Yaşar Kemal; eserlerinde Çukurova insanının yaşadığı acıları ve buhranları, öfkesini ve isyanını derinlemesine aktarabilmiş, Anadolu insanının yaşamına ve gerçekliğine ayna tutmuştur. Yılanı Öldürseler romanında ise ataerkil bir toplumdaki “namus” ve “töre” baskısının, yedi yaşındaki Hasan‘ı annesinin katili olmaya nasıl sürüklediğini görüyoruz.
Yaşar Kemal Kimdir?

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü ve çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu. On yedi yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı ve anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrildi. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında Uluslararası Cino del Duca Ödülü aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
“Yılanı Öldürseler” Ne Anlatıyor?

Romanın ana karakteri olan Hasan henüz altı-yedi yaşlarında bir çocuktur. Annesi Esme ve aşığı Abbas birbirlerini sevmelerine rağmen Esme; Halil tarafından kaçırılmış, tecavüze uğramış ve onunla evlenmek zorunda kalmıştır. Halil‘in oğlu Hasan altı yaşındayken hâlâ Esme’yi seven Abbas; Halil’i vurmuş, Halil oğlunun gözü önünde ölmüş ardından Abbas da öldürülmüştür. Bu olaydan sonra Hasan’ın babaannesi, amcaları ve köylüler Halil’in ölümünden Esme’yi sorumlu tutmuş, Esme’yi öldürmek onlar için kan davası ve namus meselesine dönüşmüştür. “Namus” temizleme görevi ise aileden bir erkeğe, bilhassa Halil’in oğlu Hasan’a düşecektir. Hasan, annesine olan sevgisine ve çocuk yaşına rağmen toplum baskısının yarattığı cinnet ile anne katili olmaya zorlanacaktır. Roman, Hasan karakterinin içsel çatışmalarını ve erkek egemen toplumda psikolojik baskının bir çocuğu nasıl cinayete sürüklediğini toplumcu – gerçekçi bir bakışla bizlere sunmuştur.
”Kadınları çocuklara öldürtüyorlar. Bunların hiçbiri mezarında rahat yatmayacak.” (s.72)
Hasan’ın İç Dünyası

1. Annesi ile İlişkisi
”Anasına hiç bakamıyordu. Yaşı dokuzdu. Ne bilsin Hasan, herkes öyle diyordu. Anasıyla bir göz göze gelecek olsun böyle sabahlarda çıldırıyordu.” (s.9)
Hasan, köydekilerin annesine olan düşmanlığına rağmen annesine olan bağlılığına karşı koyamaz. Hasan, annesinin şefkatine ve güzelliğine karşı suçluluk hissiyle karışık bir sevgi besler. Annesi Esme‘ye olan sevgisinden ötürü amcaları ve babaannesi tarafından suçlanır çünkü annesine olan bağlılığı onlar için babasına ihanet anlamına gelir. Hasan, küçük yaşına rağmen annesine olan sevgisini bastırıp babasının intikamını almalıdır. Elbette bu anne sevgisine muhtaç küçük bir çocuk için epey zordur ama toplumun psikolojik baskısı onu babasına ihanet ettiğine inandırıp buhrana sürüklemiştir. Ben Hasan’ın annesiyle olan ilişkisine Freud açısından bakmadan edemedim; Oedipal karmaşa içerisinde olan Hasan babasına uzak, annesine ise yakın bir tutum sergiliyor. Fakat toplum tarafından dayatılan ise tam tersi. Hatta romanın ilerleyen kısımlarında, Hasan’ın babaannesinin bu zaafı kullanarak Hasan’ı Esme’yi öldürmeye ikna etmeye çalıştığına şahit oluruz, Esme’nin eğer öldürülmezse başka bir erkekle evleneceğini söyleyerek başka bir baba figürü tehditini Hasan’ın aklına soktuğunu görürüz. Aynı zamanda bu ana – oğul ilişkisi ve yaşanan olay bana Yunan mitolojisindeki Orestes ve annesi Klytemnestra’yı hatırlattı. Klytemnestra Orestes’in babası Agamemnon’u öldürdükten sonra intikam için Orestes’de kendi annesini öldürür. Böylece babasının kanı yerde kalmamış olur. Burada Hasan Oidipal kompleksin adını aldığı Oedipus ile benzerlik taşırken erkek egemen toplum törelerinin dayatmasıyla sonunda Orestes gibi bir karaktere dönüşmüştür.
”Babasının öldüğünü büyük anası ağlarken anladı. Bir şeyi daha anlamaya çalışıyordu. Bu işler hep anasının yüzünden olmuştu.” (s.13)
2. Ataerkil Baskı

