Ziya Osman Saba: Mezarı Yitik Şairin Yaşamı ve Edebi Kişiliği

“Ziya Osman deyince, benim aklıma tertemiz, pırıl pırıl bir şeyler gelirdi. Yunmuş arınmış, bir yağmur sonrası gökyüzü örneğin. Pırıl pırıl, dibi güneşli, çakıl taşları güneşli çay gelirdi. Bir pınar… Ne varsa dünyada en temiz, o gelirdi.” -Yaşar Kemal

Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının önemli sanatkârlarından olan Ziya Osman Saba kültür ve edebiyat hayatımızda kendine özgü bir şiir ve nesir dili oluşturarak önemli yer edinen isimlerdendir. Yedi Meşale’nin şiir anlayışını, yaşamının sonuna dek sürdüren şair, şiirlerinde çocukluk ve ilk gençlik anılarına bağlılık, yaşamın küçük mutluluklarından duyulan sevinç, acıma duygusu, iyilik düşüncesi, İstanbul sevgisi, Tanrı’ya şükran, ölüm gerçeğini kabulleniş gibi konuları, gözlemci ve dışa vurumcu bir tarzla işlemiştir.

Ziya Osman Saba, 30 Mart 1910’da İstanbul’da Beşiktaş semtinde dünyaya gelir. Doğduğu yalı; Beşiktaş’ta, Dolmabahçe Sarayı’ndan Barbaros Hayrettin Türbesi’ne kadar uzanan ve Hayrettin İskelesi denilen sahil kısmındayken daha sonra yıkılıp yerine Austro Türk Tütün Deposu yapılmıştır. Annesi, evkaf muhasebecisi Fuat Bey’in kızı Ayşe Tevhide Hanım, babası Binbaşı Osman Bey’dir. İstanbul’un köklü ailelerinden biri olan Fuat Bey ailesi -Ziya Osman’ın “Bir Kurban Bayramı Hikâyesi” adlı hikâyesinde bahsettiği gibi- amcalar, gelinler, görümceler, oğullar, çocuklar ve damatlarla bu yalıda oturan kalabalık bir ailedir. Fuat Bey, çok genç yaşta kaybettiği kardeşi Ziya’nın ölümünden sonra doğan büyük kızının oğluna kardeşinin adını koyar.

Mutlu çocukluk yıllarını; anneannesi, dedesi, annesi, babası, dayısı, teyzesi, hizmetçiler, kâhyalar, ağalar, dadılar arasında geçirdiği Beşiktaş’taki bu kalabalık yalı Ziya Osman için her hâli ve her bireyiyle bir mutluluk yuvasıdır. Mizacının belirlenmesinde etkin ve önemli bir yeri olan yalıyla birlikte Çamlıca, Feneryolu İstasyonu ve Fenerbahçe mesirelerine yaptığı gezintiler şairin ruh dünyasının şekillenmesinde ve tabiata karşı derin bir sevgi duymasında etkili olur. Yalının bahçesinin yanı sıra selamlık odası da çocuk Ziya’yı meşgul eder. Ziya Osman, bu odada kalabalık aile efradının hayatlarını çocukluklarından itibaren fotoğraflarıyla takip eder ve fotoğraflarıyla tanır. Ondaki bu fotoğraf tutkusu, hayatının sonuna kadar devam eder ve eserlerine de sık sık yansır. Bu fotoğraf ve resimler, küçük Ziya’nın hayal dünyasının gelişmesine yardımcı olur aynı zamanda bu sayede dedelerden toruna bir bütün olarak devam eden aile ağacının önemini kavramaya başlar.

Kalabalık bir aile ortamında, herkesin ilgi odağı olarak süren çocukluk yılları çok sevdiği annesini İspanyol nezlesinden kaybetmesiyle ancak sekiz yıl devam eder. Artık başta anneannesi olmak üzere evdeki diğer aile bireylerinin merhametine ve sevgisine sığınmıştır. Saba, bundan sonraki yaşantısında çevresinden, sevdiklerinden ve kendisinden daima bir şeyler yitirir. Babası, ikinci bir evlilik yaparak evden ayrılmıştır ve Beykoz’da oturmaktadır. Zaman zaman gelip kendisini gezintilere çıkaran babasıyla geçirdiği zamanlar ondan bir süre sonra ayrılacağını biliyor olmanın verdiği iç sıkıntısıyla doludur. Devam eden yıllarda Ziya Osman, babasının yaşadığı semtin adını dahi duymak istemez bu semtin adını anmakla babasından ayrılmak arasında sıkı bir bağlantı kurmuştur. Bu yoğun ve hızlı ayrılıklar, Saba’nın çocuk ruhunda iflah olmaz yaralar açar. Daha sonra Cahit Sıtkı, onun ailesini teker teker kaybedişi karşısındaki yıkımını şu şekilde ifade edecektir: “Sen anasız babasız kalmayacaktın Ziyacığım! Sen ve senin mizaçta adamlar için sevilmek, teneffüs etmek kadar hayatî bir ihtiyaçtır.” (Tarancı, Ziya’ya Mektuplar)

