Zülfü Livaneli Eserlerinde Mardin

Editör:
Sinem Aykın, Beyza Yaman
spot_img

Biliriz ki bizler mekândan ve zamandan bağımsız olamayız; olsak da bunu uzun zaman sürdüremeyiz. Biz zamana ve mekâna bu kadar bağlı ve bağımlı iken sanatın bağımsız olması mümkün müdür sizce? Güzel Satık’ın da bahsettiği gibi mekân, anlatılanların gerçekleştiği fon veya sahne olarak kullanılır. Her sanat eseri gibi roman da mekândan ve dönemden ayrılmaz bir bütünlük içinde yazarın kaleminin gücüyle bizlere sunulur. İçerisinde doğulan coğrafya, karakterlerin kişilik özelliklerini, kimliklerini, sosyal, kültürel ve ekonomik durumlarını belirler ve karakterin gelişimi de bunlar üzerine oluşur. Diğer birçok sanatçı ve yazar gibi Ömer Zülfü Livaneli de eserlerini dönemden ve coğrafyadan bağımsız yansıtamamıştır. Mezopotamya’dan ve Ortadoğu’dan kopamamış, eserlerinde bölgenin yaşadıklarına ve yaşayamadıklarına her eserinde yer vermiş, besteleriyle toprakların sesi olmuştur. Kadim Şehir Mardin kültürel ve tarihsel zenginliği ile bu şehirlerin başında gelmektedir. Mardin’in çok dinli ve uluslu yapısı yazarın her karakterinde farklı kaderleri ele alabilmesine, göçün, dinlerin ve törelerin farklı yönlerini bizlere sunmasına yardımcı olmuştur.

Zülfü Livaneli Kimdir?

Zülfü Livaneli | gazetekadikoy

Türkiye tarihinde hem siyasette hem de sanatta adını tüm dünyaya duyurmuş bir yazar, müzisyen ve yönetmen olan Ömer Zülfü Livaneli, 1946 yılında dünyaya gelmiştir. 1971 yılındaki darbe sonrası sürgün edilerek Atina, Stockholm, Paris ve New York’ta yaşamış ve bu şehirlerde birçok sanatçı ve entelektüel ile tanışma fırsatı bulmuştur. On üç yıllık sürgünün ardandan edindiği dünya görüşü ile 1984 yılında Türkiye’ye dönmüştür. 2000’li yıllardan itibaren tüm dünyaya toplumsal ve tarihi olayları, göçler ve savaşların etkilediği insanların yarım kalan duygularını birçok romanında konu edinmiştir. Dünyanın önde gelen eleştirmenlerinden de övgüyle karşılanan bu eserler ülkemizde on milyondan fazla satmıştır.

Livaneli yazar kimliğinin yanı sıra dört yüzden fazla şarkı ve film müziğinin bestecisi ve söz yazarıdır. Türk ve yabancı pek çok yorumcu tarafından birçok dile uyarlanmış ve Berlin, Londra, Moskova gibi dünyaca ünlü senfoni orkestraları tarafından icra edilmiştir. “Leylim Ley” eseri bugüne dek üç kıtada onlarca dilde okunmuş ve yüzlerce kez aranje edilmiştir.

1999 yılında İtalya San Remo’da Prendo Luigi Tenco- En lyi Bestect Ödülü’nü,
44. Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi film müziği ödülünü “Mutluluk” ile almıştır.
Bu eserle, kültürel ve toplumsal sorunları yansıtışı, siyasal duruşu ve dünya barışına katkıları Livaneli’yi 1995 yılında UNESCO İyi Niyet Elçisi olarak atanmasını sağlamıştır. 2016’da bazı siyasal sebeplerle bu görevinden istifa eden başarılı sanatçı, yirmi ikinci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği ve Avrupa Konseyi’nde siyasi duruşunu resmileştirmiştir.

