“bana derler Göremeli Mustafa
ben Anadoluyum, seni çizerim
bir tohum eker sonra yüzler biçerim.”
Renkler, çizgiler, dokular…Sanat binlerce ihtimali bir araya getirebilme ve ihtimalleri düşüncede, hislerde duyumsanabilecek bir dönüşüme uğratabilme kavrayışına sahip olmayı gerektiriyor. Sanatçının kültür hafızası, görme ve yorumlama biçimi yani zihninde bir araya getirdiği ihtimallerin dönüşümü bazen birkaç kelimeyle tariflenebiliyor. Toplumsal gerçeklerden beslenen sanat eserlerinin izleyicide yarattığı etki, binlerce sayfalık bir kitabın tek bir kelimeyle özetlenmesine, tek bir kelimeyle akılda kalmasına benziyor.
Bu yazıda sizleri, renklerin çağırdığı kelime ve çizgilerle anlatılan öyküsel dilde gerçeğin sarsıcı ve duyarlı yanına yakın olacağınız bir sergiyle buluşturmayı amaçlıyoruz. Sizler için incelediğimiz “Şövaleden Tuvale Akan Yüzler” sergisi aracılığıyla, Anadolu’nun kültürünü, eşsiz doğasını, insanını bir de toplumsal gerçekçiliğin Türkiye’deki önemli temsilcilerinden Mustafa Peker’in sanatından izlemenizi ve hissetmenizi umuyoruz.

Mustafa Peker Kimdir?
Ressam Mustafa Peker, 1935 yılında Ürgüp Mustafapaşa(Sinesos) köyünde doğmuştur. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’nde okuyan ressam, Ankara Şerefli Koçhisar’ın köy ilkokullarında 1952-57 yılları arasında öğretmenlik yapmıştır. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş bölümünde okuduktan sonra Rize-Çorum Öğretmen Okullarında, İzmir’in ortaokul ve liselerinde resim-iş ve sanat tarihi öğretmenliği yapmıştır. Emekli olduktan sonra sanatsal çalışmalarına ağırlık veren ressam 1981 yılında önce Almanya’nın Augsburg kentinde, daha sonra Darmstadt’ta yaşamaya başlamış, yine aynı yıllarda Münih, Berlin, Augsburg, Darmstadt, Frankfurt, Hollanda müze ve galerilerinde sanat araştırmaları ve incelemeleri yapmıştır. 2002 yılında Anadolu özlemiyle ülkesine dönen ressam, İzmir’deki atölyesinde çalışmalarını sürdürmektedir.
“Dilini geleneğini bilmediğim insanlar arasında sanatım sayesinde rahatlıkla yaşadım. Sanat diliyle anlaştım. Çünkü resimlerim onları da anlatıyordu. O zaman anladım ki sanat sınır, din, dil, renk tanımıyor.”

Mustafa Peker’in Sanatı
Figüratif ile soyut olanı sentezleyerek kompozisyon haline getiren ressamın eserlerinde Anadolu kültürünü yansıtan canlı renkler ağırlıklı olarak kullanılır. Kübizmden ekspresyonizme kadar farklı stilleri harmanlayan sanatçı, sosyal gerçekçilik anlayışına bağlı kalarak Anadolu’nun kadim kültürünü modern sanatla sentezlemiştir. Doğduğu topraklardan kopmayan sanatçı sanatında kullandığı evrensel dil ile ortak duyguların taşıyıcılığını üstlenmeyi başararak köksüzleşmiş, sanatın özgün yanıyla evrensel değerleri kucaklamıştır. Yüzler, bakışlar, anlamlar… Bu kelimeler sanatçının eserlerini görebilmenin, onun alt metinlerini özümsemenin önemli anahtarlarıdır.

Tanımlama, konuşma, öyküleştirme, figürleri tuvalin içinden çekip çıkararak hayatın gerçek özneleri olarak hissettirme… Hikayesi olan, sanatçının kendi hikayesinden beslenen sanat eserlerinde karşımıza çıkan figürler, sanatçının yaşamındaki karşılaşmalardan var ettiği karakterlerin birer temsili haline geliyor. Mustafa Peker’in tuvalinde yer alan figürler, ihtimallerin karmaşasında yitirilmiyor. Sanatçının tuvaline aldığı figürler elbette binlerce ihtimal içinde var olan bir yansımanın ötesinde, sanatçıya dair olanın ve gerçeğin çarpıcı yanından kaçınmadan seçiliyor. Çünkü sanatçı rehber edindiği benliğini, bakış açısını, hissettikleri ve değer olarak benimsediği şeyleri kendine kılavuz alıyor.

Sanatçı, doğayı, kadını, Anadolu’yu, kültürü ve içselleştirilen gerçeği sanatın imkanıyla sorguluyor. Kökleri, aidiyet duyulan değerleri, tabuları, yüzleşilmeyen korkuları, kodları, önyargıyı, kaygıları tepetaklak etmeden insani bir gerçeklik olarak gösteriyor. Böylece sorgulanmayan, yüzleşmekten kaçınılan, görmezden gelinen gerçekler bazen bir çift gözde bazen de duygunun yükü altında biçimlenen bir yüzde karşınıza çıkıyor.