Ziya Osman, annesini kaybettiği Mütareke devrinin acı günlerinde, henüz dokuz yaşındayken Mekteb-i Sultanî’nin (Galatasaray Lisesinin) ilkokul kısmına yatılı olarak verilir, okulda geçen o zorlu günlere dair duygularını yıllar sonra şöyle ifade eder: “Artık bizim o sıralar üzerinde dalacak hulyalarımız, düşünülecek sevgililerimiz, yazılacak aşk mektuplarımız kaldı mı ki? Artık bizim izinli çıkacağımız o sinemalı, tiyatrolu, ilk randevulu cumartesilerimiz, derken sınıfımızı geçip kavuşacağımız o güneşli, sandal sandal denizli, deniz banyolu, öğle uykulu, akşam gezintili, yine de bitmez uzun uzun günlü yaz tatillerimiz var mı?” der. (Saba, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi)

İlk şiirini 1927’de henüz 17 yaşında iken yazar, Servet-i Fünun dergisinde yayımlatır. Galatasaray lisesinde bir yıl sınıfta kalınca da Cahit Sıtkı Tarancı’yla sınıf arkadaşı olur. Bu tanışmadan Ziya’ya Mektuplar diye sanat değeri yüksek bir eser doğduğunu da hatırlamak gerekir. Tarancı, edebiyat adına bildiği her yeni şeyi Saba’yla paylaşmak ve tanıdığı herkesi onunla tanıştırmak ister. Tarancı’nın kendisiyle tanıştırdığı kişiler arasında Fazıl Hüsnü, Hasan Şimşek, Orhan Veli de vardır. Cahit Sıtkı, Paris kaynağından faydalanır; başta Supervielle olmak üzere, Vincent Murselli, Partice de La Tour du Pin gibi Fransız sanatçılardan Ziya Osman’ı da haberdar eder bu şairlerin yanı sıra Ziya Osman Regnier, Mallarme, Rimboud, Baudelaire gibi şairlerden de faydalanarak şiirlerini geliştirmeye çalışır. Ziya Osman ayrıca burada tanıştığı Yaşar Nabi vasıtasıyla Yedi Meşale grubuna katılır, sanat faaliyetlerine bu grupla devam eder. Yaşar Nabi’nin Varlık’ı çıkarmaya başlamasından sonra da bu dergiye geçer; aynı zamanda, Ağaç (1936), Yücel (1938), Servet-i Fünun (1944) gibi dergilerde de görülür.

Yazın dünyasına girişini kendisi şöyle anlatır: “Benden yaşlı akrabalarım, küçükken, ‘Ben şair olacağım.’ dediğimi söylerler. Ben böyle laf ettiğimi hatırlamıyorum ama şair olmayı en güç, en erişilmez bir şey olarak düşündüğümü, şairliği yıllarca hayal ettiğimi pek iyi hatırlıyorum. Nitekim ilk kalem denemelerim de şiir değil, nesir olmuştu. Annem I. Dünya Harbi mütarekesi sıralarında ölmüştü. Beni Galatasaray Lisesi’ne (o zamanlar henüz Mekteb-i Sultanî) leylî (yatılı) olarak vermişlerdi. İlk yazım bu mektebin ilk sınıflarında, annemin ölümüne dair bir yazı oldu. Onu, yine annemin mezarına babamla beraber ziyaret edişimizi anlatan bir yazı takip etti. Bu nesirler ve daha sonra yazdıklarımı, siyah kaplı bir deftere geçirmiş, ilk sayfaya kırmızı-mavi kalemle, doğan mı, batan mı olduğu pek de anlaşılmaz bir güneş resmi yapmış ve korkunç bir Arapça hatası da işleyerek en başa eserime verdiğim adı yazmıştım: Hissiyatlarım.”  (Konuşanlar Bir Hüzünle Sesinde)

