“Ne kadar delirmemi istiyorsun?” diye sorar Asil, peşine takılmış ölü adama; cevap ise basittir: “Beni anlayabilecek kadar.”
Dünyadan bıkmış; defolup gitmek, yok olmak isteyen, intihar düşünceleriyle kıvranan kahramanımıza musallat olmuş bir hayalettir, ölü adam. Ziya Hurşit’tir adı. Ziya’nın geçmişi, sıradan bir geçmiş değildir. Öyle ki hikayesini anlatmak için tekrar çıkmıştır meydana. Buz gibi havada, asker ocağında takılmıştır peşine Asil’in. Onun deli mizacını daha da köpürten asker ocağında.
Asil Neden Bu kadar Sinirlidir?
Asil, askerliği sergilenmesi zorunlu bir gösteri olarak görür. Binlerce insanın birleşip sahnelediği bir gösteri. Özgürlüğü kısıtlanmıştır, uyması gereken emirler yüzünden köşeye sıkışmış bir av gibi hisseder. Aşağılama huyları olduğundan rütbelilerden tiksinir. Konuşmasının gereksiz olduğunu düşünür. Sadece günleri sayarak, verilen tüm emirlere koşarak bu acının bitmesini bekler.
“Konuşmaya gerek yoktu, çünkü biz konuşamayan bir rütbedeydik, rütbesizlik rütbesi.”
Özel hayata işgaldir askerlik; çünkü orada her şey ordu malıdır. Kişiye özel bilgilerin kişiye özel kalmasının tek yolu onları düşünmekle yetinmektir. Asil de düşünür, korkmadan düşünür. Acımasızca eleştirir içinde bulunduğu sistemi. Doğu’nun sınırlarında bombalar patlarken, dehşetin ocaklarına sıçramasını bekler çevresindeki askerler. Gerçi şehit ya da gazi olma onuruna erişemeseler bile kahraman sayılır onlar. Asil’e göre, vatanseverliğin bedelini hayat boyu cehaletle ödeyen, özgürlüğü gözden çıkarmış, militarizmin kucağına atlayan kahramanlar. Rütbe hiyerarşisinde ezilmeyi, abartı cezalar almayı kabullenmiş kahramanlar. Cahil olmaları hiç sorun değildir; çünkü çoban sürüsünü rahatça genişletmek ister. Herkesin üniversite mezunu olduğu bir ülkede askerlik yapacak kimse kalmaz. Bu yüzden çocuğunu okula göndermemenin cezası para cezası iken, askerlik hizmetini yapmamanın cezası hapistir.
“Emret komutanım demek emret ölüyüm demektir. Çünkü askerlik ölmenin emredilebileceği tek meslektir. Hatta emre karşı gelmenin cezasının da ölüm olabileceği tek meslek.”
Hiç iyi değildir Asil. Ne somut dünya ne de soyut dünya onu rahat bırakır. Uykularını gördüğü bir kabus kirletir, uyanıkken ise bir hayalet çene çalar yanı başında. Kabus öyle bir kabustur ki ölmek ister. Ziya ise, eğer ölürsen kim olduğumu asla öğrenemeyeceksin, der ve hayat hikayesini anlatarak ilgisini çeker Asil’in.
“Hiç iyi değildim. Uyuyamıyordum. Her gece aynı kâbusu görüyordum. Ne görüyordum biliyor musun? Atatürk’ü öldürdüğümü görüyordum. Ona ateş ettiğimi. Elimdeki tabancayla. Önümden, üstü açık arabasıyla geçerken. Kime anlatabilirdim böyle bir kâbusu?”
Ziya Hurşit Kimdir?
Ziya, doğum yılı ve yeri hariç her şeye kendi karar vermiş, yaşamı boyunca ne istediyse onu yapmış, kararları ve sonuçlarının sorumlusu olduğunu kabul etmiş bir adamdır. Ama içinden çıkamadığı bir parçalanmışlık duygusuyla yaşar. Kendisinden şu şekilde bahseder: “Babamın biçtiği gelecek üzerime olmuyordu. Ben onun gibi değildim. Ben içinde karanlığın ağır bastığı bir çocuktum. Karanlık basınca kendini tanıyamayan bir çocuk. Düzenli ve öngörülebilir hayatın bana sunduğu hiçbir şeyi kendime yakıştıramadım. Terk edemeyeceğim hiçbir şey ve hiç kimse yoktu.”
