Tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? “Yüzyıllık Keşif” serimizde, geçmişin gizemli olaylarını, unutulmaz kahramanlarını ve çığır açan dönüm noktalarını mercek altına alıyoruz.
MS 5. yüzyıl; Çin’de tekrar merkezileşme emellerinin oluşmaya başladığı, Hristiyanlığı devlet dini haline getiren Bizans’ta derin fikir ayrılıklarının yaşandığı, Attila’nın Avrupa’ya diz çöktürdüğü, Roma’nın çekilmesi sonucu Britanya’da Anglo-Sakson akınlarının hız kazandığı, Kral Arthur efsanesinin ortaya çıktığı ve Batı Roma’nın yıkıldığı bir dönemdir.
Çin’de Kuzey ve Güney Hanedanlıklarının Kuruluşu (420)

Han hanedanının 220’de yıkılmasından bu yana Çin, tek bir güçlü aile altında istikrara ulaşmaya çalıştı fakat neticede ülke bölündü. 303’ten 439’a kadarki zaman aralığını kapsayan On Altı Krallık döneminde ise Türk, Moğol ve Tibet gibi çeşitli etnisitelere mensup çok sayıda hanedan gelip geçmiş, sıklıkla birbirleriyle savaşmış ve ülkenin büyük bölümleri sürekli el değiştirmiştir.
Günmüzde Kuzey ve Güney hanedanlıkları olarak adlandırılan şey, güneydeki Liu Song hanedanının 420’de Jin hanedanını devirmesiyle başladı. Kuzeyde ise, Kuzey Wei hanedanı 439 civarında güçlü bir yer kurdu ve bununla birlikte değişen yönetim bölgeleri ikiye inmiş oldu. Sonraki 150 yıl içinde bu iki hanedan da birkaç kez değiştirilse de, atılan bu hamleler Çin’in yeniden birleşmesinde atılan önemli bir ilk adımdı.
Hristiyanlık’ta Fikir Ayrılıkları Devam Ediyor: Nestûrîlik Meselesi ve Efes Konsili (431)

4. yüzyıl üzerine olan yazımızda da belirttiğimiz üzere I. Konstantin tahta çıkmıştı. Konstantinopolis’in kuruluşu ve başkent ilân edilişi ise Roma’nın odağının doğuya kaydığını gösteren en büyük somut örneklerden birisiydi. 4. yüzyılda Hristiyanlığın imparatorluk dini olarak benimsenmesi, teolojik sorunları beraberinde getirmişti. Hristiyanlıktaki bölünmeleri ve mezhepleri daha detaylı bir şekilde okumak ve birazdan anlatılacakları daha geniş çerçevede öğrenmek isterseniz editörümüz Meryem Azra Barut’un Filioque Meselesi üzerine yazdığı içeriğe göz atabilirsiniz.
Kısacası 5. yüzyılda da bu teolojik meseleler tüm hızıyla devam etti, çeşitli zulümler ve tehcirler meydana geldi. 4. yüzyıldaki İznik ve Konstantinopolis ekümenik konsillerinden sonraki iki konsil ise 5. yüzyılda gerçekleşmiştir.

