Edebiyat dünyasında önemli kuramlar arasında yer alan ve sömürge sonrası yaşanan sorunları ele alan postkolonyalizm, yazılanların gerçeklikleri ve yazarların dikkat çektikleri konular ile edebiyat kuramları içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu yazarlar arasında başarılı olanlardan biri ise şüphesiz Zadie Smith olmuştur ve hala daha yazdıkları ile başarısını sürdürmektedir. Özellikle ”İnci Gibi Dişler” isimli romanı, İngiltere’de yaşanan sömürge sonrası çok kültürlülüğün realistik bir yansıması olmuştur. Annesi Jamaikalı, babası ise Britanyalı olan Smith, kitabında yarattığı karakterlerden bazıları gibi melez biri olarak, Londra’da dünyaya gelmiştir. Kitapta, Londra’da yaşayan ve farklı kültürlere mensup olan karakterleri bu şekilde iyi anlatıp betimlemesi muhtemelen kendisinin de yaşadığı ve deneyimlediği şeylere borçlu olduğunu düşünmek yanlış bir varsayım olmaz. Romanda, karakterlerin sayısının fazla olması ve ilahi bakış açısıyla yazılması, bizi pek çok farklı konu ile içli dışlı yapıyor ve hepsini yakından anlamamıza yardımcı oluyor.
“İnci gibi dişler” romanından bahsetmek istersek, şöyle açıklayabiliriz; kitap, Londra’da yaşayan farklı ailelerin ve bu ailelerin çocuklarının yaşamlarını, neler hissettiklerini ve tecrübelediklerini ele alıyor. Roman, farklı iki jenerasyonu ele alırken zamansal anlamda güzel geçişler yaparak, geçmişten günümüze olan bir süreci anlatıyor. Romanı ilk okumaya başladığımızda Archibald isimli orta yaşlı ve İngiliz olan karakterin bir gün, arabasında intihar girişiminde bulunması ve başarısızlıkla sonuçlanan intihar girişimi ”sayesinde” hayata daha sıkı tutunmayı istemesi, bunun üzerine şehirde gençler tarafından düzenlenen bir partiye katılması, orada da kendinden 28 yaş küçük, genç ve güzel Jamaikalı Clara ile tanışması ile başlar. Tabii ki de roman sadece bu karakterler ile sınırlı kalmaz, fakat diğer karakterlere geçmeden önce, bu iki karakterin önemini vurgulamak gerekir. Archibald, son bulmuş evliliğinden pişman ve hayatından bıkmış, savaşta askerlik yapmış ve kadere son derece bağlı bir karakterdir. Kararlarını yazı tura atarak belirler ve seçimlerine bu sayede güvenir. Jamaikalı Clara ise köklerine çok bağlı olmayan, Archibald ile evlenmeye karar verip ailesi tarafından reddedilmiş bir siyahidir. Clara hakkında ilginç olan şeylerden biri ise üst dişlerinin olmayışıdır. Tabii ki Zadie’nin kitabının başlığında dahi ismi geçen “Diş” sembolü, kitabının en önemli sembolüdür çünkü dişler “kökleri” temsil etmektedir. Sağlıklı dişler köklerine bağlıdır ve kolay kolay sökülmezler fakat zayıf dişler köklerinden kolayca koparlar. Clara’nın üst dişlerini kitapta kaybetmesi de aslında karakterinin köklerine bağlı olamayışının bir sembolüdür.”Ona, belki de tek hatalı yönünü ortaya çıkararak gülümsedi. Clara’nın üst dişleri yoktu.”
