20. yüzyıl mimarlığı, sadece teknik ilerlemenin değil, düşünsel bir devrimin de sahnesidir. Bu dönem içerisinde birçok farklı ve efsaneleşmiş mimarın görüşlerini ve projelerini görmek mümkündür. Her bir mimarın bu döneme bıraktığı izler ayrı ayrı önem taşıyor olsa da bir isim vardır ki dogmatik modernizmin zincirlerini kırarak, önüne çıkan tüm engelleri kendine has bir mimari anlayışla yıkıp geçmiştir. Gelin Louis I. Kahn olarak tanıdığımız bu olağanüstü mimara ve 73 yıllık çalkantılı yaşamına yakından bakalım.
Louis Kahn’ın Hayatının Erken Dönemlerine Kısa Bir Bakış

Esas adı Itze-Leib Schmuilowsky olan, bugün ise Louis Isadore Kahn olarak tanıdığımız mimarımız, 1901 senesinde Estonya kıyılarındaki Osel adasında, oldukça yoksul bir Yahudi aileye doğmuştur. Ailesi, o daha çok küçük yaşlardayken ABD’ye göç etmiştir ve 1915 senesinde vatandaşlık kazanmışlardır. Kahn soyadını almalarının önemini tam da bu noktada görmemiz gerekir çünkü bu soyadı alarak gönüllü asimilasyona uğramışlar ve göç ettikleri ülkeye bu şekilde uyum sağlamaya çalışmışlardır.
Louis Kahn, küçük yaşlarından itibaren resme olan yeteneğini çevresindeki herkese kanıtlamayı başarmıştır, ancak sanatla dolu yaşamına büyük zorluklarla başladığını söylemek gerekir. Kahn’ın çocukluğuna tekabül eden yıllarda ailesinin çeşitli sanat malzemelerini alamayacak kadar yoksul oldukları bilinmektedir, fakat zorluklar küçük Louis’i durdurmaya yetmemiştir. Tüm bu zorluklara karşı direnmiş ve kendini olağanca gücüyle geliştirmeye devam etmiştir. Zaman zaman yanmış dallar ve kibritlerle çizim yapmış ve eskizlerini bu şekilde ortaya koymuştur. Bu durum, büyük bir yoksulluğun küçük bir çocuğu ittiği mecburiyetlerin bir yansıması ve travmatize edici bir durum gibi gözükse de Kahn’ın bu durumdan hiçbir zaman gocunmadığını görüyoruz. Aksine yanmış kibritlerin kâğıt üzerinde bıraktığı dokuya hayranlık beslemiş ve mimarlık yaptığı dönemde dahi zaman zaman yanmış kibritlerle çizim yapmaya devam etmiştir.
Mimarlığa Uzanan Yolculuğun Başlangıcı

Kahn’ın sanatsal dehası ve daha çocukluk yıllarından kendini göstermeye başlayan yetenekleri, öğretmenlerinin onu zaman zaman yarışmalara kaydettirmesine neden olmuştur. Mimarlık hayatına başlangıcı ise lisenin son yılında aldığı zorunlu mimarlık tarihi dersiyle gerçekleşmiştir. 1924 yılında lisans derecesini alacağı Pennsylvania Üniversitesi‘nde, École des Beaux-Arts pratiklerine bağlı bir eğitim almıştır ve eğitim gördüğü hocalarından biri, Beaux-Arts geleneğinin son dönem temsilcilerinden olan Fransız mimar Paul Philippe Cret‘dir. Kahn, öğrencilik yıllarının ilerleyen dönemlerinde Cret’nin en ünlü işlerinden biri olan ve Washington’da bulunan Folger Shakespeare Kütüphanesi‘nde çalışarak, hocasının sadık ve çalışkan bir öğrencisi olduğunu herkese kanıtlamıştır.
Kahn, Pennsylvania Üniversitesi’nde bulunan Paul Philippe Cret kürsüsünde kendisine yer edinen ilk isim olmuştur ve bundan sonraki süreçte mimarlık tarihine iz bırakacak, kendi kökleriyle harmanladığı modernizm pratiklerini öğrencilerine aktarmaktan asla vazgeçmemiştir.
Bugün Louis Kahn’ı 20. yüzyılın en önemli mimarlarından biri olarak görüyoruz hatta yaşadığı dönemde ABD’nin en büyük mimarı olarak nitelendirilmiştir. Ancak Louis Kahn ne yaşamının erken dönemlerinde ne de ilerleyen yaşlarında tam anlamıyla ekonomik refaha erişebilmiştir. Mimarlık kariyerinin başlarında bu durumu çok iyi biçimde gözlemleyebiliyoruz. Belki kendisinin bugünkü olağanüstü işlerini gördüğünüzde mimarlık kariyerine çok hızlı adımlarla giriş yaptığını düşünebilirsiniz ancak bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Kahn’ın mimarlıkta gelişimi oldukça yavaş olmuştur ve bunun temel sebepleri ağırlıklı olarak politik ve ekonomiktir.
Kendi mimarlık ofisini açtığı dönem, günümüzde bile dünyada yaşanan en büyük ekonomik kriz olarak nitelendirilen Büyük Buhran yıllarına denk gelmektedir. Kahn bu dönemde çoğunlukla düşük maliyetli toplu konutların yapımına odaklanmıştır. Vizyonu geniş ve kentinin sorunlarına oldukça duyarlı genç bir mimar olsa da gençlik yıllarında sınırları oldukça dar olan çeşitli işler üstlenmek durumunda kalmıştır. Çünkü bugün bile baktığımızda, alanında gelecek vaat eden birçok genç insanın, yeni mezun ve hevesli kişilerin hiçbir zaman kendi alanlarında yeterli değeri görmediğini gözlemleyebiliyoruz. Louis Kahn için de durum bundan farklı değildi, o da alanında yeteri kadar ön plana çıkamayan ve hak ettiği değeri göremeyen genç bir mimardı. Kendisini ancak elindeki ufak tefek işlerle idare edebiliyordu.
Louis’in Hayatını Değiştiren Seyahat