İnsana dair olan duygular, karşı karşıya gelmekten çekinilen tabular sanatın üslubuyla evrensel değerlerin kucaklayan yanıyla sunulduğunda ortaya çıkan anlam yargılamadan, ötekileştirmeden anlamanın imkanını yaratıyor. Sanatın evrensel değerlerini arkasına alan sanatçı, toplumsal gerçekçiliği sahiplenerek kurguladığı eserlerinde gerçeklerden besleniyor. Böylece gerçekliğin yaralayıcı yanı sanatın birleştirici yanıyla bir arada, tuvalden izleyiciye sanata özgü öyküsel bir dille anlatıyor. Sanatçının oluşturduğu bu dil, coğrafya, kültür, din ayrımını yıkarak evrensel duygular etrafında birleştirdiği insanlığın eylemlerini de sorguluyor. Sanatçı kullandığı dilin imkanlarını eleştirel bir üslup için kullanıyor. Ancak sanatçı, eserleriyle izleyicinin kabul ettiği, sahiplendiği, ısrarla tutunduğu yargılardan sıyrılarak hayatına soru işaretlerini katarak düşünmesinin ve dışarıda tutuğu şeyleri dahil ederek anlamaya çalışmasının yolunu açıyor.

Sanatçı Anadolu insanının öyküsünü anlatırken bir edebiyatçıdan farklı olarak kelimelere ihtiyaç duymuyor ancak sanatın dilini sonuna kadar konuşuyor. İzleyici sanatçının eserleriyle karşı karşıya geldiğinde konuşma ve eserlerin hissettirdiği duyguyu tarifleme özgürlüğü buluyor. Çünkü her bir figür insanın özlemlerine, korkularına, yitirdiklerine dokunuyor. Karşı karşıya kaldığınız eserler, sanatçısının yaratım sürecinde baş başa kaldığı binlerce ihtimalin tuzağından izleyicisini sakınıyor. Sanatçının kültür hafızasından beslenen, onun özlemlerini, ağıtlarını anlatan ve hikayesi olan eserler, kelimelere başvurmanızı gerektiriyor.
“Resimlerimi Anadolumun gençlerine,
yarınları aydınlatacak kızlarına adadım”

Kadın, doğa ve kültür dikotomisinde her daim doğanın tarafında konumlandırılmıştır. Anadolu’da ise kadının doğayla olan bağı belki de kendini en özgür hissettiği mekanlarla ilişkilidir. Suyun, bitkilerin, toprağın kadınla olan bağı hem mitolojide hem de tarihte anlatılagelmiştir. Bu anlatılar sanata da yansımış, kadın ve doğa ilişkisinde ortaya çıkan güç kültürün egemenlikle ilişkisindeki gibi yıkıcı olmamıştır. Günümüzde sonuçlarıyla yüzleştiğimiz ekolojik krizler doğaya olan özlemi beslemiş, kendimizi doğanın dışında konumlandırdığımız eylemlerimizin kökenlerini sorgulamaya başlamamıza neden olmuştur. İnsanlık doğanın üstünde konum almaya çalıştıkça yabancılaşmış, özlemleri hep yitirdiklerine dönük olmuştur. İşte sanatçının eserlerindeki figürlerin gözlerinden okunan kaygı yitirilmiş olana yakılan ağıtın bir temsilidir. Doğayla bütünleşen Anadolu kadınını resmeden sanatçı, kadınların gözlerine özlemi ve yitirilen doğanın ardından yakılan ağıtı yerleştirebilmiştir. Anadolu kadınının doğanın dilini anlayarak biriktirdiği kadim bilgelik ve kararlı duruş da sanatçının kadın figürlerinde hissedilmektedir.

Köyden kente göç olgusunu Anadolu köylüsünün topraktan koparak kentte işçileşme süreciyle birlikte anlatan sanatçı, erkek egemen kültürlerde kadın rollerini de analiz ediyor. Sanatçı eserlerinde, kendilerine atanan toplumsal rollerin çelişkisiyle mücadele eden kadınların kısır döngüde var ettiği savaşımı, işçilerin yeni bir mekan olarak tanımaya çalıştıkları kentte yabancılaşma sürecini de işliyor. Toplumsal gerçekliğin dogmalarını ve normlarını çarpıcı bir şekilde tuvaline taşıyan sanatçı doğaya olan bağlılığını usta bir gözlemci olduğunu göstererek anlatıyor.

Işık, renk, doku… Doğanın akışı ve kendine has döngüsü içinde yer alan her bir ayrıntı sanatçının eserlerinde doğadaki yerine uygun konum alıyor. Böylece zaman zaman göç olgusuyla, kent ve köy çatışmasıyla yüzleşen izleyici, hem zamansal hem de mekansal geçişler arasına yerleştirilen doğanın sığınağında dinlenebiliyor. İzleyici, bir kadın figürünün kara gözlerindeki hüznü hissederken aynı eserde güneş ışıklarının ferahlatıcı, özgürleştirici yanıyla karşılaşabiliyor. Sanatçı, insan yüzlerini bir köprü gibi kullanarak farklı zaman ve mekanlar arasında gezinmeyi sağlıyor böylece hafızanın sınırları ortadan kalkıyor. Rastlantısallığın olmadığı eserlerde her bir figür konumlandığı yer içinde kendi anlamını veriyor.
Anadolu insanıyla göz göze geleceğiniz, yitirilen doğayı görsel hafızanızda konuk edeceğiniz sergiyi Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde 27 Ekim-4 Aralık 2022 tarihine kadar hafta içi ve cumartesi günü 09.30 – 17.30, pazar günü ise 12.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Sanatın evrensel değerleriyle kalın!