Livaneli 2014 yılında Fransa’nın en yüksek askeri ve sivil nişanı olan Legion D’Honneur‘a layık görülmüş ve Türkiye’nin birçok şehrinde adına çeşitli kültür merkezleri, müzeler inşa edilmiştir. Hâlâ ülkemizin ve dünyanın çeşitli yerlerinde konserler ve konferanslar vermektedir.

Zülfü Livaneli ve Türkiye

Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal | oggito.com

“İnsanın her türlü hikâyesi, belli bir zamanda, belli bir bölgede, belli koşullar içinde yasanmıştır. Ve ancak o dönemle, o koşullarla kavranabilir.” sözüyle Livaneli, sanatın mekân ve zamanla ayrılmaz bütünlüğünü belirtmiştir.

Türkiye, Avrupa ve Asya’nın köprüsü olarak her dönemini zorlu geçirebilme potansiyeline sahip olan bir konumda. Doğu’dan ya da Batı’dan gelen esinti bizden geçmeden başka diyarlara ulaşamamakta ve bu durum da sadece siyasette ve tarihte değil aynı zamanda sanatımızın ve kültürümüzün her alanında kendine yer bulmaktadır. Bitmek bilmeyen savaşlar, dolayısıyla da zorunlu göç ve mülteci sorunları, töreler ve katliamlar, ekolojik yıkımlar ve laiklik tartışmaları her dönende ülkemizin başlıca gündemleri olarak devam etmektedir.

Döneminin diğer sanatçıları gibi Livaneli de bu sorunlara eserlerinde de kayıtsız kalmamış, kalemi ve sesiyle toplumum her kesimine ayna tutmuştur. Sürgünler, göçler, yarım kalan sevdalar, çevre sorunları her eserinde rastlayabileceğimiz konulardandır. 1971 yılında yaşadığı sürgünü, ömrü memleket hasretiyle geçen ile Nâzım Hikmet’e atfettiği vatan hasretiyle dolu besteleri, Ege kıyılarındaki ekolojik yıkımları ve göçü ele aldığı “Balıkçı ve Oğlu”, Abdülhamit’in tahtan indirilişi ve dönemin gelgitlerini konu alan “Kaplanın Sırtında”, Ankara’da geçen anılarıyla oluşturduğu, edebiyat tutkunluğu ile başlayıp Avrupa’ya yolculuğunu “Sevdalım Hayat”, bir profesör ve üniversite çalışanının İstanbul’da dünya tarihine ve kendi köklerine kadar uzanan hikayesini aşkın ve dostluğun her açısından kaleme aldığı “Serenad” ile Mardin’in taşlı, dar sokaklarında geçen yarım kalan bir aşk hikayesini ağıtlar ile ilmek ilmek sunduğu “Huzursuzluk”

Huzursuzluk’a Kısa Bir Bakış

İbrahim’in çocukluk arkadaşı Hüseyin’in vefat haberini almasıyla beraber Mardin’e memleketine geri dönmesiyle başlıyor hikâyemiz. Sessiz sakin kendi halinde biri olarak bildiği Hüseyin’in Amerika’da İslam karşıtı saldırılarda vahşice öldürülmesine ne diğer arkadaşları ne de İbrahim inanmamaktadır. Hüseyin’in hikâyesinin peşine düşen kahramanımız, Hüseyin’in sağlık fakültesinden mezun olduktan sonra göçmen kamplarına giderek orada ihtiyacı olanlara yardım ettiğini ve bir kıza aşık olduğunu öğrenir. Hüseyin, bu kıza olan hisleri yüzünden nişanlısı olan Safiye’den ayrılmak istediğini söyler. Töreler ve aileler ne kadar karşı gelse de Hüseyin nişanı bozar, her şeye rağmen aşkına sahip çıkmak ister. Meleknaz‘ı ve onun görme engelli bebeğini bir gün çat kapı eve getirir. Annesi ve kız kardeşinin kabullenmesi imkansız görünür ama zamanla Hüseyin için kızın evdeki varlığını kabul ederler. Ta ki bir gün Meleknaz’ın marul görmesiyle çocuğunu dahi fırlatıp kaçtığı güne kadar.

