Bir sayı doğrusunun sıfırından adım attığımız hayatta merakla sorgulamaya bebeklikten başlıyoruz. Soru yağmuruna tuttuğumuz çevremizden, içine kapanan saklı ruhlara dönüşümüzün acı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Gelecekte bizi bekleyen nice gerçekten, öğrendiklerimizin omuzlarımıza yükleyeceği ağır yükten habersiz hala büyük bir istekle ve açlıkla devam ediyoruz sorgulamalarımıza.
Öyle anlar yaşanıyor ki bunu da mı görecektim dediğimiz ya da bazıları için ben hiç bilemeyeceğim denilen… Yaşadıklarımız kadar yaşayamadıklarımızdan da öğreneceğimiz çok şey var.
Çok Yönlü Şairimiz
Benim yaşamım gezgin yaşamı diyen şairimiz Ataol Behramoğlu aynı zamanda çevirmen, gazete yazarı, oyun yazarı ve Rus Dili ve Edebiyatı öğretim üyesidir. 13 Nisan 1942’de Azeri bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Gençlik yıllarına kadar babasının görevi nedeniyle sonrasında ise üniversite için çeşitli illerde bulunmuştur. 1970’te çıktığı ilk yurtdışı yolculuğunda şiir ve oyunlar yazarak kendini geliştirmiştir. 1974’te ülkeye dönüşüyle İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda dramaturg olarak çalışmıştır.
1980 darbesi sonrası dramaturgluk görevinden ayrılırken 1984 başlarında ülkeden gizlice ayrılmak durumunda kalarak Fransa’ya yerleşmiş yine 1989’a kadar süren bu yurtdışı serüveninde de duruşundan, azminden ödün vermeyerek Fransızca Türk edebiyatı dergisi olan Anka‘yı kurmuştur. Bu yıllar gerçekten gezginliğinin doğrulandığı yıllarken Avustralya’dan Finlandiya’ya pek çok ülkede konuşmalar yapıp şiirler okumuştur. Ülkeye yeniden döndükten sonra üretmeye hızla devam eden şairimiz bir dönem Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı seçilmiştir. Bu tempolu, üretken hayatında birçok ödüle layık görülen Behramoğlu’nun en önemli ödüllerinden biri Rusya Federasyonunca verilen Puşkin Madalyası‘dır. Çok yönlü şairimiz halen İstanbul Aydın Üniversitesinde öğretim üyeliğini, Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığını sürdürmektedir.
Şiire Adanmışlık
Her yaştaki okurun tanıdığı ama söyleyemediği duyguların dile getiricisi Ataol Behramoğlu, ayak bastığı her topraktan dünyaya seslenmiş, yaşadıklarından öğrendiklerini anlatmıştır. Yaşlanmayacak dizelerin sahibi olmasında Kars’ın etkileyici doğasının izleri olduğundan bahsetmiştir. Edebiyatla tanışıklığı ilkokulda başlasa da lise yıllarında doruk noktasına ulaşmıştır. Babasının da yetenekli bir şair olduğunu söyleyen Behramoğlu hem ondan etkilenmiş hem de onu Türkçenin güzelliklerine en çok yaklaştıran şairin Orhan Veli olduğunu dile getirmiştir. İlk şiiri 1960’ta Varlık dergisinde yayınlanırken ilk şiir kitabı ise Bir Ermeni General adıyla sunulmuştur. Çevirilere de şiirleri kadar önem veren şairimizin ilk çevirisi de Anton Çehov’un Ivanov oyunudur.
Gerçek şiir kimliği 1971-1975 arası ortaya çıkan Behramoğlu, “Şiir benim için sıradanlığı aşmanın en önemli olanağıdır.” diyerek şiiri varoluşunun esası olarak görmüştür. İnsanoğlunun hislerine tercüman olan şiirleriyle çağdaş şiirlerimizin dönüm noktalarından biriyken kendinden sonraki kuşak için de derin bir etki bırakmıştır. Birçok şiiri bestelenirken idealinin Türkiye’yi şiirlerini okuyarak gezmek olduğunu söyleyen şairimiz müzisyen arkadaşlarıyla tüm Türkiye’yi gezmeyi başarmıştır.
Tüm Yaşanmışlıklara…
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var şiiri Behramoğlu‘nun açık ve anlaşılır şiirlerindendir. Geçmişte yaşanan pişmanlıklardan dolayı öğüt veriyor gibi gözükse de aslında yaşamın keyfini çıkarmayı öneren bir şiirdir. Bunlar gibi özellikleri sayesinde psikolojik danışmada kullanılabilirliği incelenmiş, okuyanlarda hissedilen duyguların benzer oluşu, üzerlerinde olumlu bir etki bırakması ile araştırma sonucunda psikolojik danışmada kullanıma uygun bir şiir olduğuna ulaşılmıştır.
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
Aslında yaşayamadıklarının pişmanlığıyla çıkarılmış bir ders niteliği taşıyan kilit dizilerle başlıyor okuyanlara iç çektiren şiirimiz. Behramoğlu, insanın tecrübesini objektifleştirmeye çalışan bu eserde kendini bir şeye tümüyle vererek yaşamanın önemini vurguluyor. Bizlere bir kere tanınan yaşam şansını kendini vererek değerlendirmek yükümlülüğünde olduğumuzu anlatıyor. Her ne tecrübe edinilecekse korkmadan, çekinmeden tam anlamıyla gerçekleştirilmeli diye düşünüyor.