Louis Kahn’ın mimarlığının erken dönemindeki çalışmaları, Uluslararası Üslup‘a önemli ölçüde yakındı. Le Corbusier‘in Kahn üzerindeki etkisi de yadsınamayacak kadar ön plandaydı fakat Kahn’ın mimarlık anlayışını, hatta kişisel yaşamını kökten değiştirecek bir olay yaşandı. 1950’de İtalya, Mısır ve Yunanistan‘a bir seyahat gerçekleştirdi ve bundan sonraki yaşamı asla eskisi gibi olmadı.
Bu seyahat, kariyeri ve kişisel yaşamı için adeta bir dönüm noktası olmuştur. Bu üç ülkede gördüğü eserler onun antikiteye duyduğu hayranlığı tetiklemiştir. 20. yüzyıl mimarisine baktığımızda, 19. yüzyıla kıyasla çok daha farklı, kendine has ve birçok farklı mimarın görüşleriyle şekillenen bir anlayışın olduğunu görürüz. Bu dönemde yapı içerisinde kullanılan malzemelere kadar her şeyin önemli ölçüde değiştiğini söyleyebiliyoruz. Bu süreçte, antikiteye verilen önemin geri planda kaldığını gözlemlediğimiz için Louis Kahn’ın edindiği bu deneyimin ne kadar önemli olduğunu unutmamak gerek, çünkü kendisi bu dönemde edindiği deneyimden sonra, kalıplaşmaya yüz tutmuş görüşlerin aksine modernizm pratiğinin içerisine antikiteyi dahil etmekten asla vazgeçmemiştir.
Louis Kahn’ın gerçekleştirdiği seyahatten ne derece etkilendiğini şu sözleriyle anlayabiliriz: ”Sonunda anladım ki İtalyan mimarisi geleceğin eserlerine ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Bu şekilde görmeyenler bir daha baksınlar, bizim eserlerimiz onların yanında küçücük kalıyor.”
Çalkantılı Bir Özel Hayat

Louis Kahn’ın çalkantılı özel yaşamı, işlerinde de etkisini göstermiştir. Öyle ki aşk ve iş kavramlarını birbirinden ayrı görememiş, tutkulu duygularını üzerinde çalıştığı işleri bir nevi desteklemek ve şekillendirmek için de kullanmıştır diyebiliriz.
Louis Kahn’ın ömrünün sonuna kadar Esther Israeli Kahn ile evli kaldığını biliyoruz, hatta bu evlilikten Sue Ann Kahn isimli kızları da dünyaya gelmiştir. Esther de tıpkı Louis gibi Pennsylvania Üniversitesi’nde eğitim görmüştür, ancak ondan farklı olarak Nörobilim üzerine çalışmıştır ve mimarlıkla mesleki anlamda içli dışlı değildir.
Louis Kahn, 1945 yılında yeni mezun bir genç kadın olan Anne Griswold Tyng ile tanıştığında, hayatında geri dönülemez bir değişim sürecine girmiştir. Anne oldukça yetenekli ve güzel bir kadındır. 1938 yılında güzel sanatlar eğitimi almak için ABD’ye gelen Anne, tıpkı Louis Kahn gibi kariyerini mimarlıkta ilerletmek istediğini fark ederek eğitimine Harvard Tasarım Enstitüsü‘nde devam etmiştir. Walter Gropius ve Marcel Breuer gibi büyük isimlerle çalışan Anne, 1944 yılında Harvard’dan mezun olan ilk kadın öğrencilerin arasına girmiştir. Louis Kahn ile senelerce sürdürdükleri iş ortaklığının yanı sıra, özel hayatlarında da uzun yıllar bir arada kaldıkları bilinmektedir hatta bu birlikteliklerinden 1954 yılında Louis Kahn’ın ikinci kızı Alexandra Tyng dünyaya gelmiştir.

