Pierre Auguste Renoir, 1841 yılında Fransa’nın Limoges şehrinde doğmuş, terzi bir baba ve annenin altıncı çocuğudur. Henüz çok küçük yaşta çalışmaya başlayan Renoir, şehrinde bulunan porselen fabrikalarında çalışarak, dönemin ünlü porselen ressamlarının çırağı haline gelmiş ve oradan kazandığı paralarla desen dersleri almıştır. Aile, daha iyi bir maddiyata sahip olmak için Paris’te bulunan Rue de la Bibliotheque kentine yerleşmişlerdir.

Renoir, yeni taşındıkları bu şehirde Louvre Müzesi’ne oldukça yakın olması sebebiyle neredeyse her gün müzeye giderek oradaki ressamların eserlerinin kopyalarını yaptı.
Daha küçük yaşlarda olmasına rağmen deseninin çok güçlü olması, kendisinin dikkat çekmesini sağladı. Öyle ki dönemin en prestijli sanat okullarından olan Ecole des Beaux Arts’ın desen ve morfoloji atölyelerine kabul edildi. Okula girdikten sonra, “Kayıp İllüzyonlar, Akşam” isimli tablosuyla tanınan, ünlü İsviçreli ressam Charles Gleyre’nin öğrencisi oldu fakat o dönemde Neo-Klasik üslup hakimdi. Bu sebeple hem okul hem de hocası Gleyre Neo-Klasik üslupta eğitim vermekteydi.
Renoir, dönemine göre oldukça yenilikçi bir öğrenci olmasına karşın, hocasının Neo-Klasik bir sanatçı olması sebebiyle, gerçek bir Neo-Klasik üslupta eser veren ressam olmuş, hatta 1864-1865 yıllarında o dönemin ünlü “Salon” sergilerine eserleri seçilmiştir. Cleyre’ın maddi sorunlar ve sağlığı sebebiyle atölyesini kapatması, içerisinde Renoir’in de bulunduğu ve adlarına “Empresyonist” denilecek sanatçıların yeni bir döneme girmesini sağlamıştır.

İlerleyen dönemlerde yeterince Neo-Klasik eğitim aldığını düşünen Renoir, Ecole des Beaux’ta tanıştığı birkaç ressam arkadaşıyla (daha sonra Empresyonizm akımını başlatacak kişiler) birlik olarak daha yenilikçi eserler yapmaya başlamışlardır.
Ağır romatizmal hastalığa sahip olan sanatçı, ellerini rahat kullanamadığı için fırçayı eline bağlayarak ömrünün sonuna dek resim yapmaya devam etmiştir.
Renoir, sanat yaşamının en başlarında Monet’nin üslubuna hayran kalmış, bu üslubu Courbert’in plastik ifade biçimi ve Delacroix’un paletindeki renkler ile birleştirerek yeni ve farklı bir sentez oluşturmuştur.
Renoir’in Gleyre’in atölyesinde henüz 21 yaşındayken yapmış olduğu “The Return of the Boating Party” (1862) resmindeki sıradan duruşlardan kaçınması, geniş ve kalın fırça darbeleriyle ışığın ve renklerin etkisini kontrol etmeye çalışması, onun yenilikçi üslubunun daha çok erken dönemlerde ortaya çıktığını göstermektedir.

Sanatçı 1870’li yılların sonlarında Empresyonistlerle sergi yapmayı bırakarak, kendi yoluna devam etmiştir. 1881-1882 yıllarında İtalya, Cezayir gibi yerlere yaptığı geziler sanat hayatı için bir dönüm noktası olmuştur. Yeni bir tarz araması gerektiğini düşünen ressam, Empresyonizmden uzaklaşmış ve farklı arayışlara girmiştir. Günümüz sanat tarihçileri Renoir’in bu dönemine ‘Kuru Dönem’ ismini vermiştir. Çünkü o dönemde belirsizlik yaşamış ve ortaya eser çıkartması uzun sürmüştür.
Renoir 1919 yılında, henüz 78 yaşındayken hayata veda etmiştir. Bunca yıllık hayatına altı bine yakın eser sığdırmış ve gelecek nesillere de örnek olmuştur.
“Loca” Tablo Okuması