428 yılında İmparator II. Theodosios, Nestorios‘u Konstantinopolis patriği olarak atadı. Zâhidliği ve hitabet yeteneğiyle öne çıkan Nestorios; oyunları, tiyatroları ve Ariusçuları reddederek makamına gelir gelmez hızlıca düşman kazanmaya başladı. Düşmanlığını kazandığı en önemli kişilerden birisi ise İmparatoriçe Pulcheria idi. Tanrı’nın insan gibi doğabileceği fikrine karşı çıkan Nestorios, 429’da gerçekleştirdiği vaazında Bakire Meryem için kullanılan Theotokos (Tanrı Taşıyıcı) terimine karşı itirazlarını dile getirdi ve bu sıfattan ziyade “İsa’nın Annesi” anlamına gelen Christotokos‘un kullanılması gerektiğini belirtti.
Nestorios çok geçmeden İskenderiye piskoposu Cyril önderliğindeki muhalif grubun taarruzu altında kaldı. Cyril ve destekçileri, Nestorios’u İsa’nın insan ve ilahî doğalarını ayırıp “iki İsa” anlatısı ortaya çıkardığını dile getirerek onu suçladılar. Aslında her iki taraf da İsa’nın hem insan hem de ilahi unsurlara sahip olduğu konusunda hemfikir olsalar da, İsa’nın bu iki doğasının nasıl birleştirileceği konusunda farklı görüşlere sahiptiler. Bir dereceye kadar Antakya ve İskenderiye’deki teolojik ekoller arasındaki farklıkların bir sebebi olarak yorumlanabilen bu anlaşmazlıkta İmparator doğal olarak kendi atadığı patriğinin tarafındaydı. 431 yılında, Efes kentinde ilk defa gerçekleştirilecek olan ekümenik konsil toplandı. Cyril ve destekçilerinin hakim olduğu bu konsilin sonucunda Nestorios suçlu bulundu ve sürgüne yollandı. Buna rağmen, çoğunlukla Suriye’de aktif olan Nestorios’un takipçileri, konsilden çıkan kararları yok saydı ve bir süre sonra da kendi kiliselerini kurdular. Bizans’ta zulüm gören birçok Nestorios destekçişi, İran’a, Arabistan’a ve öte topraklara göç ederek Orta Asya, Hindistan ve Çin’de bugün dahi var olan topluluklar kurdular. (Timothy E. Gregory, A History of Byzantium, 103-4)
İkinci Efes Konsili (449) Monofizitizm ve Kalkedon Konsili (451)

440’ların sonlarına geldiğimizde Nestûrîliğin yeniden canlanmasından çekinen Konstantinopolis’teki bazı ruhbanlar, İsa’nın yalnızca bir doğası (physis) olduğunu ve bunun ilahî olduğunu savunan keşiş Eutyches‘in fikirleri altında birleşmeye başladılar. Konstantinopolis Patriği Flavian, Eutyches’e karşı çıksa da İskenderiye Patriği Dioskoros onu desteklemekteydi. Bu meselenin 449’da gerçekleştirilen ve baskıcı yanından dolayı Hırsız Konsili (Lat: Latrocinium) olarak da adlandırılan İkinci Efes Konsilinde çözüme ulaşacağı varsayılıyordu. Dioskoros ve yandaşları, konsildeki delegeleri korkuyla zapt ederek Eutyches’i akladılar ve Flavian’ı suçlu bulup görevden aldırdılar. Flavian bu olayların ardından kısa süre sonra hayatını kaybetti.
İmparator II. Theodosios’un 450’deki vefatından sonra İmparatoriçe Pulcheria, yaşlı komutan Marcian ile evlendi. Çift, son toplanan konsilde alınan kararları tersine çevirmek için Papa I. Leo ile ittifak kurdu. Bu amaçla da, günümüzde Kadıköy sınırlarında olan Kalkedon‘da, 451 yılında, bir konsil daha toplandı ve bu konsilde Eutyches ve Dioskoros suçlu bulundu. Buna ek olarak, İsa’nın insan ve ilahî olmak üzere iki doğaya sahip olduğu fakat bu iki doğanın birbirinden ayrılamaz bir teklikte var olduğu ilan edildi.

Her ne kadar bazıları tarafından 451’deki Kalkedon Konsili’nin Nestûrîlik öğretileriyle uyumlu olduğu düşünülse de bu konsilden çıkan sonuçlar, kalıcı bölünmelere ve çatlaklara neden oldu. İsa’nın tek bir doğası olduğunu ve bu doğasının da ilahî doğa olduğunu savunan Mısır ve Suriye’deki Monofizitler bu konsili reddederek Hristiyanlık içinde derin ayrılıklar yarattılar. Mısır’daki Kıptîler ve Suriye’deki Yakubîler yerel kimliklerini öne çıkararak ayinlerinde kendi ana dillerini kullandılar.
5. yüzyıldaki Hristiyan mezhep ayrılıklarının Bizans’taki hor görülen ve ezilen tebaaların millî duygularını göz önüne alarak yorumlamak mümkündür. Bu görüş mantıklı gelebilir zira bu hizipçilik faaliyetlerinin çoğu başkentten uzakta gerçekleşmiştir fakat Amerikalı Bizantolog Timothy E. Gregory ise onların salt millî duygularla hareket ettiklerini düşünmenin doğru olmadığını ancak Monofizitizm (İng: Monophysitism) ve benzeri hareketlerde yerliliğe vurgu yapılmasının ve yerel dillerin ve kültürlerin canlanmasının o dönemin önemli bir özelliği olduğunu savunmaktadır. (Timothy E. Gregory, A History of Byzantium, 104, 105, 106)
Tanrı’nın Kırbacı Attila’nın Önderliğinde Hunların Avrupa Hakimiyeti (434–453)

