Yusuf Atılgan, Türk edebiyatında modernist bir çizgide yürürken aynı zamanda varoluşçu felsefe ile yakından ilişkilidir. Edebiyatımızda bireyin iç dünyasını merkeze alan modernist roman anlayışını başlatan en önemli yazarlardan biridir.
Yusuf Atılgan Türk edebiyatına, insanın yüzeyselliğinin dışında içine de bakmayı öğretmiştir. Onunla birlikte Türk romanı, dış dünyanın yanında iç dünyanın varlığını da benimser ve iç dünyanın gerçeğiyle yüzleşir. Aylak Adam romanındaki Bay C.’nin, Anayurt Oteli‘ndeki Zebercet’in sessizliğiyle hepimizin tanıdığı o boşluğu hissettirir; şehirlerin kalabalığı içinde bile yalnız kalınabileceğini gösterir. Atılgan, Türk edebiyatına süssüz, sade ama derin bir dil ile kırılgan ama unutulmaz karakterler bırakır.
Yusuf Atılgan için, insanın içine dönmesini sağlayan yazarlardan biridir diyebiliriz. Onun dünyasında karakterler konuşmaz, susar; kalabalıklar arasında bile yalnız kalmanın ağırlığını taşırlar. Onun eserlerinin efsaneleşmiş karakterlerinden olan Bay C. ve Zebercet de bir yere, bir insana, hatta kendine bile ait olamamanın sessizliğini yaşar. Atılgan’ın metinlerinde yalnızlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik, bastırılmış arzular ve bitmeyen bir arayış birbirine karışır. O, bize insanın en çok kendine yabancı olduğunu anlatır, üstelik tek bir cümlesini bile süslemeye ihtiyaç duymadan.
Yusuf Atılgan’ın eserlerinde işlediği temaları mercek altına aldım. Keyifli okumalar!
1. Kalabalık İçinde Sessizlik: Yalnızlık ve Aidiyetsizlik

“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.” -Anayurt Oteli
Yusuf Atılgan’ın karakterleri hep insanların arasında ama aslında kimsenin yanında değildir. Kalabalıkların içinde bile sessiz bir odadadırlar. Aylak Adam’daki Bay C. kimseyle bağ kurmadan kalabalıkların ortasında bile bir yabancı gibi, aylakça dolaşır. Anayurt Oteli’nde Zebercet, tekdüze günlerin arasında kaybolurken çalıştığı otelin odalarının sessizliğinde kendi sesini bile duyamayacak hale gelir. İki karakter de bir yere ait olmayı ister ama ait olma fikrinin kendisi bile onlara yabancıdır. Atılgan için yalnızlık, seçilecek bir durum, tercih edilebilecek bir seçenek değildir; insanın doğasına işlemiş bir yazgıdır. C., İstanbul sokaklarında yürürken, insanların yüzlerine bakar; bütün yüzler birbirine benzer, ama hepsi ona biraz uzaktır. Yalnızlık, Bay C. için mahkum olduğu bir kader değil, bir yaşam biçimidir. Dost, sevgili, ev, mal, mülk her şeyi vardır C.’nin ama hiçbiri gerçek ve anlamlı değildir. Zebercet’in otel odasındaki sessizliği, C.’nin şehrindeki yalnızlığının yankısı gibidir. İkisi de vardır ama yaşamıyor gibidirler. Yusuf Atılgan bize yalnızlığın sıradanlıktan uzak varoluşsal bir durum olduğunu gösterirken insanın kendine bile misafir olduğunun farkına varılmasını sağlar.
2. Kendine Bile Uzak Olma: Yabancılaşma

“Perde indi. Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?” -Aylak Adam
Yusuf Atılgan’ın karakterleri, toplumla bağ kuramayan, bağ kuramadıkça da içlerine kapanan karakterlerdir. Yani onun karakterleri hem topluma hem de kendilerine bile yabancıdır. Onun karakterleri, aynaya bakarlar ama orada gördükleri yüz artık tanıdık değildir. Zebercet her sabah aynı aynanın önünde tıraş olur ama aynada gördüğü karşısında duran adamın kim olduğunu bilmediği bir haldedir. C. için de durum Zebercet’ten farklı değildir; Bay C., çok gezer ama gezdiği kadar da kaybolur. İnsan, kendi benliğini çözüp anlamaya çalıştıkça o benlikten biraz daha uzaklaşır, yabancılaşır. Bu yabancılaşma sadece insanla dünya arasında değil, insanla kendi ruhu arasında da gerçekleşir.
Anayurt Oteli’ndeki Zebercet, her gün aynı işleri yaparken kendi varlığının farkındalığını bile yitirir, bir gölgeye dönüşür. Toplumun kuralları, şehirlerin gürültüsü ve rutinlerin boğuculuğu arasında, Zebercet yavaşça kendi benliğini yitirir, şehrin ve kaosun içine batar. Aylak Adam’daki C. ise insanlarla konuşur ama onların yüzlerinde hep aynı maskeyi görür çünkü herkesin koşulsuzca benimseyip içinde yaşadığı bu düzen, Bay C.’nin içsel gerçekliğiyle çelişir. Yabancılaşma, Atılgan’da bir şehir hastalığıdır; sessizlikle bulaşır, farkında olmadan içe işler.
3. Boşluğun İçinde Bir Ses: Anlam Arayışı