Renoir’in “Loca” isimli tablosunu yapma şekli dönemi için şok edici olmuştur. Akademi’nin tüm o mükemmelliği ve titizliğine karşın bu eser dönemi için oldukça kaba bir şekilde resmedilmiştir.
Resimde, dönemin modern hayatı izleyiciye sunulmuştur. O dönemin sanat konularını yalnızca; dini sahneler ve mitolojik öyküler oluştururken, Renoir’in eserinde modern hayatı konu edinmesi, dönemi için oldukça sıra dışı olmuştur.
Resimdeki kadın figürüne hayat veren kişi döneminde birçok sanatçıya modellik yapmış Nini Fishface’tir. Nini, Renoir’in toplam 14 eserine modellik yapmıştır. Fakat dönemin güzellik anlayışına uymadığı için Empresyonistleri aşağılayanlar, onu da küçük görmüşlerdir. Erkek figürüne hayat veren kişi ise Renoir’in kardeşi Edmond Renoir’dir. Sanatçı maddi olarak henüz iyi durumda olmadığı için kardeşini model olarak kullanmıştır. Kardeşinin dalgalı saçları, sakal-bıyıkları dönemin modasına ayak uydurduğu için onu rahatlıkla bir üst sınıf olarak resmedebilmiştir.
Tabloda canlandırılan sahnede iki kişinin bir tiyatro sahnesinin locasında olduğu görülmekte. Loca o dönem için tiyatrolarda bir seviye göstergesi sayılmaktadır. Öyle ki locayı yıllık satın almak büyük bir prestij olarak görülmektedir. Sahnede bu iki kişinin bir tiyatro gösterisinin gala gecesinde olduğu fark edilmektedir. Çünkü dönemin tiyatrolarının gala gecelerinde belli bir kıyafetler giyilmekteydi. Erkeğin siyah ceket-pantolon, beyaz gömlek, bluz, eldiven ve yelek giymesi, kadının da şık bir kıyafet giymesi zorunluydu. Resimdeki her iki figürün de bu tanımlamalara uyduğu göz önünde bulundurulursa resmin bir gala gecesine ait olduğu ortaya çıkmaktadır. Eserde kadın figürü ön tarafta otururken, erkek figürü arka taraftadır. 1800’lü yıllarda locada kadının hep önde oturduğu bilinmektedir. Kadının sağ kolu korkuluğun üzerindeki mindere dayanmış, erkek hemen kadının arkasında oturmuş ve diğer insanlara bakmaktadır.