Şehrin geçmişten beri saygı içinde yaşadığını düşündüğümüz insanlarından beklemek istemediğimiz bir tavırla Hüseyin’in annesi ve komşuları Meleknaz’ın kimliğinden şüpheliye düşer, evin ve avlunun her yerine marul asarlar. Çünkü Ezidilerde marul haramdır ve uğursuzluk getirir inancını bilirler. Meleknaz evin her yerinde, gözünün değdiği her köşede bu yasaklı bitkiyi görünce eve bir daha dönmemek üzere kaçar. Sevdiği kadının evden gittiğini duyan Hüseyin dere tepe, çöl kurak demeden Meleknaz’ı arar. Bölgede bulunan Işid destekçilerine denk gelince de Hüseyin’i tehdit eder ve kadını onlar bulduklarında öldürecekleri söylerler. Hüseyin’in hiçbir şansı kalmamıştır ama bütün engellere rağmen devam eder aramaya.

Mardin’de bulunan bir göçmen kampı
Mardin’de bulunan bir göçmen kampı | Anadolu Ajansı

İbrahim göçmenlerin kamplarda maruz kaldıkları zor koşulları, ülkelerine olan hasretlerini, kamp dışında da köle olarak satıldıklarını öğrendikten sonra Hüseyin’in değil de Meleknaz‘ın peşine düşer. Mardin’de kampları tek tek gezmeye başlayan anlatıcımız Angelina Jolie’nin katıldığı bir etkinlige görevli gazeteci olarak gönderilir. Burada, doğduğu coğrafyanın ve dönemin etkisini hiç görmediği fakat hikâyesine aşina olduğu Meleknaz ile yüzüne aşina ama hikâyesini bilmediği Angelina ile karşılaştırır. Yurtlarını, inançları ve yaşayışlarındaki farklılıklar yüzünden terk edip kamplara sığınanlar ve onları ziyaret edenler arasındaki yaşam uçurumunu İbrahim burada fark eder ve dünyanın farklı coğrafyalarında sunulanın her bir toplumun kökleriyle büyüyen ve genişleyen bağını çeşitliliğini görür. Meleknaz’ın hikâyesi tam bu kamptakilerin anlatılarıyla gün yüzüne çıkar. İbrahim, Meleknaz’ın köle olarak defalarca satıldığını öğrenir. En son satın alan kişinin de Ezidi olması ve sahip çıktığı köleleri özgür bıraktığını öğrenir. Bu özgürlük onları Türkiye’ye yönlendirir ve gece gündüz hiç durmadan kamplara varmaya çalışırlar. Yolun zorlukları bir yana bir de Işid zulmünden saklanmaya çalışarak kamplara varırlar. İbrahim, Meleknaz’ın bu yolculukta bir de ablasını kaybettiğini ve son sözlerinin “Ben de bir insandım,” olduğunu gözleri yaşlı bir şekilde dinler. Hüseyin’in onu bulmasiyla bebeğiyle İstanbul’a kaçan Meleknaz’dan bir daha haber alınamaz. Ardında bıraktığı sevdalısı, Işid tarafından tehdit edilip mahallede kıstırılınca abisi onu Amerika’ya gelmesi konusunda ikna eder. Hüseyin, kalbini bıraktığı Mardin’den Amerika’ya gider ve maalesef orada İslam karşıtları tarafından domuz kanı sürülen bir bıçakla katledilir. Livaneli, Hüseyin’in ölümünü şöyle özetler: “Mardin’de ölmüş ama son nefesini Amerika’da vermiş.”  

Livaneli ve Mardin

Mardin Manzarası
Mardin Manzarası | iStock

Tüm Mezopotamya şehirleri gibi Mardin de tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve birçok kültürün bir arada yaşamasına imkan sağlamıştır. Başta İslamiyet, Hristiyanlık, Musevilik olmak üzere dinleri; Artuklular, Sümerler, Akadlar, Babiller ve Asurlular gibi birçok uygarlığın hüküm sürdüğü bu kadim şehir, her birinin izlerini dört bir yanına kazımıştır.

