Müzeler, sanat ve bilimin bir araya gelerek oluşturduğu, kültürel doyumu ve estetik tatmini yaşadığımız mekânlardır. Bu içeriğimizde müzelerin tarihi gelişimi ve neden önemli oldukları gibi kültürün temeline yönelik sorgulamalar yaparak yanıtlar arayacağız.

Müzelerin Tarihi Gelişimi
Müzelerin kökeni antik döneme kadar uzanır. Antik çağlarda, Mısır ve Mezopotamya kültürlerinde, tapınaklarda ve saraylar değerli eşyaların saklandığı, korunduğu ve sergilendiği yerlerdi. O dönemde tapınak ve saraylar, kraliyet ailesinin veya soylu sınıfın sahip olduğu koleksiyonları içerirdi.
Müzelerin bildiğimiz anlamdaki kökenleri Rönesans dönemine dayanır. 14. yüzyılda başladığı ve 17. yüzyıla dek devam ettiği kabul edilen Rönesans, sanat, bilim, edebiyat ve kültürde büyük bir yeniden canlanmaya işaret eder. Bu dönemde, zengin tüccarlar, soylular ve bilginler antik eserlere, sanat eserlerine ve bilimsel araştırmalara olan ilgilerini artırdılar.

Müze Sözcüğünün Anlamı Nedir?
Müze sözcüğü “İlham perilerinin yaşadığı yer” veya “Bilimler tapınağı“ anlamına gelen Yunan kökenli “Mouseion” kelimesinden türemiştir. İlk müzenin İskenderiye‘de I. Ptolemaios (M.Ö. 323-289) tarafından kurulduğu tahmin edilir. İlk müzelerde genellikle Avrupa’da kralların ve soylu ailelerin evlerinde saklanan değerli eşyalar sergilenmeye başlamıştır. Artık evlerde saklanan koleksiyonların bakımı ve korunması güçleşmeye başladığı için sadece eserlerin muhafaza edileceği yerlere doğan ihtiyaç sonucu müzeler bugün bilinen haline benzer mekânlar haline gelmiştir.

İlk çağlardan itibaren insanlar takas sonucu ve kutsal değer olarak gördükleri eşyaları saklama ve sergileme ihtiyacıyla bir araya getirdikleri bilinir. Zamanla doğayla ilgili gözlem ve deneylerin artmasıyla da sanat ve bilimin bir araya gelmesi sanatın yapısının oluşmasına etki etmiştir. Aydınlanma çağında bilim ve bilimsel düşünceye olan ilgi ve değerin artmasıyla koleksiyonculuk alanında saklama ve sergileme konusunda sistemli ve bilinçli adımlar atılmaya başlanmıştır.
18.yüzyılda, saray ve toplum arasında sınıf ayrımının kalkmaya başlamasıyla koleksiyonlar müzelerde halka açılmaya başlamış. 19.yüzyıl itibariyle de müzecilik kavramı tarih, etnografya, bilim, sanat ve eğitim mekânları olarak kurgulanmaya başlamıştır. 20.yüzyıla gelindiğinde ise çağdaşlık kavramı gündeme gelmeye başlamış ve endüstriyel gelişmeler sonucu teknolojide müze kavramının içerisine dahil olmuştur.

Müzelerin halka açıldıkları ilk dönem olarak ise Avrupa’da 15.yüzyıl olarak bilinir. Sonraları kraliyet koleksiyonları özel ziyaretçilerine sergilenmeye başlamış 18. yüzyıl sonlarına doğru tamamen halka açılmaya başlamıştır. Bu müzelerde çoğunlukla botanik ve doğa ile ilgili koleksiyonlar bulunuyordu. Avrupa’da bilinen halka açılan ilk müze ise 1683 yılında Oxford’da bulunan Ashmolean müzesidir.

Halkın ziyaretine açılan ilk müzelerden bir diğeri ise Louvre Müzesi‘dir. Fransa’da Louvre Sarayı’ndan taşınan birçok eşya 1793 yılında müze eseri haline getirilmiştir. Sonraları 1848 yılında Louvre müzesinde yenileme yapılmış ve ünlü ressamların tabloları, farklı coğrafyaların eserleri ve Avrupa heykelleri sergilenmeye başlamıştır. Rönesans dönemi ressamlarında Leonardo Da Vinci‘nin ünlü resimlerinden Mona Lisa‘da burada sergilenir.