Resimde kadının elbisesinin siyah-beyaz şeritleri piramit şeklinde bir kompozisyon oluşturmuştur. Resimde hem kompozisyon olarak hem de geometrik bir strüktür oluşturmak için siyah-beyaz renkler daha yoğunlukta kullanılmıştır. Empresyonist ressamlar resimlerinde siyah rengini kullanmakta kaçınırken, Renoir’in resmin kompozisyonunu direkt bu renkler üzerine kurması onun ne denli yenilikçi ve cesur bir ressam olduğunu göstermektedir.
Resmin kompozisyonu siyah-beyaz ile oluşturulmuş olsa da resimde birçok farklı renk de kullanılmıştır. Kadının saç ve dekoltesindeki çiçekler ile rujunda, minderde kullanmış olduğu çeşitli renkler ile beyazların içerisine mavi yerleştirerek oluşturduğu parlak ışık da öne çıkmaktadır. Eser tam olarak bir ışık resmidir. Küpeler, kolyesi ışıl ışıldır.
Resmin döneme göre kabaca yapılmış olmasına karşın, kadının giyimindeki detaylar oldukça rahat bir şekilde ayırt edilebilmekte: boynundaki inci küpeler, belindeki çiçek demeti, saçındaki çiçekler… Renoir resimde rahatlıkla görünen bu detayları ayrıntılı bir kontür yapmadan izleyiciye aktarmıştır. Kadın ve adamın giyimleri ve locada olmalarından dolayı üst sınıfa mensup oldukları anlaşılmakta. Fakat eserde kadın adamın eşi değildir. O dönemde böylesine güzel elbiseler giyen kadınlar yalnızca müşterilerinin kolunda gezen metresleri olmaktaydı.
Eserde yalnızca tiyatro için hazırlanmış bir kadın ve erkek bulunmaktadır. Renoir’in Paris’in o dönemdeki modern yaşamını anlatmış olması sayesinde kadın kendini gösterebilmiş ve belli bir tip haline gelmiştir. Sanatçı bu şekilde statü ve sosyal sınıfı da resmin içerisine dahil etmiştir. Kadın figürüne bakıldığında; tiyatroya giden orta sınıf bir kadının tevazusu ya da gerçek bir aristokrat kadının sadeliği ve dik duruşu da bulunmamakta. Bu da kadının dönemin metreslerinden birini canlandırdığını göstermektedir.
Esere baktığımızda kadın ve erkek aynı yerde otursalar da birbirinden bağımsızmış gibi hissettirmekte. Kadın izleyiciyle aynı hizada oturuyor olmasına karşın, izleyiciye bakmıyor. Renoir; izleyiciyi sanki karşı locaya yerleştirmiş, kadın da aynı hizada oturuyor ve o da salondakilere bakıyor. Elinde altın tiyatro dürbünü bulunan kadın sahneye değil, salondakilere bakmaktadır. Genç adam ise dürbünle salondakileri dikkatle incelemektedir.
“Loca” isimli eserde sanatçı ışığı öylesine ustalıkla kullanmıştır ki ayrıntılı kontür çizgileri olmamasına rağmen ayrıntılar anlaşılır bir biçimdedir. Kadının yüzüne vuran ışığın yüzü bu denli ortaya çıkarması, izleyiciyi büyülerken, hislerine de dokunmakta. Kullandığı çeşitli renklerle beraber beyazın içerisinde karıştırdığı mavi renk sayesinde eserin can alıcı noktalarına güzel bir şekilde ışığı yerleştirmiş ve canlı bir görünüm kazandırmıştır.
Döneminin Neo-Klasik sanat anlayışına uygun ve oldukça ustaca resimler yapan Renoir, tüm hayatı boyunca yeniliklerin peşinde olmuştur. Klasik üslupla rahatlıkla Salon sergilerine kabul edilecekken bunu tercih etmemiş ve yeni tarz arayışına başlamıştır. 1874 yılında yapmış olduğu “Loca” isimli tablosu ile dönemine yeni bir soluk getirmiş, birçok kişiden olumsuz eleştiriler almış fakat o buna rağmen pes etmeyerek yeniliğin peşinde gitmiştir. Döneminde ilk loca resmini yapan Empresyonist olan Renoir, loca resminin bir biçim kazanmasını sağlamış ve kendinden sonra gelen ressamlara da ilham olmuştur.
Hayatının her döneminde yenilik arayan sanatçı Renoir’in dönemin Paris günlük yaşamını anlatması sayesinde bu resim Paris’ten ayrı düşünülemez hale gelmiş ve günümüze de o dönemin üst sınıfının hayatına dair çok güzel bir örnek bırakmasını sağlamıştır. Son nefesini verirken bile elinde fırça olan bu müthiş deha sanat tarihine yenilikçi ve farklı tarzlarıyla adını yazdırmıştır.
Kaynak
Gombrich, Ernst. Sanatın Öyküsü, Çev. Erol Erduran – Ömer Erduran, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2004
Erden, E. Osman. Modern Sanatın Kısa Tarihi, İstanbul: Hayalperest Yayınevi, 2016
Öndin, Nilüfer, Modern Sanat, İstanbul: Hayalperest Yayınevi, 2019
Gompertz, Will. Pardon Neye Bakmıştınız?, Çev. Süreyya Evren, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2015
Spence, David. Renoir / Büyük Ressamlar, Çev. İlker Sevinç, Koleksiyon Yayınları.
Harika içerikli bir yazı ve anlatım dili harika. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.