“Aradığı burada, şu gelip geçen insanların içindeydi. Belki bu akşam onu bulacaktı.” -Aylak Adam
Atılgan’ın romanlarında arayış, yaşamın kendisidir. Onun karakterleri bir arayış içindedir ama neyi aradıklarını tam olarak bilmezler. Her şeyin ötesinde aslında aradıkları “anlam“dır. Aylak Adam’da C., bir kadını aramaktansa, eksik olan bir anlamı aramaktadır; Anayurt Oteli’nde Zebercet’in beklediği kadın, bir figürdense aslında yaşamı temsil eden bir simgeye dönüşür. Özünde her arayış biraz daha boşluğa açılır, çıkmaza varır çünkü Yusuf Atılgan’ın dünyasında hiçbir buluş tamamlanmaz. Aramak, hayatın kendisidir; bulmak ise imkansızlaşır. İnsan gerçek yaşamda aradığını bulamaz, bulduğunu da ya elinden kaçırır ya da tutamaz. Bu bitmeyen döngü, modern insanın içindeki sessiz boşluğun hikâyesidir; ne geçmişte huzur ne de gelecekte umut vardır.
4. Bedenden Taşan Suskunluk: Bastırılmış Duygular

“Bakır küllük oradaydı; yatağa uzanıp kadının bitmeden söndürdüğü sigaralardan birini içmişti. Daha bekliyor muydu? En kötüsü kafasındaki tutarsızlıktı.” -Anayurt Oteli
Atılgan, cinsellik konusunu ne bir tabu gibi işler ne de yüzeysel bir haz olarak ele alır. Onun eserlerinde cinsellik, sadece bedensel bir dürtü değil; bastırılmış arzuların, eksik kalmış sevgilerin ve yalnızlığın yansımasıdır. Cinsellik, eylemden çok sessizlik gibidir. Anayurt Oteli’nde Zebercet’in saplantılı arzusu, duygusal bir yalnızlığın ve iletişimsizliğin sonucudur. Beklediği kadına duyduğu istek ve yakınlaşma arzusu aslında yaşamın sıcaklığına dokunma arzusudur. Aylak Adam’da Bay C. ise kadınlarla yakın olmasına rağmen her ilişkisinde kadınlardan biraz daha uzaklaşır çünkü aradığı şey cinsellik değil anlamlı bir bağlılıktır. Yusuf Atılgan, bu temayla okurlarını aslında insanın arzularının bile çoğu zaman sevgisizlikle kirlenmiş olduğu gerçeğiyle yüzleştirmektir.
5. Tekdüzelik ve Sıkışmışlık: Zaman

“Beşi yirmi geçiyordu. Bakır küllüğü yorganın üstüne koyup yattı. Nasıl uzundu günler! ‘Ne ölüyüm ne sağım.’” -Anayurt Oteli
Yusuf Atılgan’ın romanlarında zaman ilerlemez, sadece geçer. Bu geçiş de hep ağır ağır olur. Günler birbirinin aynısıdır, zaman akmayı bırakmış adeta tekrara girmiştir. Özellikle Zebercet’in Anayurt Oteli’ndeki yaşamı kendi etrafında dönüp durur. Bu, hem bireyin kendi içinin hem de varoluşuna sıkışmışlığın döngüsüdür. Onun için her gün “kadının döneceği gündür” ama o gün hiçbir zaman gelmez. Zebercet’in içinde olduğu bu döngü ve sıkışmışlığı Bay C. tümüyle reddeder, zamanın durağanlığını kırmak ister ama sonunda o da Zebercet gibi aynı döngüye teslim olur. Aylak Adam’da zaman, Bay C.’nin hayatında bir yürüyüşün içinde erir ve yitip gider. Bu işlem defalarca tekrarlanan bir döngüdür. Bay C.’nin yürüyüşü Aylak Adam’daki sıkışmışlığı temsil ederken Anayurt Oteli ise tekdüze zamanın sembolüdür diyebiliriz.
“Her şey her zamanki gibiydi: Motor gürültüsü, kalkık yakalı kayıtsız insanlar, bir yerden bir yere yetişme telaşı.” -Aylak Adam
Atılgan, zamanı anlatının bir unsuru olarak değil de anlatılarının içinde bir karakter gibi kullanır; hiç kimsenin görmediği ama her şeye yön veren ve şekillendiren bir karakter.
Zaman, onun anlatısında her şeye yön veren karakter olmanın yanında görünmez bir katildir. Ne Zebercet ondan kaçmayı başarabilir ne de Bay C. onu değiştirebilir. Hayat akar ama hiçbir şey ilerlemez. Atılgan’ın dünyasında zaman hep aynı noktaya geri döner, tıpkı karakterlerinin kendileri gibi ve biz okurlar, o durağan akışın içinde kendi yalnızlığımızı ve kayboluşumuzu fark ederiz çünkü Atılgan’ın zamanı yalnızca Zebercet’i şekillendirmek ile yetinmez, içimize işleyen sessizliği ve yalnızlığı da şekillendirir.
Kaynakça:
Gelir, Yakup ve Mehmet Tütak. “Modernist Bir Yazar Olarak Yusuf Atılgan.” Ulakbilge, cilt 5, sayı 13, 2017, ss. 1091‑1108. PDF dosyası. Erişim 10 Kas. 2025.
Güngör, Bilgin. “Yusuf Atılgan Üzerine.” Türk Dili, cilt CXX, sayı 834, Haziran 2021, ss. 42‑46. PDF dosyası. Erişim 10 Kas. 2025.


