Tangodaki erotizme karşı baledeki zarafet ve saflık. Zeybeğin güçlü eril enerjisi, çağdaş dansın kuralları yıkmaya yönelik motivasyonu… Dini bir ayin, bir gösteri veya partnerimizi etkileme uğraşı olarak icat ettiğimiz danslar kültürel ve toplumsal sınırlılıklarımızdan oldukça etkilenmiş olsa gerek.
Yazıda dans temasını işleyen iki yapım, Zenne (2011) ve And Then We Danced (2019), hegemonik ve kırılgan erkeklik kavramları üzerinden analiz edilmiştir. Keyifli okumalar.
*Yazının devamı spoiler içermektedir.
Hegemonik Erkeklik ve And Then We Danced

Hegemonik erkeklik; sosyolog Raewny Connell tarafından, maskülinite ve toplumdaki iktidar ilişkileri arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmak için öne sürülmüştür. Kavram, ideal bir baskın erkeklik tanımı yaparak bütün kamusal pratikleri ve toplumsal ilişkileri bu erkeklik tanımına göre düzenleyen, otorite ve tahakküme dayalı bir yapı olarak açıklanabilir. Bu açıdan kadınları doğrudan, erkekleri ise belirli ideallere uyup umamaya göre dolaylı yoldan dışlayan, üsttenci ve baskılayıcı bir dile sahiptir. Eğitim, medya, siyaset, edebiyat gibi çok farklı alanlarda hegemonik erkekliğin dışlayıcı dili sezilebilmekte bu tutumlar cinsiyet ayrımlarının yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Hegemonik erkeklik ve maskülen temalar, birçok filmde yer bulmasına rağmen And Then We Danced filminde oldukça ön plana çıkmıştır. Gürcistan kökenli İsveçli yönetmen Levan Akin’in yönetmenliğinde çekilen And Then We Danced , Kafkas halk dansları topluluğunda dans eden bir gencin cinsel yönelimini keşfetme süreci ve icra ettiği maskülen dansta kendini arayışını konu edinir. Gürcistan’da var olan ataerkil yapı dans eğitmeninin cinsiyetçi yorumları, topluluktaki arkadaşlarının birbirlerine ve Merab’ın (Levan Gelbakhiani) kimliğine karşı saldırgan tutumları, Gürcü dansının milli ve erkeksi bir dans olduğuna dair vurgulamalar aracılığıyla film boyunca sıklıkla kendini gösterir. Merab’ın eğitmeni Aleko’ya (Kakha Gogidze) göre, Kafkas danslarında erkeğin güçlü ve heybetli görünümüne karşı kadının zarif ve ince görünümü -filmde bekaretle ilişkilendirilir- öncelenir ve bu dansta cinselliğe yer verilmez. Gerçekte de Kafkas dansları gibi birçok halk dansında erkeklerin sert ve geniş kol bacak hareketlerinin yanında kadınlara ait figürlerin mütevaziliği ön plana çıkmaktadır. Bu açıdan milli bir dans olarak kabul edilen Kafkas dansında, cinselliğe yer verilmese bile toplumsal cinsiyet rollerine güçlü bir şekilde yer verildiği söylenebilir.

Merab’ın hayatı topluluğa yedek dansçı olarak katılan Irakli (Bachi Balishvili) ile tanışmasıyla değişir. Genç dansçıya ilgi duyan Merab’ın hislerini ve cinsel yönelimini saklaması zamanla zorlaşır. Filmin bu noktasında filmdeki diğer erkek karakterler ile Merab’ın arasındaki fark belirginleşir. Hegemonik erkeklik kalıpları içinde sıkışan ama kendisini buraya ait hissetmeyen Merab’a karşı abisi ve hatta eşcinsel olmasına rağmen Irakli de toplumda baskın olan cinsiyet rollerine boyun eğen kişiler olarak tasvir edilir. Evlilik ve düzenli bir iş aracılığıyla bu iki karakter, toplumun onlardan istediklerini yerine getirmiştir. Buna karşın Merab, daha zor bir yol tercih ederek toplumda kendi kimliği ile var olma cesaretini gösterecektir. Film, Merab’ın girdiği dans seçmelerinde, Kafkas iklimi kadar sert bu halk dansına kendi sıcak ve nahif figürlerini eklemesiyle son bulur.
Konusu itibariyle ulusal ve uluslararası düzeyde ses getiren ve pek çok ödül kazanan film, Oscar aday adayı olarak İsveç için de yarışmıştır.
Kırılgan Erkeklik ve Zenne

