1920’lerin görkemli Amerikasında, şaşalı hayatlarını New York’un camlı gökdelenlerinin arkasında yaşayan, anlamı ararken anlamsız kalmanın çilesini çeken bir çift… Bir yanda yazarlık kariyerinde merdivenleri koşarak tırmanan yakışıklı bir delikanlı, bir yandan daha kendini bulamamışken özgürlüğü başka kollarda kovalayan dünyalar güzeli bir kadın… Ashville’de bir akıl hastanesinde çıkan bir yangınla son bulan, aslında tam sonda başlayan kendini bulma hikayesi.
Hayatı boyunca özgürlüğü, toplum tarafından saygı gören babasının kurallarını aşmak olarak tanımlayan Zelda, hem çocukluk hem de gençlik dönemini Hakim olan babasının en zorlu kızı olarak geçirmişti. Özgürlük aslında ne baskıya boyun eğip uzun etekler giymekti, ne de modayı takip edip bileklerini gösterecek kıyafetler almaktı. Özgürlük istediğini yapabilmektir ki Zelda o zamanlar bunun farkında değildi. Babası Zelda’yı engellemeye çalışadursun; o başkaldırışıyla çoktan önce kasabanın sonra dünyanın en çok konuşulan kadını olmuştu. Aslında tüm hikaye bir Amerikan subayının gözüne iki çift güzel gözün takılmasıyla başlamıştı.
Paranın bir kadını mutlu etmeye yetecek gücü olduğuna kendini inandırmış olan Zelda için New York sokaklarında evlendiği gün dünyanın en güzel günüydü. Hayallerini süsleyen, dünyanın başkenti, gücün merkezi bir şehir de herhalde bir kadını mutlu etmeye yeterdi. Fakat yetmedi.
O dillere destan aşk kısa zaman sonra yerini kocaman bir boşluğa bırakmıştı. Scott biricik eşini romanlarında işleyedursun, Zelda kocasının ilgi boşluğunu Scott’un beğendiği tarz kıyafetlerle, sürekli yenilenen gardroplarla doldurmuştu. Scott Zelda’ya bir hamur gibi şekil verirken, onu Amerika’nın ilk modern kadını olarak tanımlamıştı. Scott yüksek seslerle alkışlanırken, Zelda bu yükü sırtında hep taşımak zorundaydı.
Scott neredeyse bütün hikayelerinde Zelda’nın karakterine, tavırlarına, düşüncelerine hatta onun kendi cümlelerine yer vererek, Zelda’nın adeta ruhunu emmişti. Kimliğinin eşi tarafından tanımlanmasına izin verdikçe eridiğini gördü, kim olduğunu artık kendi bile bilemez olmuştu, aslında belki de hiç bilememişti. Sahiden, Zelda ne yapmayı severdi? Resim yapmayı, dans etmeyi, kitap okumayı ve yazmayı severdi. Dans ettiğinde Scott tarafından amatörlükle suçlanır, yazmaya kalktığında Scott’un engelleri ile karşılaşırdı. Zelda bunları yapmayı severdi, severdi de, Zelda’yı Zelda yapan şey neydi? “Scott’un eşi’’ haricinde bir tanımlaması yok muydu? Zelda gerçekten de modern Amerikan kadının öncüsü olmak zorunda mıydı? Zelda yazabilir miydi acaba? Yoksa bu Scott’u biraz korkutur muydu?
Son Valsi Bana Sakla
Girdiği kimlik bunalımının da etkisiyle, Zelda’ya artık hayatı boyunca onu yalnız bırakmayacak şizofreni tanısı konulmuştu. Zelda’nın geçirdiği ağır ataklar Scott’a kendi hayatlarından esinlendiği Buruktur Gece romanı yazdırırken, Zelda’yı bir daha çıkamayacağı akıl hastanesine yatırmıştı. Orası Zelda’nın hem sonu hem başlangıcı oldu. Zelda’yı hem öldürdü hem de ölümsüz kıldı. Kendi hayatlarından esinlenerek Son Valsi Bana Sakla kitabını orada 2 buçuk ayda tamamladı. Yine de Scott tarafından onun fikirlerini çalmakla suçlandı. Bu iki kitabın benzer olmasında anormal bir şey yoktu belki ama Scott’un Zelda’yı yıllarca parça parça sömüren yazı tekniklerinde anormal olan çok şey vardı. Scott Zelda’nın ondan iyi bir yazar olmasını kaldıramazdı ve bunu ona defalarca koyduğu yasaklarla belirtmişti. Scott Zelda’nın kurgu yazmasını istemiyor, eğer bir oyun yazacaksa da ona hikayelerin geçtiği yerler konusunda kısıtlamalar getiriyordu. Şüphe yok ki Zelda o anlarda kendini tamamiyle bir hiç hissetmişti. Scott tarafından binbir kimliğe boğulan Zelda için en son yol, sevdiği adamın isteklerine kulaklarını tıkayıp Ashville’de bir akıl hastanesinde kendi hayatlarını kaleme almaktı ve Son Valsi Bana Sakla kitabı ortaya çıktı. Düzeltmelerini Scott’un yaptığı romanda, dil bilgisi hataları bırakılırken, Scott’un imajına zarar verebilecek her bir nokta çıkartıldı. Zelda 1948 yılında hastanede çıkan yangın sonucu bedeni tanınmayacak hale gelene kadar yanarak hayatını kaybetti. Kitabı basıldı, okundu, Zelda bir yazar olarak tanındı. Ama 100 yıl sonra bile “F. Scott Fitzgerald’ın eşi’’ olarak tanımlanma kaderinden bir türlü kurtulamadı.
Zelda Fitzgerald, F. Scott Fitzgerald’dan daha iyi bir yazar mı bilinmez ama, Son Valsi Bana Sakla aynı kaderi yaşayan tüm kadınlara bir ders niteliğinde. Kendi içsel kuşkularını yansıttığı ana karakteri Alabama ve onun kendini başarma yolculuğunu anlatan bir kitap. Gerçekten, Zelda Fitzgerald kimdi? Zelda Fitzgerald, 1920’li yılların başarılı Amerikan yazarı. Bu kadar, gerisini bırakalım kendi tanımlasın.