Roma’ya saldıran “barbar” liderlerin en ikoniği hiç şüphesiz ki Tanrının Kırbacı Attila idi. 434 yılında eski hükümdar Rua‘nın ölümü ile onun iki yeğeni, Bleda ve Attila, Hunlara liderlik etmeye başladı. Kardeşi Bleda ile birlikte paylaştığı saltanatının on birinci yılında, 445 yılında, onu öldüren Attila; Daçya’ya ve Tuna’nın karşı kıyısına doğru ilerleyen Hunların tek hâkimi olmuştu artık.
Bu yüzyılda Hunlar, büyük bir imparatorluğa sahiptiler. Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizans, dağılmak üzere olan Batı Roma’dan çok daha güçlü olsa da uç sınırlarını olası bir istilada savunmaları çok zordu zira nüfuzlarından büyük bir araziye hükmetmekteydiler. Saldırıya uğramamak için Bizans İmparatoru, Hunlara yıllık haraç ödemeyi kabul etti. Fakat imparatorun ödemeleri sürdürememesi, Attila’nın Bizans İmparatorluğu’nu 441-443 ve 447-449 yıllarında iki kere işgal etmesine yol açtı. Bu seferler sonucunda imparatorluk, Balkanlarda önemli toprak kayıpları yaşadı ve daha büyük bir haracın altına girmek zorunda kaldı.
451’de Attila, gözüne Batı’daki büyük Galya topraklarını kestirdi. Öncesinde Roma generali Aetius ile dostane ilişkiler içinde olması ise bu büyük seferi başlatmasına engel olmamıştı. Hedefinde Toulouse merkezli Vizigot Krallığı olduğunu iddia ederek, Batı Roma İmparatoru III. Valentinian‘a bir şey yapmayacağını belirtti. Ancak 450’de Valentinian’ın kız kardeşi Honoria, yüzüğünü Attila’ya gönderdiğinde Attila onu eşi ilan etti ve çeyiz olarak Batı İmparatorluğu’nun yarısını talep etti.

Attila’nın Galya seferine aksiyon alan General Aetius, ona karşı koymak için Vizigot Kralı I. Theodoric ile ittifak kurdu. Attila, Aurelianum‘u (Günümüzde Orléans olarak bilinen Fransız bölgesini) ele geçirmeye yakındı ancak Aetius ve Theodoric gelip ona karşı koyduğunda geri çekilmek zorunda kaldı. Katalonya Ovası‘nda taraflar kanlı bir savaşa tutuldular. Savaşta Theodoric öldürülmüş olsa da Attila Galya’dan çekilmek zorunda kaldı, mağlup olmuştu. Bu onun ilk ve tek yenilgisiydi.
452’de ise Attila önderliğindeki Hunlar, radarını İtalya’ya çevirdi ve Aquileia, Padova, Verona, Brescia, Bergamo ve Milano dahil olmak üzere birkaç İtalyan şehrini yağmaladılar. Aetius’un elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ancak o yıl İtalya’yı kasıp kavuran şiddetli kıtlık ve salgın hastalıklar, Hunların Apenin Dağlarını geçemeden o topraklardan ayrılmalarına sebep oldu.

