların başında gelir. Kitap F. S. 632’de İstikrar yılında geçer. Kitapta geçen milat Henry Ford’un dünyanın temelini oluşturan üretim bandını yaratmasıdır. Romanda sık sık “Fordumuz”, “Ford aşkına” gibi sözlerin kullanılması Ford’un tanrısallaştırılmasının en belirgin örneğidir.
Dokuz Yıl Savaşları’ından sonraki büyük ekonomik sıkıntıdan sonra kurulan Cesur Yeni Dünya’nın sloganı Cemaat, Özdeşlik ve İstikrardır. Yönetenler bu üç ilkenin devamlılığını sağlamak adına bilimsel yöntemlerle devrimi yürütür.
Kitapta anlatılan devletin adı Dünya Devleti’dir ve bütün yurttaşlar mutludur. 1984 romanında olduğu gibi şartlandırmalar üzerinden ilerleyen bir roman. Yine bu dünyada yaşayan insanlara bir miktar duygu hakkı verilse de aslında yalnızca yöneticilerin istediği şeyleri hissedebilmektedirler. Kendilerine verilen haplar sayesinde uyuşturulup düşünmekten kurtulurlar. Sadece cinselliklerini sonuna kadar yaşayarak mutlu olmaları ve kendilerine verilen görevleri yerine getirmeleri beklenir. Aslında düşününce ne kadar kolay bir yaşam. Sana sunulanları yaşa, geç.
Otomatik Portakal – Anthony Burges

“Bugünlerde kitap okuyan birini görmek gerçekten göz yaşartıcı…”
Bu kitap Anthony Burges‘in en iyi eserlerinden biri olarak nitelenmektedir. 1960’lı yıllarda yaşanan modernleşme ve değişim sancılarını yansıtarak bireylerin ne kadar özgür veya ne kadar kilit altında tutulması gerektiğini sorgular.
Kitapta işlediği suçlar nedeniyle tutuklanan bir gencin, bilim adamları tarafından suç karşıtı bir deneyde kullanılması anlatılır. Bu genç ne kadar kötü görüntü varsa bunlara maruz bırakılır ve iyi biri olmaya şartlandırılır. Deney sonunda suç işlemek istese bile şartlandırıldığı düşünceler nedeniyle artık suç işleyememektedir. Tıpkı 1984’te olduğu gibi bireyin karar alma mekanizmasındaki özgürlük elinden alınmış tek tipleştirmeye giden yol açılmıştır.
Neredeyse tüm distopya romanlarında insanlar tek tipleştirilip düşünceden ve sorgulamadan uzaklaştırılıyorlar. Bunun için de kitaplardan uzak, telkin yöntemlerine bağlı bir biçimde toplumlar uyuşturuluyor. Bu telkin yöntemleri bazı kitaplarda tüm gün açık olan televizyonlar, kimi kitaplarda çocukluktan itibaren uygulanan şartlandırmalar, kimi kitaplarda da özel ameliyat teknikleri ile onları düşünce ve duygulardan arındırmak olarak karşımıza çıkıyor. Distopik romanlarda yer alan yönetimlerin her daim istediği de bu. Sorgulamadan kabul eden ve bunun normal olduğunu kabul eden toplumlar.


