1950’lerin Amerika’sından, sınıfsal ayrıcalıklarla dolu İtalya sahillerine uzanan Yetenekli Bay Ripley (1999), büyüleyici görselleriyle yalnızca bir suç öyküsü değil, aynı zamanda kimlik ve sosyal hiyerarşiye dair bir eleştiri. Patricia Highsmith’in aynı isimli romanından Anthony Minghella (The English Patient) tarafından beyaz perdeye taşınan film; sınıf ayrımı, aşk ve taklit gibi temalar üzerinden ilerleyen bir psikolojik gerilim.
Matt Damon (Tom Ripley), Jude Law (Dickie Greenleaf) ve Gwyneth Paltrow (Marge Sherwood) gibi günümüzün usta isimlerinin bulunduğu oyuncu kadrosuyla Yetenekli Bay Ripley, oyunculuk performanslarıyla dikkat çekiyor. Damon’ın taklit yoluyla sınıf merdivenlerini tırmanan Ripley performansıyla seyirciyi etkilerken, Law ise Dickie’nin rahatlığı ve cazibesiyle ön plana çıkıyor ve BAFTA ödüllerinde En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünün sahibi oluyor.
Film, mütevazi ve alt sınıf bir hayat yaşayan Tom Ripley’nin kimliği hakkında yalan söylemesiyle ve Dickie Greenleaf’in babası tarafından İtalya’ya gönderilmesiyle başlar. En başta para karşılığı Dickie’yi Amerika’ya döndürmek için İtalya’ya giden Tom’un hedefleri ve motivasyonları zamanla değişir. Tom’un Dickie’nin lüks ve eğlenceli yaşantısına kapılmasıyla, sadece yaşam tarzını benimsemekle kalmaz, aynı zamanda Dickie’ye karşı saplantılı bir hayranlık beslemeye başlar ki bu hayranlık onun kimliğini çalmasına kadar uzanır. Özellikle Dickie’nin Tom’a karşı ilgisinin azalması ve soğumasıyla bu hayranlığın yönü değişmeye başlar. Zamanla Dickie’nin hayatını ele geçiren Tom, en sonunda bu arkadaşlığı cinayetle bitirerek onun yerine geçer ve Dickie’ye ulaşamadığı için kaygılanan Marge’ın şüphelerinin önüne geçer. Tüm bu olaylar gergin bir alt tonla anlatılarak seyirciye gerilim dolu anlar yaşatır.
Sınıf, Kimlik ve Bir Yalanın Peşinde

Yetenekli Bay Ripley aslında sadece gerilim dolu bir suç hikâyesi değil; aynı zamanda kimlik arayışını ve dünyaya uyum sağlama çabasını anlatan bir kurgu. Tom bunu normal yoldan yapmasa da onun kimlik sorunları olan bir karakter olduğunu söylemeden geçmek olmaz. Çevresinde yaşanan yanlış anlaşılmalara hemen ayak uydurarak kendine bir kişilik yaratması veya herhangi birinin özelliğini kendine adapte edebilmesi aslında en başından bize neler izleteceğinin mesajını verir nitelikte. Bunun en basit örneklerinden biri, kendini Dickie’nin üniversiteden arkadaşı olarak kolayca tanıtabilmesi ya da Dickie’nin müzik zevkine adapte olup, sanki kendisi de caz müzik fanıymış gibi rol yapmasıdır.
Filmin başlarda daha sakin, normal ve hatta keyifli bir şekilde ilerlemesinin başlıca sebeplerinden biri, Tom’un hedefleri ve motivasyonu. Onun özgüvenli bir karaktere dönüşmesini ve en sonunda katile evrilmesini detaylı şekilde izliyoruz.
En başta daha sönük, oraya ait olmayan, ve gözlüklü bir karakter olan Tom, sakince Dickie’yi gözlemler; onun neleri sevdiğini, nelere nasıl tepki verdiğini ve Marge ile nasıl bir ilişkisi olduğunu dikkatle takip eder. Bir süre sonra sıkıcı kıyafetlerinden, gözlüğünden ve tabii ki Dickie’den kurtularak kendine yeni bir kişilik yaratır. Bu iki kişilik arasındaki geçişi aslında gözlüğünü takıp çıkarmasıyla takip ederiz. Gözlüklü hâli, daha sıkıcı ve alt sınıf Tom iken; gözlüksüz ve şık hâli, Dickie’nin bir yansımasıdır.
Her ne kadar Tom’un Dickie’ye olan saplantısını bu yazıda onun hayatına duyduğu hayranlık olarak ele almış olsak da bazı seyirciler ve eleştirmenler bu saplantının altında Tom’un gizli cinsel yöneliminin de yattığını düşünmektedir. Bu doğru olabilir, fakat eğer öyleyse akıllara şu soru geliyor: Neden Marge’ı değil de Dickie’yi öldürdü?
Turistik Güzelliğin Ardında Ripley

