Çoğumuzun yaz mevsimlerinde bahçesinde yetiştirdiği, çocukluk anılarında beliren, uzun yolculuklara çıkarken camdan huzurla izlediğimiz ve Van Gogh‘un tablolarında görüp büyülendiğimiz günebakan, günetapan olarak da adlandırılan ayçiçeğinin, neden hiç ismi gibi güneş ne tarafta olursa olsun ona baktığını merak ettiniz mi? İşte sizin için bu sorunun cevabını, mitoloji temeline dayanarak veriyoruz.

Ayçiçeğinin hikayesine dair çok söylentiler vardır bu söylentilerin en kısalarından biri şöyledir; köyün birinde genç bir kız güneşe aşık olmuştur ve her gün onu izlemek için güneşe yalın gözle bakmaya başlamıştır, bu durum günlerce hatta haftalar aylarca devam ettiği için kız bir gün dayanamayıp ayçiçeğine dönüşmüştür. Ama biz size bugün, bu hikayeye çok benzeyen ve ayçiçeği hakkında en bilinen mitolojik hikayeyi anlatacağız: Apollon ve Klytie’nin aşk hikayesini.

Ayçiçeği’nin Mitolojik Hikayesi
Bildiğiniz gibi Yunan mitolojisi, tanrı ve tanrıçalarıyla ünlü ve oldukça etkileyici hikayelere sahip efsanelerle doludur. Bu hikayelerden biri de çoğu dilde “güneş çiçeği” olarak adlandırılan ayçiçeğinin hikayesidir.
Zeus ile Leton‘un oğlu Apollon bilindiği üzere güneş, sanat ve müzik tanrısıdır. Klytie ise Titan Okeanos ile Tethys‘in kızlarından biri ve aynı zamanda Pers prensesidir. Günlerden bir gün Apollon, güneş arabasıyla etrafta gezinip işlerini yaparken Klytie, nehir kenarında oolduğu bir sırada Apollon’u görür ve ona ilk görüşte aşık olur. Ama maalesef bunu Apollon için söyleyemeyiz çünkü Apollon Klytie’nin diğer kız kardeşi Leucothe‘ye aşıktır.
Yine de Klytie’nin aşkından vazgeçmeye niyeti yoktur ve ne zaman sevdiceğini güneşin etrafında görse onu hayranlıkla izlemeye devam etmiştir, görmese bile görmek için bin bir çaba sarf etmiştir. Bazı kaynaklara göre bu süreç, 9 gün 9 gece boyunca hiçbir şekilde yemek yemeden su içmeden devam etmiştir. Lakin bir gün Klytie, taşıdığı hislerin yoğunluğuna ve çektiği bedensel acıya dayanamayıp Apollon’a seslenmiş ve aşkını ilan etmiştir ancak Apollon kadını reddetmiş hatta aşkıyla dalga geçmiştir.
Acısından kahrolan Klytie, sevdiğine olan aşkına tutunabildiği kadar tutunmuştur. Her şeye rağmen güneşe, onu bir kez daha görme umuduyla bakmaya devam etmiştir. Bir süre sonra hem kalp yarası hem de vücudunun artık zayıf düşüp güneşin de zararlı ışınlarına dayanamamasıyla birlikte Klytie, kırık kalbinde Apollon varken hayata veda etmiştir.

Bir gün yine güneş arabasıyla gezinen Apollon, Klytie’nin nehir kenarındaki cansız bedenini bulduğunda büyük bir suçluluk hissi ve vicdan azabıyla karşı karşıya kalmıştır. Çektiği acıya dayanamayıp Klytie’nin narin bedenini sırtlayıp Zeus’un yanına gitmiş ve onu yeniden canlandırması için yalvarmış, gözyaşı dökmüştür. Oğlunun bu haline üzülmekten kendini alamayan Zeus, Klytie’ye yeniden can verir fakat farklı bir şekilde.

Klytie, Ayçiçeği’ne Dönüşüyor
Onu boyu oğlu Apollon gibi uzun, saçları oğlu gibi sarı olacak şekilde bir çiçeğe; ayçiçeğine dönüştürmüştür. Başka bir varlıkta hayata yeniden gözlerini açan Klytie, artık bir çiçek olduğu halde Apollon’a ilk günkü gibi aşk beslemiştir. Ne zaman güneşi görse ilk ve tek aşkını görme heyecanıyla yüzünü o tarafa çevirmeye başlamıştır. Güneş battığındaysa boynu sağ tarafa bükük bir şekilde güneşin yeniden doğmasını ve aşkına dair umutlarının yeniden yeşermesini beklemiştir.
O günden bugüne ayçiçeği hala aynı rutin ile hayatına devam eder ve bu sayede mitolojide en romantik çiçeklerden biri olarak sayılır. Bu hikayeye dayanarak ayçiçeği çiçeği özellikle resim sanatında hayranlık, tapma, yalnızlık gibi birçok hissi temsil etmiş; bu hislerle bağdaştırılmıştır. Klytie’nin bu hüzünlü hikayesi, sanatçılar tarafından da birçok kez resmedilmiştir. Mitolojilerin birçok alternatifi olsa da hepsinin sonu, aşkından ölümü bile göze almış olan aşıklar ve sadakat ile son bulmaktadır.
Kaynak
Myth of Clytie, web. talesbeyondbelief.com
çok güzel bir hikayeydi