453’te Attila, yeni Bizans İmparatoru Marcian’ın selefi II. Theodosius tarafından kararlaştırılan haraç ödemelerini reddettiği için Doğu Roma’ya saldırmayı planlıyordu. Ancak Ildico adlı son eşi ile evlendiği gece Attila, beklenmedik bir şekilde uykusunda hayatını kaybetti. Attila’yı ve hazinelerini gömen mezarcılar, gelecekte kimse mezarını bulamasın diye öldürüldü. Attila’nın yerine ise oğulları geçti, imparatorluğu aralarında bölüştüler.
Hunların ömrü çok geçmeden son buldu. 454 yılında Cermen kabileleri, Nedao Muharebesi’nde Hunları yendi ve 459’a geldiğimizde Hunların kısa ömürlü fakat devasa imparatorluğu tamamen çöktü. Neticede Hunlar, bir zamanlar kralları oldukları toplumların arasında kaynayıp, asimile olup yitip gittiler.
Britanya’da Anglo-Sakson Rüzgarı (441)

Britanya’daki Roma hükümranlığında bu adaya Kuzey Denizi’nin ötesinden pek çok istilacı akın etmekteydi. Günümüzde Kuzey Avrupa’da ve İskandinavya sınırlarında kalan yerlerden gelen Jütler, Frizler, Angluslar ve Saksonlar; Roma’nın bu adadaki savunmasını defalarca kırmaya çalıştılar. Şans bir süre sonra onların yüzlerine güldü zira III. Konstantinos 407’de Roma ordusunu adadan çektikten sonra, onları Britanya’da durduracak bir engel kalmamıştı artık.
Roma ve Roma sonrası otoritelerin müttefikleri olan Cermen foederatiler (Roma’nın askerî yardım aldığı, karşılığında da birtakım imtiyazlar tanıdığı yabancıları tanımlamak için kullanılan bir terimdir) her ne kadar MS 4. yüzyılda Britanya’ya yerleşmiş olsalar da, boy göçleri 5. yüzyılın ortalarında başladı. 6. yüzyılda yaşamış İngiliz yazar Gildas‘a göre buraya gelen o ilk boylar, krallığını Piktlere ve İskoçlara karşı savunmaları için bir İngiliz kralı tarafından çağrılmışlardı. 7. yüzyılın sonlarında ve 8. yüzyılın başlarında yaşamış olan ve İngiliz histografisinin babası olarak görülen Bede, bu çağrılan ilk paralı askerlerin Anglus, Sakson ve Jüt boylarından olduklarını ifade etmiştir.

Sonraki yüzyıllarda bu boylar, adada kendi yerleşkelerini kurdular. Bu yerleşkelerin çoğu günümüzde de varlığını sürdürmektedir, bunlardan bazıları ise şunlardır: Kent (Jütler), Sussex (Güney Saksonlar), Wessex (Batı Saksonlar), Middlesex (Orta Saksonlar), Doğu Anglia (Doğu Angluslar) ve Northumbria.
Anglosaksonlar ülkenin dilini, kültürünü ve kimliğini büyük ölçüde etkiledi; son Anglosakson kralı Harold Godwinson 1066’da Norman Fethi ile devrilene kadar bu Anglosakson soyu, yaklaşık altı yüzyıl boyunca yönetimde varlığını sürdürdü.
Kral Arthur’un Doğumu ve Tarihsel Gerçekçiliği (465)