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler sarmaktır oraya
Hepimizin kendi arzumuzun dışında geçirdiği pişmanlıkları vardır, yitik zaman demek yanlış olmaz belki. Hele ki günümüz toplumunun taklit arzularla geçici şeylerin kölesi haline gelmesi kaçınılmaz olmuşken. Oysaki insanın kendisine verilen yaşamı en kalıcı hale getirmesi gerekmez mi? Her gün gözünü açtığında gördüğü gökyüzünü tanıması, içine huzur kaplayan denizi fon olarak değil de sahile vuran hiçbir dalganın bir daha aynı şekilde vurmayacağını bilerek hayranlıkla izlemesi… Her çocuğun kurduğu, büyüdükçe küçümsediğimiz ama içimizdeki isteği derinlerde gizlediğimiz uçmak hayalini; her gün özgürlüğünü haykıran, sesleriyle bize en paha biçilmez müzikali sergileyen kuşları fark etmesi…
Merak duygusunu en doruklarda yaşayan, duyguların en hesapsız haline sahip çocukları izlemesi; kendini o günlerde bulması ya da içindeki çocuğu izlemesi belki… Böylece şiirinde sanki temaşa ile yaşamayı öğrendiğini ve bunun hayatımızı daha anlamlı hale getireceğini anlatmıştır.
Kucakladı mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, tutkunla, gövdenle gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin.
İlk mısralardaki “… yoğunluğuna yaşayacaksın” ifadesinin tarifeleri sıralanmaya burada da devam ediyor. Arkadaşım dediğini gerçekten sevmemiz gerektiğini, sözde yakınlıktan kaçınmamız gerektiğini anlatıyor. Ve bazen durup dinlenmeyi de önererek rahatlık aramadan, belki bir ağacın gölgesinde; belki yağan karın üstünde, tüm yükünü unutup kendine müsaade etmenin farkındalığını aktarıyor.
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Behramoğlu hayatta bize iyi gelen, ruhu dinlendiren her şeye dikkat çekerken müziğe de yer veriyor dizelerinde. Biliyor ki müzik, o an hissetmediğin duygulara götürebilir seni, istediğin bir ana, bir yere, birine… Ve nasıl davranacağımızı düşünmeden hesapsız kitapsız yaşamanın çekiciliği fikri sarıyor. Zümrüdüne aldandığımız yine de dalmaktan kendimizi alamadığımız denizde olduğu gibi hayata da böyle dalsak ya plansız. Şairimiz hayatın sürprizleriyle yaşanmasının daha geniş bir bakış açısı katacağını aktararak devam ediyor.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Hayatını kendi küçük dünyana sıkıştırmadan farklılıklara ilgi duyarak yaşamanın güzelliğini dile getiriyor. Önyargıyı köşeye bırakıp kapılı kapılar ardından değil misafirperverce görmeli insanları diyor.
O an gelen “Tüm kitapları okuyabilir miyim?” sorusunu sorma cesaretini bir ömür içinde taşımalı düşüncesiyle en azından çabalamanın zararı dokunmayacağı mesajını veriyor. Ama bu kadar büyük düşüncelerle devam ederken yola rehavete de kapılmadan hâlâ yudum yudum içtiğin suyun anlık yarattığı sakinliğin de kıymetini bilerek en naif mutluluğu yaşatmayı kendine ihmal etmemek de önemli diyor. Küçük denebilecek şeylere daha mutlu olabileceğinin ihtimali hep saklanmalı yaşananlar heybesinde. Behramoğlu‘nun isteği de hangi nedenle olursa olsun yaşananı doruklarda yaşamak.
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz tane kanı
Hayatın amacı yalnız mutluluğu bulmak değildir elbet. Bir o kadar hüzünlü günler de yaşanacaktır, içinden ağlamak gelecektir saatlerce. Behramoğlu hiç bir detayı atlamadan anlattıklarına burada devam ederken sevincin yanında acıların da öğreteceğini, başardığında gelen vazgeçilmez “ben oldum” hissinin başaramadığında “ben öldüm” olmayacağını bilmemizi istemiş. Şiirin tamamında verilen mesaj burada çok iyi betimlenmiş. Ne hayattan kopuk yaşayacaksın kaybolmuş hissedip ne de hayata fazla dalıp kendiliğini yok sayacaksın. Hayat ve siz iç içe geçmiş iki halka misali ayrılmak istedikçe aynı yerde bağlı kalacak, yaşadıklarınızla bütünleşeceksiniz.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
Son kıtada özetlendiği gibi hayat insanın yaşayacaklarına zemin oluşturan bir hediyeyken, hayatın istediği de bizim ona bırakacağımız “yaşanmışlıklar” parçalarını saklamak. Her birimizin geçirdiği ömür onun aradığı kaybolan yapboz parçası. Birimiz bıraksak hayata sıkı sıkı bağlanmayı, her anı hissetmeyi; hayat yarım kalacak.
Her cümlesiyle insanı durup düşündüren, bunların ne kadarını yapıyorum diye sorgulatan bu şiir, insana dair oluşuyla evrensel bir konuma ulaştı diyebiliriz. Günümüzde insanlığın en çok yapamadığı ve bunun için çabalayamadığı her şeyin deneyimlenmiş hâliyle öğüt niteliğinde kelimelerle aktaran Behramoğlu ölümsüz bu eseriyle, hayatın amacını arayanlara bir pusula vermiştir adeta tabii pusulaya doğru bakabilenler için.
Kaynakça
Öcal, Oğuz. “Kendini Verememe Problemi ve Ataol Behramoğlu’ndan Bir Örnek” web
Ataol Behramoğlu Resmi Web Sitesi web
Çıplak, Ersun. “Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” Başlıklı Şiirinin Psikolojik Danışmada Kullanılabilirliği” web