Bu yüzden kaçar Ziya. Yurt dışında farklı yerlerde, farklı şekillerde oyalanır. Ülkeye dönmesine ise memleket düşman işgalindeyken babasının tutuklanması neden olur. Tüm öfkesini toplayıp gelmiştir fakat kurtaramamıştır babasını. Milli mücadele yıllarıdır o zaman. Ziya, Atatürk’ün devrim için yaptığı çabaları görür ve meclise katılır. Ancak Atatürk’e karşı aşk derecesinde bir bağlılık duyar ve Kemalizm’in bitmesinden endişe etmeye başlar. Kendi düşüncelerine ve kendi doğrularına kapılır. Saniyeler içerisinde karar alıp verebilir Ziya ve Atatürk’ü öldürmeye bir saniyede karar verir; çünkü o ultra bir romantiktir. Romantizmin göbeğinden fırlamış bir romantik.
Bir suikast planlar. Suikastın sebebi, mecliste hala saltanat yanlıların bulunması ve söz haklarının olması, Atatürk’ün mecliste yapılan yanlışları bildiği halde gittiği yolun sonuna ulaşabilmek için onları görmezden gelmesidir. Ziya’ya göre, Atatürk ölmelidir; çünkü kölelikten kurtardığı halkın kölesi olacak, kutsallaşacak ve kendi isminin altında bir gölge olacaktır. Devrimin devam etmesi için Mustafa Kemal ölmelidir.
“Çünkü devrim Mustafa Kemal’in kendisi olmuştu yaşıyordu, yürüyordu, nefes alıp veriyordu ve her ölümlü gibi devrimde toprak olacaktı.”
Asil ve Ziya Arasındaki Bağlantı Nedir?
Asil kendisini bir hücreye kapatılmış bulur ve Ziya’nın ağzından bir şeyler sayıklamaktadır. Sonunda Asil neden ölü adamın onun peşine takıldığını öğrenir ve idrak eder. Ziya onun büyük büyük amcasıdır ve Ziya’nın geçmişteki önemli rolü genlerine öyle büyük bir ihtirasla işlemiştir ki Asil; belki askerlik yaşantısının verdiği dejavuyla onu görmüş ve onun anılarına erişebilmiştir. Bu yüzden kabuslarında hep Atatürk’ü öldürür.
Genetik hafızaya sahip olduğunu ve Ziya suikastte bulunmasaydı bunların hiçbirinin olmayacağını fark eder. Bu büyük olay, tarihi değiştirebilecek o suikast o kadar mühimdir ki; Asil’in bile hücrelerine işlemiş, ruhunu ele geçirmiştir. Kendini zorlar ve geçmişe yolculuk yapar. Ziya’nın önünde belirir ve gelecekte Mustafa Kemal’in açtığı yolda yapılan gelişmeleri anlatarak onu suikastten vazgeçirir.
Artık Ziya’nın hayaleti belirmez ve askerlik bitmiştir. Kitabın sonunda, Ziya’nın ve Asil’in, aslında daha farklı olduklarını; kişiliklerinin insan ölçüsüne göre deli sayılan Asil’in beyninde çarpıtıldığını anlarız. Ama sormak gerekir: “Çılgınlıklarla dolu bir dünyada, doğruları aktardığı müddetçe, çarpıtılmış gerçekler ne kadar önemsiz olabilir?”
Hakan Günday; her zamanki gibi dünyanın, acımasız beşeri sistemlerin insan ruhunda bıraktığı izleri, karakterlerini hem zihinsel hem de yaşamsal bir sorguya sokarak, onların asi dilinden aktarır bizlere. Yaşamımızdaki çirkinlikleri çıplak bir şekilde sokar gözümüze. Çoğunlukla görmezden gelinen çirkinlikleri.
Kaynakça:
Doğan Kitap. Ocak 2019 Basım.