“Bir ihtiyaç” olarak gördüğü için yazdığını ve sanat hayatındaki hedefinin güzele erişmek olduğunu ifade eden Ziya Osman’ın sanata yaklaşımı ve verdiği değer, ilk şiirlerinde izine rastlanan Ahmet Haşim’in mensubu olduğu Fecr-i Âticilerin “Sanat, şahsi ve muhteremdir.” anlayışına oldukça yakındır. Saba’ya göre șairin en önemli hedefi, her şeyi yok eden ölüme karşı yaşadığını belli edecek kalıcı bir iz bırakmaktır. Ölümün katı gerçekliğine karşı şairin hedefi, öldükten sonra ardında kendisini hatırlatacak bir eser bırakmaktır. Asıl şair, bu yolda “saadeti memnu telâkki ederek” yaşamalı ve yaşadığına dair ebedî bir eser bırakmalıdır. Ziya Osman için en büyük üzüntü, öldükten sonra dünyada bırakacağı sevdikleri ve yazamadığı şiirlerdir: “Bugün, yarın öleceksin deseler, yegâne üzüntüm, dünyada bırakacağım sevdiklerimle yazamadığım eserlerimdir.” Onun bu düşüncesi, sanatın bir rahatlama olduğu düşüncesini taşıyanları -söz gelimi, “Yazmasam deli olacaktım.” diyen Sait Faik’i- hatırlatır.

Galatasaray Lisesi’nden 1931 yılında mezun olmasının ardından amcasının hasta olan kızını tedavi ve seyahat amacıyla Paris’e götürür. Burada ataşelik görevinde olan babasını gören ve Paris’i tanıma fırsatı bulan şair, refakat ettiği sinir hastası kuzeni Nermin’e âşık olur. Ailesinin bütün itirazlarına rağmen onunla evlenir. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girer ve 1936’da mezun olur. Burada okuduğu yıllarda bir yandan da Cumhuriyet gazetesi muhasebe servisinde çalışır. 1936’da İstanbul’da askerlik yapar. 1938’de girdiği hariciye imtihanını kazanamaz. Aynı yıl Emlak Bankası’na girer ve burada beş yıl çalışır. Bütün bunlar olurken Saba, eşi Nermin’in tedavisiyle de uğraşır ancak eşinde bir türlü iyileşme görülmez. Sık sık Bakırköy’de tedavi gören eşiyle yaşadığı on yıl boyunca karamsar şiirler yazar. 1941 yılında ailesinin ve yakınlarının ısrarıyla severek evlendiği eşinden ayrılır ancak ayrıldıktan sonra da onu hastanede ziyarete devam eder. Aynı yıl babası da geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat eder. Üst üste gelen bu yıkımlar şairi iyice bunaltmışken Karadeniz Boğazı Müstahkem Mevkii’nde ikinci defa olarak bir buçuk yıl askerlik yapmak üzere silah altına alınır.

Askerlik sonrasında, 1944 yılında bankadaki görevine döner. Bu dönemde mesai arkadaşlarından Rezzan (Öney) Hanım’la yakınlaşır ve yeni bir hayatın kapıları kendisine açılmaya başlar. Artık hayata karşı güleçtir, içinde mutluluk serpintilerine rastlanır. Bu birliktelik evlilikle taçlandırılır. Arzu edilen mutlu aile hayatıyla birlikte eski karamsarlığın azalmasına ve iyimserliğe, “hâl”den memnuniyete dönmüş ve mutluluğun kapısını aralamışken banka, Ziya Osman’ı Ankara’ya tayin eder. Çok sevdiği İstanbul’dan ayrılığa ancak beş ay dayanabilen Ziya Osman, 1945’te buradaki memuriyetinden istifa edip Milli Eğitim Basımevi Tashih Bürosu Şefi göreviyle İstanbul’a döner. Ziya Osman, 1945-1950 arasında bu görevde bulunur. Yaşar Nabi, onun İstanbul’a dönüş konusundaki içten isteğini şu sözlerle anlatır: “İstanbul’un dışında sudan çıkmış bir balığa döneceğini, nefes alamayacağını sanıyordu. Öyle de oldu. Her zaman ağzından düşmeyen bir söz vardı: “İstanbul’da kalmak için kapıcı olmaya razıyım.” (Varlık, 1 Nisan 1957, S: 448)