Bugün hala Süryani Hristiyanlar tarafından aktif bir ibadethane olarak kullanılan dünyanın en eski din yapılarından biri olan Mor Gabriel Manastırı, şehrin taş yollarından çıktığınız her tepede görülebilen Ulu Cami, Doğu Roma döneminde kurulduğu düşünülen ve izleri bugüne kalmış Dara Antik Kenti, Süryani Ortadoks Cemaati’nin önemli din merkezi olan Deyrulzafaran Manastırı gibi mimari yapılar kentin inanç bakımından zenginliğinin kanıtıdır. Bu dinlerin getirdiği gelenek ve töreler, kendi dillerinde şekillenerek kutsal kitapları ve öyküleriyle nesilden nesile aktarılmış, dil ve iletişimsel açıdan da kenti çeşitlendirmiştir.

Mor Gabriel Manastırı
Mor Gabriel Manastırı | iStock

Livaneli de bu tarihsel ve toplumsal zenginliği Huzursuzluk romanında her karakterinin yaşam öyküsüyle bizlere sunmuştur. Meleknaz ve onun yol arkadaşlarıyla Ezidilerin tarafından aktarılır olay örgüsü. Göçlerle dağılan hayat bağlarını, kaybettiklerini ve insanlık ağacının kırılmış dalları gibi hiçbir yere bir daha aynı şekilde ait olamadıklarına şahit oluruz. Dillerinin farklılığının onları toplumdan uzaklaştırdığını, inançlarının ve kimliklerinin değersizleştiğini sadece okyanus aşırı göçlerle değil bazen de bir ince sınır ile ortaya çıktığını görürüz. İbrahim‘in Mardin’de değil de İstanbul’daki hayatının bile yaşam öyküsünde oluşturduğu farklı dünyayı Livaneli bizlere romanı boyunca gizli bir mesaj gibi hissettirir. Bir şehrin değişmesiyle İbrahim, birlikte büyüdüğü Hüseyin‘in yazgısına hikâye anlatıcısı olarak ancak bir ziyaretçi sıfatıyla dahil olmuştur.

Cami ve kilise bir arada | iStock

Her medeniyetten izler bulacağımız bu kadim şehir yıllar boyu farklı dillerde binlerce hikayeye ev sahipliği yapmıştır. Livaneli, Mardin’in bu zenginliğini romanıyla bizlere aktarırken bu medeniyetlerin ve dinlerin sadece zamanlarının insanlarına değil; nesiller sonra bile anlatılacak hikâyelere, söylenilecek türkülere ana tema olacağını hissettirmiştir. Sonuçta bir gün Meleknaz’ın çocuğunun da yaşamını dinleyeceğimiz şarkılar veya okuyacağımız romanlar olacaktır.

Livaneli her ne kadar kurgulu bir anlatım kullanarak romanını yazsa da kentin ve zamanının sorunlarını eserinin her sayfasında ilmek ilmek işlemiştir. Her karakterde gerçeklerin farklı gözlerde anlatırken kaderimizi en çok etkileyeninin doğduğu coğrafya, yaşadığı mahallesi, ilk kahkahalarını attığı evi olduğunu görürüz. Mardin’in Ortadoğu ve Güneydoğunun kalbinde yer alması yazılan her anlatıda, söylenilen her türküde kendi kimlikleri ve inançlarıyla var olmaya çalışan insanların hikâyelerine çeşitliliği ile öncü olmuştur.


Kaynakça:

  • “Ö. Zülfü Livaneli.” Zülfü Livaneli Kişisel Web Sitesi. Web. 17.03.2025.
  • “Mardin Tarihçesi.” T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mardin İl Başkanlığı. Web. 17.03.2025.
  • Satık, Güzel. “Zülfü Livaneli’nin Romanları ve Romancılığı”. Mekan, syf. 76, 2015, Aydın
  • Livaneli, Ömer Zülfü. “Huzursuzluk”. Ocak, 2017.
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.