Anne, Louis’in hayatında oldukça önemli bir yere sahiptir. Yale Üniversitesi Sanat Galerisi, Philadelphia Şehir Kulesi ve Trenton Hamamı gibi Louis Kahn’ın önemli işlerinde her zaman onun yanında olmuştur. Anne’i yasak bir ilişkinin öznesi olarak görmeden önce, Louis Khan’ın mimarlık kariyerinde ne derece önemli bir rol oynadığını da göz ardı etmemek gerekir. Kahn’ın Anne’e yazdığı mektupları gördüğümüzde, bu ilişkinin Kahn’ın mimarlık kariyerine sağladığı desteği rahatlıkla görebiliriz.
Sevgili Annie,
Bu zamanın en büyük binasını inşa etmeliyim. Bu özel binayı inşa etmemde bana yardım etmelisin. Sensiz yapabileceğimden şüpheliyim. Mimarinin ne kadar alçaldığını bir düşün. Biz Annie, sen ve ben onlara yolu göstereceğiz.
Sevgilerimle, Lou.

Anne Tyng’in Louis Kahn’ın tek sevgilisi olduğunu düşündüyseniz, bu noktada sizi bu yanlış düşüncenin sınırından döndürmem gerekiyor. Louis Kahn, başlarda da bahsettiğim üzere tutkuyu işlerinin en büyük destekçisi haline getirmiş bir kişiliğe sahipti, bu nedenle Anne Tyng dışında hayatına bir kadın daha girmiştir. 1958 yılından sonra Louis Kahn’ın daha çok peyzaj ve saha planlamasına odaklanmayı gerektiren büyük çaplı işler aldığını görüyoruz. Bu dönemde Anne ile olan ilişkisini bitiren Kahn, bir peyzaj mimarı olan Harriet Pattison ile romantik bir ilişkiye başlamıştır. Bu ilişki sürecinde de iki mimarımız, Kahn’ın başyapıtlarından biri olarak kabul edilen ve 1972 yılında tamamlanan Kimbell Sanat Müzesi ile Roosevelt Dört Özgürlük Parkı projelerinde birlikte çalışmışlardır. Bu birliktelikten de 1962 senesinde Louis Kahn’ın üçüncü çocuğu olan, ilk ve tek oğlu Nathaniel Kahn dünyaya gelmiştir.
Kahn’ın özel hayatında büyük etkiler yaratan bu üç kadının, birbirlerinden haberleri olduğuna dair bilgiler mevcuttur ancak birbirleriyle ile hiçbir zaman direkt bir etkileşim içerisine girmemişlerdir.
Yaşam Macerasının Sonu

Vefatından tam bir gün önce Hindistan’da bulunan Kahn, o sıralarda Ahmedabad’da bulunan IMM (Indian Institute of Management – Hindistan Yönetim Enstitüsü) binası üzerinde çalışıyordu. Bu projede, Hindistan’ın en önemli mimarlarından biri olarak anılan B.V. Doshi ile birlikte çalışmış olması, projeyi çok daha önemli bir yere taşımıştır. Vefat ettiği gün Hindistan’dan Amerika’ya dönen Louis Kahn, New York’ta bulunan Penn İstasyonu’nda kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiştir. İşin en acı kısmı, Kahn’ın ölümünden sonra üç gün boyunca kimsesiz bir şekilde morgda yatmasıdır. Pasaportunda herhangi bir ev adresi yazılmadığı için polisler pasaport üzerinde yer alan ve kendisinin evini gösteren bir çizim sayesinde ailesine vefat haberini verebilmiştir.
1974 senesinde hayata veda eden Louis Kahn gibi önemli bir değerin, bu kadar ani ve trajik bir biçimde ölmesi gerçekten çok üzücü. Sadece ülkesine değil tüm dünyaya ve mimarlık tarihine eşsiz bir miras bırakan Kahn, ne yazık ki günümüzde sıklıkla adını duyduğumuz bir mimar değil. Bir zamanlar yitip giden antik değerlerin ve ustaların isimlerini yaşatmaya ve yüceltmeye çalışan Kahn’a günümüzde hak ettiği değeri vermemiz oldukça önemli. Dilerim ki yaşadığı döneme damgasını vurmuş, ancak her şeye rağmen maddi sıkıntılarla ve kimsesiz bir şekilde hayata veda eden Louis Kahn, kaleme aldığım bu yazı aracılığıyla akıllarınızın bir köşesinde yaşamaya devam eder ve hak ettiği değere kavuşabilir…
Kaynakça
“Louis I. Kahn Biography.” Kimbell Art Museum, Web. Erişim Tarihi: 16.04.2025
“Anne Tyng.” Mimdap, Web. Erişim Tarihi: 16.04.2025
“Esther Kahn.” University of Pennsylvania, Weitzman School of Design, Web. Erişim Tarihi: 16.04.2025
“The Life & Designs of Louis Kahn.” YouTube, yükleyen: BlessedArch, 13 Haziran 2022, Web. Erişim Tarihi: 16.04.2025