Rezzan Öney Hanım’la ikinci evliliğinden Osman ve Orhan isminde iki çocuğu olur. Günleri, bir yandan ailesi ve sevdikleriyle birlikte mutluluk içinde geçerken diğer yandan çalıştığı ortamın bir sanatçıya ağır gelen havasından ve sıkıcı işlerinden içten içe dertlenerek geçer. Çocukluğundan beri bütün yaşadıklarının ve son iş ortamının etkisiyle 1950’de ilk kalp krizini geçirir. Bu dönemde çalışamayacağı için ve kadrolu da olmadığından işinden ayrılmak zorunda kalır. İş yeri, kendisine ne bir tazminat verir ne de malulen emekli olmasına izin verir bu nedenle geçim sıkıntısı tekrar başlar. Bu arada daima yanında desteğini gördüğü dostu Yaşar Nabi, kendisine Varlık Yayınevi’nin tashih işini verir. İlginçtir, Ziya Osman, Yaşar Nabi’nin işlerini ücretsiz yapmak ister ancak ısrarlarında başarısız olur ve ücretle işe başlar. Yaşar Nabi, işlerini rahat bir ortamda yapmasını istemiş ve en uygun yerin de, çok sevdiği ailesinin yanı ve evi olduğunu gördüğünden Ziya Osman’ın bundan sonraki iş yeri evidir. Saba, artık evinde çalışır geçim sorunu da çözülmüştür ancak kaçınılmaz olan ölümü de düşünmeden edemez, ölüm temalı şiirlere tekrar yönelir. Bu arada Cahit Sıtkı’nın kendisine gönderdiği mektupları da düzenleyip yayına hazırlar ve yeni şiirlerini kitap şeklinde basıma hazır hale getirir.

Eşi Rezzan Hanım’ın insanlar arasında bu kadar temiz kalplisine ender rastlanır dediği Ziya Osman Saba, tanıyanlarının ve hakkında yazanların hemen hepsinin, “nazik, güler yüzlü zarif, ince, iyiliksever, İstanbul efendisi, çekingen, mütevazı, dostluğa önem veren” olarak nitelendirdiği bir insandır. Halit Fahri Ozansoy onun için, “Gençti, hisli idi, kibardı, zarifti, bu onun insanlık cephesi idi. (…) Ziya Osman, bu toplantılarda arkadaşlarının en güzeli, en yakışıklısı, en zarif endamlısı idi. İçten gelen nezaketi de hepimizi hayran ederdi. (…) ben, bu halis İstanbul efendisi çocuğu bir an unutmadım.” der Muhtar Körükçü, bu büyük şairi  “(…) doğuşundan efendi, çelebi bir insandı. Halim selim, konuşması bile sâkin ve tatlı, kalabalıklara fazla girmeyen, orta yerlerde çokça görünmekten hoşlanmayan bir oturaklı tip. Galatasaray’da yetişmiş, güleç ve sevimli yüzlü, ince vücutlu, yakışıklı ve çok kibar bir İstanbul çocuğu. (…) Mütevazı, gösterişsiz yaşardı. (…) bir mazbut efendi yaşamı sürdürürdü. Sevgileri, tutkuları da şiirleri gibi ap ak, lekesiz kabalıktan uzak, hayal doluydu.” cümleleriyle anlatır.

Ziya Osman, 29 Ocak 1957 Salı akşamı, Kadıköy Rıhtım Caddesi Reşit Efendi Sokağı’nda kayınpederine ait evde geçirdiği üçüncü bir kalp kriziyle vefat eder. Büyük oğlu Osman Saba ve eşi Rezzan Hanım ölüm anı ve sonrasıyla ilgili şunları söylerler: “Vefat edeceğini hissetmiyordu. Hastaydı ama sapasağlamdı. Yemekten sonra anneme seslendi ‘Rezzan’ diye. 29 Ocak akşamı kalp krizi geçirdi. Beklemediğimiz ani bir krizdi. Yatmaktan sırtı ağrımıştı, yaralar açılmıştı sırtında. Yaşar Nabi Bey hemen kalkıp geldi, diğer dostlar da sahip çıktılar.”

Ziya Osman Sabanın cenazesi Şişli Camiinde Cenazesine dair bilinen tek fotoğraf 1 Şubat Cuma Tercüman Gazetesi

Cenazesi, 31 Ocak günü Şişli Camii’nden kaldırılarak Eyüp sırtlarındaki aile mezarlığına, bir ömür boyu özlemiyle yaşadığı annesinin yanına defnedilir. Ancak 1980’li yıllarda Eyüpsultan’daki aile mezarlığının üstünden yol geçmiş ve kabirler kaldırılıp yok edilmiştir. Ziya Osman Saba’nın mezarı kaybolur. Başta Mehmet Nuri Yardım gibi araştırmacıların çabalarına rağmen mezarla ilgili olumlu bir sonuca ulaşılamaz. Onun Eyüp semtine olan aşkını bilen Eyüp Belediyesi, Eyüp Merkez Mahallesi’ndeki bir sokağa onun adını verir.