Romanda bir diğer farklı kültüre ait olan aile ise İkbal ailesi oluyor. Kitapta kökleriyle ve kültürü ile büyük bir karmaşa halinde olan Samet ve onun genç eşi Alsana Bangladeş’ten İngiltere’ye göç eden bir ailedir ve islam kültürü ve batı kültürü arasında sıkışmış kalmışlardır. İlerleyen zamanlarda ise Macit ve Millat adında çocukları olur ve işler daha karmaşık bir hal alır. Samet, doğunun bir simgesidir romanda. Kendisi Archiebald ile savaş dostudur ve İngiltere de bu dostluklarına devam ederler. Ayrıca Müslüman bir garsondur. Sürekli kimlik karmaşası içindedir çünkü ona göre dininin, kültürünün getirdiği kurallara uymayıp “yanlış” olan her şeyi yapıyordur ve bu onun sürekli doğu-batı ikilemi altında ezilmesine neden oluyordur. Samet’in bu denli gelenekçi ve iki yüzlü olması çoğu zaman problem olmuştur. Samet’in istikrarsız ve pek doğru olmayan kararları ileride doğacak olan çocuklarını da etkileyecektir.
Yeni Jenerasyon
Her iki ailenin çocuklarının doğması ile ikinci jenerasyonun anlatımı başlar. Irie, yani Clara ve Archibald’ın kızı, romanda fiziksel özellikleri yüzünden kendini beğenmeyen melez bir genç kızdır. Fakat aynı zamanda kendi kültürünün köklerine inmek isteyen bir karakterdir de. Kitapta annesinin dişlerinin sahte olduğunu öğrendikten sonra dindar anneannesiyle yaşamaya gider ve orada ilk defa kendi kültürüne ait şeyleri keşfetmeye başlar. Bu onun Jamaika’yı ziyaret etmesini istemesine neden olur ve köklerini daha çok kabullenmeye başlar. Irie’nin ileride dişçi olması ise annesinin aksine kendi kültürünü daha çok benimsemek istemesinin güzel bir sembolü olmuştur. Macit ve Millat isimli ikizler ise Samet ve Alsana’nın çocuklarıdır. Samet, iki “ayrı” kültür arasında ezilip giderken, bunun cezasını çocuklardan çıkarmak ister, bu yüzdende ikizlerden birisini, Macit’i doğuya, yani Bangladeş’e gönderip, gelenek ve göreneklerine bağlı bir Müslüman olarak yetişmesi ister. Diğer ikiz ise Londra’da kalır çünkü Millat daha özgür ve asi olan olarak görülmektedir, onun işe yaramayacağı düşündüğü için kendi haline bırakır. Fakat yaşadığı kültür karmaşası Samet’i yine rahat bırakmaz çünkü gelenekçi bir Müslüman olması beklenen Macit hiç beklenmedik bir şekilde sorgulayan bir entelektüel olarak İngiltere’ye geri dönerken, Millat ise radikal bir dinci grubuna katılır. Roman bize bu karakterlerin çevresinde gelişen olaylara eleştirel ve mizahi bir dille yorum yapar. Kitapta bolca ırkçı söylem de yer almaktadır çünkü sömürgeciliğin ve çok kültürlülüğün sonucunda ırkçılıkta maalesef kaçınılmaz bir hal almıştır, Zadie ise bu ırkçı söylemleriyle aslında bu konuya dikkat çekmek istemiştir eleştirel bir dil ile. Archibald bile eşi için ırkçı söylem yapmaktan çekinmez
Zadie Smith’in “İnci Gibi Dişler” romanı, bize İngiltere’de yaşayan ve farklı kültürlere mensup olan karakterlerin, hayata tutunmaya çalışmaları, kimliklerini bulma çabaları ve kökenlerini anlama yolunda ilerleyişlerini anlatan eleştirel bir roman olmuştur. Kendisinin mizahi bir dili olduğu için, yaptığı eleştiriler kitapta çok güzel ve akıcı bir şekilde işlenmiştir. Dünyamızda hala insanları yaralayan ve kökenleri sömürgeciliğe dayanan ırkçılığın, hala son bulmamış olduğunu gördüğümüz bu günlerde, bu gibi önemli konulara parmak basan eserleri okumak hepimize güzel bir katkı sağlayacaktır.