Sosyal psikologlar Vandello ve Bosson tarafından ortaya atılan kırılgan erkeklik kavramı, erkekliğin\erkek olmanın biyolojik değil toplumsal süreçlerde edinildiğini söyler. Eleştirel erkeklik çalışmalarında sıkça yararlanılan bu kavrama göre, erkeklik kadınlığa kıyasla kazanılması ve elde tutmak için çaba gösterilmesi gereken bir güç, bir nevi ‘toplumsal statüdür’. Vandello ve Bosson’un çalışmalarında “hard won and easily lost” olarak tanımlanan bu durum, kadınların ve kadınlığın ikinci planda görülmesi ve istenmemesine kıyasla erkekliğin yüceltilmesi ve arzu edilmesiyle ilişkilidir.
Kırılgan erkeklik kavramı, ilkel kabilelerde yer alan erginlenme ritüellerinden günümüzde hâlâ sürdürülen sünnet ve askerlik tabularına, aşırı argo ve küfürlü jargonlardan saldırganlık ve güç gösterilerine kadar erkeklerin ‘erkekliklerini’ kazanma ve bunu topluma karşı kanıtlama pratiklerinin izlerini sürer. Erkeklerde var olan bu kaybetme korkusunun, kadın hareketleri ve liberal perspektiflerin yaygınlaşmasıyla paralel olarak modern süreçte arttığı söylenmektedir. Hegemonik iktidarlarına karşı bir alternatif sunan bu yaklaşımlar ile fiziksel güce dayalı toplumsal ihtiyaçların azalması, ataerkil sistem içerisinde yetişmiş erkekler için bir tehdit ve sıkışmışlık hissi yaratmaktadır. Bu da kendisini erkekliğini daha fazla ön plana çıkarma, aşırı maskülen tutumlar, kadın ve lgbti bireylere karşı aşağılama ve saldırganlık isteği şeklinde göstermektedir.

Zennelik yapan Can ile muhafazakar bir çevrede büyümüş Ahmet’in kesişen hayatlarını konu alan filmde, erkekliğin kaybedilmesi ve kazanılması uğraşına pek çok kez tanıklık ederiz. Film, 2008 yılında eşcinsel olduğu için babası tarafından öldüren Ahmet Yıldız’ın hayatından esinlenilerek beyaz perdeye uyarlanmıştır. Filmin yönetmenleri Mehmet Binay ve M. Caner Alper aynı zamanda Yıldız’ın yakın arkadaşlarıdır.
Kadınlara özgü bir dansı erkeklerin önünde icra eden Can (Kerem Can), her ne kadar erkeksi imgelere karşı bir içsel arayışta bulunmasa da babasının asker kimliği ve zorunlu askerlik nedeniyle toplumun erkek olmaya dair baskılarından nasibini alır. Oldukça baskıcı ve geleneksel bir ailede yetişen Ahmet’in (Erkan Avcı) ise ‘erkek adam olma’ sorunu peşini hiç bırakmayacak, sırf bu yüzden cinsel yönelimini ailesinden saklayacaktır. Ancak burada da kırılgan erkeklik Ahmet üzerinden değil Ahmet’in ailesi üzerinden izleyiciye sunulmuştur. Pasif bir karakter olarak çizilen Ahmet’in babası Zindan (Aykut Kayacık), anne Kezban’ın (Rüçhan Çalışkur) erkek olmaya ve evlatlarını dize getirmeye dair sürekli tacizlerine maruz kalır. Zindan’ın erkekliğini karısına ve çevresine kanıtlama gayreti, onu ailelerine leke sürdüğünü düşündüğü oğlunu öldürmeye kadar götürecektir. Burada Kezban’ın oğlunun ölümüne karşı takındığı soğukkanlı tutum, karakterin toplumsal normları ne derece içselleştirdiğini gösterir. Öyle ki sırf cinsiyeti erkek olduğu için kızına kıyasla daha çok sevdiği ve ilgi gösterdiği oğlunu öldürmesi için kocasını kendisi motive edecektir.
Filmin sonunda annesinin tüm yönlendirmelerine karşı onun istediği gibi bir erkek olamayan ve babasının zayıf kişiliği nedeniyle ölümle tanışan Ahmet’in hikayesine karşın mesleğinde ilerleyebilmesi ve ailesinden aldığı güçlü motivasyonu ile Can’ın hikayesi, izleyiciye bir umut ışığı sunarken aile ve çevrenin bireyin yaşamı üzerindeki güçlü etkisini göstermiştir. Şehit olan bir eş ve askerlik sürecinde psikolojisi bozulan bir erkek çocuğa rağmen Can’ın annesi Sevgi (Tilbe Saran) bu toplumsal normlardan etkilenmemiş, Kezban’ın tam aksine oğlundan ve oğlunun cinsel kimliğinden utanç duymamıştır.
Film, konusunu gerçek bir hikayeye dayandırması ve o güne kadar yerli sinemada pek fazla değinilmeyen bir konuya dikkat çekmesi ile büyük ilgi toplamıştır. Filmin topladığı bu ilgi ulusal sınırların dışına çıkmış, film Zenne (dancer) adıyla uluslararası film festivallerinde de yer bulmuştur.