Hasan‘a babası öldükten sonra sürekli bu cinayetten annesinin suçlu olduğu fikrini aşılamışlardır. Babaannesi ve amcaları tarafından Hasan’a sürekli “Adamlık, yiğitlik, erkeklik” gibi kavramlarla erkek egemen toplumun töre ve namus anlayışı dayatılmıştır. Hasan her ne kadar annesinin yanında bir duruş sergilese de bu baskılardan etkilenir. Öncelikle, romanın başlarında, küçük bir çocuk olmasına rağmen Hasan’a verilmiş olan tüfek ataerkilliğin “adamlık” dayatmasını gördüğümüz ilk yer. Bu anlayışa göre erkeklik onun için bir silah olmalıdır ve silahı kullanıp annesini vurmak ve töreyi uygulamak da onun üzerine kalır. Hasan ona verilen bu değerli tüfekle köydeki tüm canlılara saldırmış, hayvanların baş belası olmuştur. Bana kalırsa Hasan, tüm öfkesini ve içsel çatışmalarını bu şekilde ortaya dökmekte, bir yandan da doğadaki canlılara, kutsal görülen kırlangıçlara saldırması ile ataerkil baskılara boyun eğip romanın sonunda annesini öldüreceğinin işaretini vermektedir. Babaanne, Hasan’ın aklına girebilmek için annesine karşı kıskançlık aşılıyor, babasına benzemesi gerektiğini, babası gibi “yiğit” olması gerektiğini ve bu yüzden de Esme‘nin ölmesi gerektiğini küçük Hasan’ın aklına sokuyor.
”Benim Halil’imin oğlu babasına çekecek, babası gibi babayiğit olacak. Anası evlenirse benim torunum, kara gözlüm hiç gider de babalıkla birlikte yaşar mı? Benim oğlum, Hasanım üvey baba sultası altında yaşar mı? Benim oğlum gider de, babasının kanlısı bir avradın, babasının yatağına bir yabancıyı sokacak bir avradın yanında boynu bükük yaşar mı?” (s. 24)
Böyle bir toplumda, kocasız kalmış bir kadın, erkekler için şehvet uyandıracak bir tehlike ve nesne olarak görülür. Bu yüzden de Hasan, annesini öldürmeli ve babasının yatağına yabancı bir erkek sokmamalıdır. Bana kalırsa Hasan’ın annesine olan yakın ve korumacı tavrından gördüğümüz kadarıyla Hasan, üvey bir baba istemeyeceği gibi kendi babasına karşı da pek bir yakınlık beslemiyor. Ama toplum baskısı, hurafeler ve ölünün mezarda rahat uyumayacağı inancı Hasan’ı suçlu hissettiriyor.
“Kocasız kalmış bir kadının başka
erkeklerin şehvetini uyandırabileceği düşünülür. Kaybedilen kocanın yerine bir başkasının konması yasın özüne aykırı bir davranış sayılır ve böyle bir davranışın ölenin ruhunda öfke ateşini tutuşturacağından korkulur.” (Freud, 2017, 100)
3. Bir Çocuğun Anne Katiline Dönüşümü

”İçi karmakarışıktı. Ya anasını öldürmüşlerse… İçinde bir sevinç… Sonra da daha sevinç dalgalanıp dururken, içinde bir acı, dehşet bir ağrı yüreğinde…” (s.68)
Hasan‘ın anne katili oluşunda babaannesi, amcalarının baskısı, köydeki hurafeler ve toplumun namus anlayışı etkili olmuştur. Romanın başından beri babaannenin ağıtlar yaktığını, sürekli ağlanarak Hasan’ı annesine karşı kışkırttığını görüyoruz. Aynı şekilde amcaları tarafından annesini öldüremediği için sürekli ayıplanıyor ve babasının kanını yerde bırakmakla, babasının ruhuna eziyet çektirmekle suçlanıyor. Bu esnada köydeki ”hortlak” hikayeleri de Hasan’ı iyice korkutuyor, etrafındaki herkes babası Halil‘in hortladığını ve şekilden şekle girip acı çektiğini söylüyor. Hasan tüm bunlara rağmen annesinden kopmuyor ve annesiyle birlikte birkaç başarısız kaçma girişimleri oluyor. Hasan’ın gitgide toplum baskısı içinde bir buhrana sürüklendiğini, bu baskıdan kaçmaya çalıştığını görüyoruz. Hasan baskı içinde günden güne boğuluyor, biliyor ki çaresi yok bu durumun. İyice anlıyor ya annesi ölecek ya da babasının kanını yerde bırakmanın ağırlığıyla yaşayacak. Romanın ilerleyen kısımlarında Hasan’ın köyden kaçtığını görüyoruz; annesinin öldürülme tehlikesine karşın onu köyde yalnız bırakıyor ve annesine olan sevgisine rağmen aslında amcaları annesini öldürsün diye umut ediyor. Zaten romanın başından beri Hasan’ın kaçma isteğine ve sıkışmışlığına şahit oluyoruz.
”Öldürülmeli anam, öldürülmeli. O öldürülmezse olmaz. Çukurova’da kimse bizim yüzümüze bakmaz.” (s.68)
Hasan başlarda konuşkan bir çocuk iken gittikçe içine kapanıyor, sessizleşiyor ve günden güne acımasızlaşıyor, köyü yakıyor, kırlangıçları öldürüyor ve kutsallarını yitiriyor. Hasan’ın bilinçdışında yaşadığı bu suçluluk duygusu elbette rüyalarına da yansımış. Rüyalarında babasının hortlak olduğunu, acı çektiğini ve feryat ettiğini görüyor. Annesine olan sevgisi ve toplum baskısı arasında iyice kendini kaybeden Hasan, her ne kadar dirense de en sonunda annesi Esme‘yi öldürüyor.
”Birden elindeki tabanca ateş aldı, Bir çığlık koptu… Bir daha ateş aldı, bir daha… Hasan
birden boşalıverdi, ortada bir süre, tabancası elinde, tandırın başında dolandı durdu Anasının tandıra girmiş başındaki saçlar yanıyordu.” (s.101)
”İnsan babasını, kanından geldiği bir adamı kıyamete kadar sümüklüböcek olmaya mahkum eder miydi, hem de kendi eliyle…” (s.53)
Bir Kadın Olarak Esme