Müzeler Neden Önemlidir?
Eserle kurulan ilişki bireyin hayal dünyasına özgü ve biriciktir. Kendi yaşantımız, keyif aldığımız veya hoşlanmadığımız birçok şey baktığımız her eserde farklı bir maceraya yelken açmamıza sebep olur. Kütüphane, arşiv ve bilgi ve belge merkezlerinde artan bilgi sonucu hızla değişim gösteren bilgi merkezi olma özellikleri müzecilik bağlamında da ele alınınca aynı sonuca paralel olarak erişildiğini göstermiştir. Müzeler zaman içerisinde halka açık topluma ve insana ait eserlerin koruma, onarım, sergileme işlevlerini hizmete sunan, kullanıcıyı etkileyebilmek için eğlence merkezi haline gelmiş kurumlar haline evrilmiştir.
21.yüzyılda müzeler eserlerin nesneler olarak fiziksel değerinin yanında bilgiye de değer verir. Çağdaş müzecilik anlayışıyla müzelerde nesnelerin koruduğu değerin yanında enformasyonu ve eserin müzeyle özgünleşen değeri de mevcuttur. Bilgi odaklı müzeler başlığı altında toplanmaya çalışılan müzelerde, modern araçlara yönelmeye başlandığı ve koleksiyonların izleyicilere farklı iletişim araçlarıyla sergilenmeye başlandığı görülebilir. Farklı araçların kullanılması toplumun farklı kesimlerinde de müzecilik anlayışı oluşmasına da etken olmuştur.

Türkiye’de Müzecilik
Türkiye’de de Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ilk müzecilik anlayışı Topkapı Sarayı‘nda bulunan hediyelerin ve eşyaların sergilenmesiyle başlamıştır. Türklerde değerli eşyaları ve hediyeleri saklamak bir gelenek haline gelmiştir. Osmanlı dönemine baktığımızda eşyaları saklamak için özel sandıklar ve odalar yapıldığını görebiliyoruz. Bugün bildiğimiz anlamına en yakın olarak kurulan ilk müze Topkapı Sarayı’nın büyük avlusunda yer alan Hagia Eirene (Aya İrina)‘da kurulmuştur.
Aya İrina Kilisesi‘nin onarılmasıyla 1726 yılı Türk müzeciliğin başlangıcı olarak kabul edilir. Müzede sergilenen ilk eser olarak ise “Elbise-i Atîka” yani Yeniçerilerin kıyafetlerinin sergilendiği bilinir. Daha sonra müzecilik ve Osmanlı Devleti’nde müze olarak ne düşünüldüğü bir belirsizlik olarak kalmış ve bir müze olmadığına karar verilerek 1868 yılında ismine “Müzehane” verilmiştir. Daha sonraları müzecilikle ilgili çalışmalara devam edilmiş. 1881 yılında Osman Hamdi Bey‘in müze müdürlüğüne getirilmesiyle, Türk müzeciliğinin dönüm noktası olarak söylenmiştir.

İslami Döneme ait eserlerin sergilendiği ülkemizin ilk İslam Sanatı müzesi “Evkaf-ı İslamiye” bugün bilinen ismiyle Türk ve İslam Eserleri Müzesi 1914 yılında açılmış aynı zamanda bu Osmanlı Devleti zamanında açılan son müze olma özelliği de taşır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1937 yılında “İstanbul Resim ve Heykel Müzesi” Atatürk’ün emriyle kurulan ilk sanat müzesi özelliğini taşıyor. Ülkemizde müzecilik çoğunlukla arkeoloji, tarihi, el sanatları ve İslam sanatı üzerinde şekillenen koleksiyonlarla başlamıştır. 80’li yıllardan sonra gelişim göstermeye başlamış ve koleksiyonlarına farklı alanlarda dahil edilmiştir.

Müzelerde sergilenen eserler ziyaretçilerin yaşamlarında izler bırakır ve ziyaretçi ile eser arasında bir bağlılık oluşur. Kültürel değerin korunması için bir sığınak olan müzeler, bilim ve sanat merkezi olarak da anılabilir. Tapınak ve saraylardan günümüze kadar evrimini tamamlamış ve bugün bildiğimiz anlam çevresinde gelişimini tamamlamayı sürdüren müzeler insanların eserleri izleme, sosyal yaşama dahil olma, öğrenme ve dinleme için ziyaret ettikleri herkesin kendinden bir parça bulabileceği mekânlardır.
Kaynakça
- Müzeciliğin Kısa Tarihi ve Türk Müzeciliğinin Gelişimi – Arkeopolis Erişim Tarihi: 01.01.2024
- Berna, Okan. “Günümüzde müzecilik anlayışı.” Sanat ve Tasarım Dergisi 5.2 (2015): 187-198.
- Uralman, N. Hanzade. “21. yüzyıla girerken bir bilgi kurumu olarak müze.” Bilgi Dünyası 7.2 (2006): 250-266.
- Türkiye’de Müzeciliğin Gelişimi – Arkeofili Erişim Tarihi: 01.01.2024