Mustafa Kırcı, Ziya Osman’ın yaşantısını şu cümlelerle özetler:

“Saba’nın hayatını doğumundan 1945 yılına kadar ve 1945 yılından ölümüne, 1957’ye, kadar olmak üzere iki ana bölüme ayırmak mümkündür. Hayatının birinci dönemini mutlu geçen çocukluğu, ilk ve orta öğrenimi, Cumhuriyet gazetesinde muhasebe memurluğu, hukuk fakültesinde öğrencilik yılları ile ekonomik sıkıntıları ve ilk eşinin hastalığı teşkil eder… Şairin 1945 yılından ölümüne kadar olan hayatının ikinci devresi diyebileceğimiz dönemi ise, sevgiye dayalı ikinci ve mutlu bir evlilik, hayata daha sıkı sarılma, mutlu bir aile reisliği, iki çocuk babası olarak yine küçük bir memurluk hayatı ve yine ekonomik sıkıntılardan teşekkül eder. Ancak bu ikinci dönem, ikinci hayat bir yeniden başlayış, bir mutluluk arayışı, geleceğe umutla bakma dönemi olarak kabul edilebilir.”

 

 

Kaynaklar

  1. Akbulut S. (2008) Ziya Osman Saba’nın Şiiri (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi) Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van.
  2. Ar, B. (2021) Ziya Osman Saba Hayatı Sanatı Eserleri (Yayımlanmış Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi, Ankara.
  3. Kırcı M. (1991) Ziya Osman Saba Hayatı-Eserleri-Sanatı (Yayımlanmamış Doktora Tezi)  On Dokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun, 1991, s.332-333.
  4. Yaşar Kemal, “Ziya Osman Saba için”, Varlık, S: 448, 15 Şubat 1957, s. 6.
  5. Halit Fahri Ozansoy, “Ziya Osman Saba”, Tercüman, 9 Şubat 1967. İçinde: Edebiyatçılarımız Çevremizde, s.119.
  6. Muhtar Körükçü, “Ziya Osman ve İlhan Tarsus”, Varlık, S: 687, 1 Şubat 1967, s.15.

Görseller: twitter.com/TekinDeniz_

Asya Yüce
Asya Yüce
neşesi yeter!

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Söylenti Sinema Şeridi: Yolculuk ve Keşif Ayı

Hayatın içinden beyaz perdeye taşınan zorluklar, yaşam mücadelesi ve daha nicesinin işlendiği film önerilerimiz.

Patriarkanın “İdeal” Kadınları: Gone Girl Tadında Filmler

Patriarkanın şekillendirdiği “ideal kadın” kavramına karşı çıkan ve kadın karakterlerin deliliğe sürüklendiği 6 filmi inceleyeceğiz.

Sanat Herkes İçin Mi?

Sanat herkes için mi, yoksa sanat alanında bir hegemonya mı var? Bourdieu'nun ışığıyla, sanatın gün görmeyen kuytularına, perde arkasına uzanıyoruz.

İngiliz Edebiyatında Modern Kadın Yazarlar

20. yüzyıldan günümüze İngiliz kadın yazarlar, Woolf'tan Evaristo'ya uzanan yolculukta kadınlık, kimlik ve toplumsal eşitsizlikleri edebiyatla duyurmuştur.

Grinin Tonlarına Bürünmüş 5 Yabancı Albüm Kapağı

Kapağındaki gri tonlarıyla albümün temalarını yansıtan 5 yabancı albüm kapağı.

2025’e Damga Vuran Coachella Performansları

Her yıl muhteşem konserlerin verildiği Coachella'da sizler için 2025'in en iyi performanslarını derledik!

Parallel Mothers (Paralel Anneler) Film İncelemesi: Anneliğin Sınırında

İki kadının kesişen hayatları üzerinden annelik, hafıza ve geçmişle yüzleşen Paralel Anneler film incelemesi.

Midsommar: Nerede bu Hårga?

Gün ışığında geçen, rengarenk çiçeklerle bezeli ama derinlemesine rahatsız edici bir kabus... Peki gerçekten böyle bir yer var mı?

Billboard Global 200 | Mayıs Ayının Öne Çıkan 10 Şarkısı

Mayıs ayında Billboard Global 200 listesinde hangi şarkılar vardı?

Automatic Albüm İncelemesi: The Lumineers’ın Akustik Gün Batımı

The Lumineers'ın Automatic albümü, dijital çağın karmaşasında duygusal bir sığınağa davet ediyor; nostaljik tınılarla modern yalnızlığı işliyor.

Editor Picks