Kadınların ezildiği bir toplumda, kadınlar daima günah keçisi ve kötülük timsali olarak görülür. Romanda Esme, haksızlığa uğrayan taraf olmasına rağmen kocasının ölümünden sorumlu tutulmuş ve öldürülmesi gereken bir ”yılan” olarak görülmüş. Oysa ki Esme, Abbas‘ı sevmesine rağmen Halil tarafından zorla alıkoyulmuş ve tecavüze uğramış bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Ama böyle bir olay Halil’in çevresi tarafından normal karşılanıyor, onlar için esas suçlu ve başı ezilmesi gereken yılan Esme oluyor.
Romanda sürekli Esme’nin güzelliğine vurgu yapılmış. Esme, upuzun örgülü saçlarıyla büyüleyici güzelliğe sahip bir kadın olarak betimleniyor ve köylülerden bazıları Hasan’a böyle bir güzelliğe kıymanın günah olacağını, annesini öldürenin dünyada da ahirette de iflah olmayacağını söylüyor. Aynı zamanda Hasan’ın amcaları da Esme’yi bir kaç kez öldürmeye yeltense de güzelliğine kıyamayıp bundan vazgeçiyor. Esme, kocası ölmüş bir kadın olarak cezbeden güzelliğiyle bir tehdit olarak da algılanıyor ve bu yüzden böylesine ataerkil bir ortamda Esme’nin öldürülmesi gerektiği düşünülüyor.
Romanda, bazı köylü karakterlerin Hasan’a annesini öldürmemesi gerektiğini tembihlemesinin Anadolu’da yılanların kutsal görülmesiyle alakalı olduğunu düşündüm. Elbette yılan sembolü kültürden kültüre tarih içinde değişime uğramış. Yılan, çoğu kültürde dişilik, doğurganlık, yenilenme ve doğa sembolü olarak karşımıza çıkıyor ama Hristiyanlık ve Yahudilik gibi semavi dinlerde şeytani bir sembol olarak görülüyor. Günümüzde de ”yılan” denildiğinde kötülük ve sinsilik aklımıza gelir. Anadolu‘da ise yılanların kutsal olduğuna ve öldürülürlerse geri gelip öç alacaklarına dair bir inanç varmış fakat yılan sembolü zaman içinde ataerkil bakış açısına evrilmiş ve dişiliğin, doğurganlığın sembolü olan yılan kötülüğün sembolü olarak görülmüş. Hasan’ın da doğadaki hayvanları, kutsal görülen canlıları öldürüşüne şahit olduğumuz gibi yılan olarak görülen Esme’yi de öldürüşüne şahit oluyoruz. Bu yüzden, toplumun kadınlara olan bakış açısı Esme’nin en sonunda kendi oğlu tarafından trajik bir şekilde katledilmesine neden olmuştur.
”Ana kanlısı olmak, ölünceye kadar ateşten gömlek giymektir.” (s.63)
”Beni dinle olur mu? Ananı öldürme Hasan. Anan gibi dünya güzeli öldürülmez zaten.” (s.56)
Kaynakça
- Bakıcı, Kerem. ”Yılanı Öldürseler Romanında Anne Katili”. Ege Sosyal Bilimler Dergisi 3. sayı. 2022: 35-45. Erişim Tarihi: 18.09.2024
- “Yaşar Kemal’in Yaşamı”. Yaşar Kemal Vakfı. Web. Erişim Tarihi: 09.09.2024