Britanya’ya gelen yeni soyların bu topraklara kurulmak için yaptıkları baskılar sırasında onlara direnen bir Kral Arthur yaşamış olabilir miydi? Belki Thomas Malory’nin popülerleştirdiği ve Alfred Tennyson gibi isimlerin de daha sonra kaleme aldığı Orta Çağ romansları gibi değildi onun hayatı. Arthur’un Kutsal Kase‘yi arayışında ona eşlik eden parlak zırhlı şövalye yoldaşları da yoktu elbette. Hatta ne bir Yuvarlak Masa‘sı ne de Taştaki Kılıç‘ı vardı. Fakat bütün bunların aksine, yabancı istilasına karşı Roma kültürünü benimsemiş yerli İngiliz direnişine liderlik eden, adı belki de Arthur bile olmayan bir savaşçı var olmuş olabilir miydi?
Arthur’un sadece mitolojik bir öge olmasından ziyade Roma-Britanya kökenli gerçek bir figür olduğu tartışma konusudur. Adının, kökeniyle alakalı pek çok teori olsa da, Britanya’da ikinci yüzyılda yaşamış bir komutan olan Lucius Artorius Castus‘tan veya onun soyundan türetildiği varsayılmaktadır.
Arthur’un takribi 465 yılında Castus’tan iki yüz yıl sonra doğduğu düşünülse de, 6. ve 7. yüzyıllardaki kayıtlarda Arthur adındaki altı adamın varlığı ise bu isim geleneğinin sürdürüldüğünü göstermektedir. Ayrıca bu ismin Kuzey İrlanda, Güneybatı İskoçya ve Güney Galler’deki popülaritesi; Roma’nın geri çekilmesinden sonra Jütler, Angluslar ve Saksonlara karşı savunma sırasında Britanyalılara ilham veren bir savaşçıya duyulan hayranlığı da ima ediyor olabilir. (Williams)

5. yüzyılın sonlarında veya 6. yüzyılın başlarında gerçekleştiğine inanılan Badon Muharebesi ve 539’da gerçekleşen Camlann Muharebesi, Arthur anlatısının merkezini oluşturmaktadır. Badon’da Arthur’un Britanyalılara zafer bahşettiği söylenirken, Camlann’da ise ölümcül yaralar aldığına ve onun mistik bir ada olan Avalon‘a tedavi amacıyla götürüldüğüne inanılmaktadır.
İngiliz rahip Gildas, (Mary Williams’a göre) 540’larda kaleme aldığı De Excidio et Conquestu Britanniae adlı eserinde Badon Muharebesi’nden bahseder ancak bu savaşta yerlilere -Arthur’un adını vermeden- superbus tyrannus‘un liderlik ettiğini dile getirir. Bu superbus tyrannus‘un Ambrosius Aurelianus mu yoksa Arthur mu olduğu muammadır ancak, Nennius‘un 9. yüzyılın başlarında yazmış olduğu Historia Brittonum adlı eserinde Arthur’u Badon Muharebesi dahil olmak üzere on iki savaşa liderlik ettiğini ve kalkanında Meryem Ana‘nın bir imgesini taşıdığını dahi ifade eder.

10. yüzyıla ait Annales Cambriae (Tür: Galler Vakayinamesi) ise Arthur’un 518’de, Badon’da İsa’nın haçını üç gün ve üç gece boyunca taşıdığını ve böylece zafere ulaştığını iddia ederek ona atıfta bulunur. Ayrıca bu eser Arthur ve Medraut‘un (Mordred) çarpıştığı 539’daki Camlann Muharebesi’ne de işaret etmektedir.
Bu tarihî anlatılar ve Arthur isminin yaygın kullanımı, onun 5. ve 6. yüzyıllarda yaşamış gerçek bir figür olduğuna dair iddiaları destekler niteliktedir. Ayrıca Saksonların ve diğer boyların sayıca üstünlüğü bu yerli direnişin pek uzun sürmemesine neden olsa da Arthur efsanesi, folklor anlatılarında ve Orta Çağ’daki romanslarda ölümsüzlüğe kavuşmuştur.
Batı Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü (475)

Roma İmparatorluğu çeşitli sebeplerden çoktan doğu ve batı olmak üzere ikiye bölünmüştü. Durumu en kötü olan ise özellikle batıydı zira bir dizi başarısız hükümdarların saltanatı ve kendisinden güçlü düşmanların ortaya çıkması, işlerin iyice yokuşa sürülmesine sebep oldu. Çeşitli cephelerde farklı rakiplerle mücadele halinde olan Roma’nın içişlerinde yaşadığı problemler ve istikrarsızlıklar gittikçe artmış, bir zamanların o kudretli imparatorluğu basit bir av hâline gelmişti.