Filmin büyük kısmının geçtiği İtalya, hikâyenin yalnızca arka planı olarak kalmayıp filmin birçok noktasının temelini oluşturuyor. Bir izleyici olarak filmi izlerken en çok keyif aldığım unsurlardan biri olan mekanlar, filmin başından sonuna kadar seyirciye tam bir görsel şölen sunuyor. Karakterlerle birlikte İtalya sokaklarında gezintiye çıkıyor, büyüleyici evlerinde çay içiyoruz. Güneşli sokaklar, lüks tekneler, müzik ve kültürle film, en başta hayranlık uyandıran bir hayatı gözler önüne seriyor. Ama bu hayatı gören sadece seyirci değil, aynı zamanda Tom da. Bunun sonuçlarını ise film ilerledikçe izliyoruz. Mekanlar yalnızca güzel gözükmekle kalmıyor, aynı zamanda filmin birçok tematik noktasına da hizmet ediyor.
Tom’un İtalya’ya gelişi ve karakterlerin Akdeniz güneşi altında tanışmasıyla birlikte, seyirci hikâyeye oldukça olumlu bir tonla başlıyor. Tom, Dickie ve Marge’ın, lüks içinde kurdukları arkadaşlığı izliyoruz. Tom, en başından beri Dickie’nin üniversiteden arkadaşıymış gibi davranarak bu dünyaya sanki zaten aitmiş izlenimi yaratmaya çalışır. Fakat her ne kadar bu oyunu ustalıkla devam ettirse de oraya ait hissedemez; bu yüzden onu sürekli bir taklit içerisinde görürüz. Bunun başlıca nedeni sınıf farkı olsa da Tom’un saplantılı hayranlığı zamanla motivasyonunu tamamen ele geçirir. Burada yine İtalya’nın büyüleyici atmosferi devreye giriyor. Tüm bu hayranlık ve aidiyet temaları gerginlik içinde işlenirken, atmosferin estetik çekiciliği bu gelişmelerin üzerini örtüyor. Bu da gerginliğin daha da artmasına neden oluyor; çünkü seyircinin dikkati dağılarak gidişatını kaçırabiliyor.
Yönetmenin Gözünden

Yönetmen Anthony Minghella’nın anlatım tarzı, filmi yalnızca estetik açıdan değil; duygusal ve psikolojik açıdan da etkileyici kılıyor. Minghella, Yetenekli Bay Ripley’de bir suç hikâyesinden çok daha fazlasını sunmak için sinema dilini dikkatli bir şekilde kullanıyor. Mekanlar, müzik, kostüm ve renk paletiyle hem büyüleyici hem de rahatsız edici bir atmosfer yaratıyor.
Filmin atmosferini daha önce bahsettiğimiz mekanlar büyük ölçüde etkilese de müzik terchileri hemen arkasından geliyor. Özellikle caz müzik hem dönem ruhunu yansıtıyor hem de Tom için Dickie’nin dünyasına olan ilgisini besleyen bir araç oluyor. Dickie’nin hayat enerjisi ve özgürlüğünü temsil eden hareketli müzik, Tom’un taklit dolu hayatının arka plan müziği oluyor. Tom’un caz kulübünde çekinerek sahneye çıkışı ve şarkı söylerken Dickie’ye ayak uydurmaya çalışması aslında sadece eğlenceli bir sahne değil, aynı zamanda Tom’un hayattaki ayak uydurma çabasının da bir yansıması. Müziğin ritmiyle uyumlu giden Tom’un heyecanı, ilerleyen sahnelerde geçici bir duyguya dönüşecektir.

Yetenekli Bay Ripley, yalnızca entrika dolu bir suç hikâyesi değil, aynı zamanda karakter psikolojilerini, sosyal sınıflar arasındaki görünmez uçurumu ve kimlik arayışını estetik şekilde sunan bir anlatı. Minghella, müzik, mekan ve görüntü diliyle bu dünyayı kurmayı başarıyor ve film seyirciye bir gerilimden fazlası olarak geçiyor.
Kaynakça
Besnard. “The Style of The Talented Mr. Ripley.” Besnard Journal, Web. Erişim: 20.05.2025
The Talented Mr. Ripley. Directed by Anthony Minghella, performances by Matt Damon, Jude Law, and Gwyneth Paltrow, Miramax, 1999. IMDb, Web. Erişim: 20.05.2025