Ayrıntılı bakıldığında her iki filmde de hem hegemonik erkeklik hem de kırılgan erkeklik portrelerine yer verildiği görülebilir. Bir kadın olarak Kezban’ın toplumsal normlardan bu derece etkilenmesi ataerkil bir sistemde yetişmiş ve bu sistemi zamanla benimsemiş olmasından ileri gelir. Bu benimseme Kezban’ın kızına yönelik söylediği “Senden gelecekler dağ üzümü, ondan (Ahmet’ten) gelecekler bağ üzümü” sözünde somut olarak görülür. Katı bir cinsiyet hiyerarşisine inanan Kezban’ın, yeterince ‘erkek’ olarak görmediği Ahmet’in ölümünü teşvik etmesi bundandır. Ahmet’in sevgilisi Daniel’in (Giovanni Arvaneh) toplumsal normların ve cinsiyet hiyerarşisinin bu kadar sıkı olmadığı bir toplumda yetişmesi, Ahmet’in cinsel yönelimini açıklama konusundaki kaygılarını anlayamamasına sebep olur. And then We Danced’da ise eğitmenin, öğrencisi Merab’ın dansını beğenmeyerek sürekli daha erkeksi ve güçlü dans etmesine yönelik ikazları ile Irakli’nin taktığı küpeden rahatsız olması onun kırılgan erkeklik kaygısı taşıdığını işaret eder. Bu kaygı eğitmeninin uyarılarıyla Merab’a ve dansına da yansımış, filmin sonuna kadar Merab nasıl daha erkeksi dans edebileceğinin yollarını aramıştır. Benzer biçimde askerliğini yapmayan Can’ın toplum tarafından sürekli fiziksel ve sözlü tacizlere maruz kalması, toplumun hegemonik erkeklik ilişkileri içinde kurulduğu ve yine toplumda kırılgan erkekliğe dair kaygıların bulunduğunun ipuçlarını verir. Kendileri gibi olmayan ve çekinmeden kadınlara ait gördükleri bir dansı icra eden Can, onlar için dışlanması ve aşağılanması gereken bir figürdür.
Bu toplumsal cinsiyet baskıları, kavramların birbiriyle bağlantılı olmasıyla ilgilidir. Hegemonik erkeklik ilişkilerinin boşluklarından sızan Can, Ahmet ve Merab gibi karakterler, bu boşluklardan rahatsız olan kırılgan erkeklikler tarafından ötekileştirilecek, bu ötekileştirme bir nebze de olsa onların kırılgan erkekliklilerini onaracaktır.
Filmlerin fragmanlarına buradan ulaşabilirsiniz:
Kaynakça
“Maskülinizm ve hegomenik erkeklik“. hyperkulturell.de (Erişim Tarihi:25.08.2024) web
“Kırılgan Erkeklik ve Saldırganlık: Modern Toplumda Erkeklik Algısı Erkeklerin Yükünü ve Saldırganlığını Nasıl Artırıyor.” Evrim Ağacı.org (Erişim Tarihi:25.08.2024) web
“Erkeklik Krizi“. Feminist Bellek.org (Erişim Tarihi:26.08.2024) web
Kapak görseli: Medya Çuvalı