Vizigotların Roma’yı 410’da yağmalaması, Vandalların ise Roma için önemli bir eyalet olan günümüz Tunus’unu kapsayan Kartaca‘yı işgal edişi ve imparatorluğu 455’te istila etmesi; Roma Kartalı‘nın ölümcül bir yara almasına sebep oldu. Zayıf düşmüş Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti artık İtalya ve Kuzey Galya’nın bir bölümüyle sınırlıydı.
474’te İtalya’daki Bizans üst yetkilisi (Lat: supreme magistrate) Julius Nepos‘un kendini imparator ilan etmesinden bir yıl sonra, o dönemde barbar askerî birliklerinin komutanı ve bir zamanlar Attila’nın yanında görev yapmış olan Orestes onu tahttan indirdi ve 14 yaşındaki oğlu Romulus‘un imparator yaptı.

Kukla ve gaspçı bir imparator olan genç Romulus Augustulus’un naibliğini, babası Orestes üstlenmekteydi fakat çok geçmeden, 476 yılında, Orestes’in talihi yerle bir oldu çünkü onun kabile reislerine İtalya’da toprak verme sözünü tutmamasını sebep gösteren Odoacer adlı Cermen kökenli Roma kumandanı, Orestes’e karşı bir isyana kalkıştı. Neticede emri altındakiler, Odoacer’i kral ilan etti. İtalya Kralı unvanını kuşanan Odoacer, Orestes’i Pavia’da kuşatıp öldürdü ve oğlu İmparator Romulus’u sürgüne yolladı.
Batı Roma’nın Son Meşru İmparatoru Julius Nepos’un Suikastı (480)

Her ne kadar geleneksel tarihçilikte Odoacer’in tahta çıkışı beş yüzyıllık Roma İmparatorluğu’nun yıkılış tarihi olarak kabul edilse de, eski İmparator Julius Nepos hala hayattaydı.
Odoacer tahta geçtikten sonra, Bizans İmparatoru Zeno‘nun emrine amade bir patrik (Lat: patricius) ve İtalya’nın yöneticisi olarak tanınmak istediğini beyan etti. Zeno onun isteğini yerine getirdi ancak hem senatoya hem de Odoacer’a Julius Nepos’un, kağıt üstünde bile olsa, imparator olarak kalması konusunda ısrar etti. Neticede o, Doğu Roma’nın Batı’ya atadığı son meşru imparator idi. O dönemdeki sikkelerin Nepos’un adına basılmış oluşu ise Odoacer’in bu teklifi kabul ettiğini göstermekteydi.
Vaziyet her ne kadar böyle olsa da pratikte Nepos hiçbir zaman sürgünden dönemedi ve bir daha asla tahtını geri alamadı. Dahası, 9 Mayıs 480’de Salonae (Günümüz Hırvatistan topraklarında kalan Solin) yakınlarındaki yazlık köşkünde iki hizmetçisi tarafından suikasta kurban gitti. Suikastı, Nepos’un selefi olan ve o dönemlerde Milano başpiskoposu olarak hizmet veren Glycerius‘un yıllar sonra intikam almak amacıyla planlamış veya kışkırtmış olabileceğine dair bir anlatı mevcut olsa da bu muammadır zira Glycerius’un o dönemde hayatta olup olmadığı bile kesin değildir. (Franco C)
Romulus Augustulus’u hiçbir zaman batı imparatoru olarak tanımayan Bizans İmparatoru Zeno, onun bu şaibeli ölümüne dek Nepos’u meslektaşı olarak görmeye devam etti. (Timothy E. Gregory, A History of Byzantium, 108)
Kaynakça
“Attila.” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc.
“Anglo-Saxon England.” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc.
“Height and decline of imperial Rome” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc.
“Odoacer” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc.
“Romulus Augustulus” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc.
“Orestes” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc.
C., Franco. “Julius Nepos.” History Cooperative, 5 Eyl. 2023.
Britain Express. “King Arthur and Anglo-Saxon England.” Britain Express.
Gregory, Timothy E. A History of Byzantium. John Wiley & Sons, 2011.
Johnson, Ben. “Invaders! Angles, Saxons and Vikings.” Historic UK.
Williams, Mary. “King Arthur in History and Legend.” Folklore, vol. 73, no. 2, 1962, pp. 73–88. JSTOR.


