Işıklar hiç mi yanmaz? Kör kuyular mıdır hep kucağında yattıklarımız? Ve yalnızlıklar, bir çember içerisinde koşturan fareden farksız olmaz mı hiç? İşte böyle bir yalnızlığın girdabında boğulmaktaydı Cemil. Yirmi yaşındaydı, kafasında yaşadığı dünyayla içinde yaşadığı dünya arasında tahayyül edilemeyecek mesafeler vardı. Sürekli kaçmak istedi, bir aşka, bir kadına. En adisi olsa da bir kadının kokusu, bir kadının teninin sıcaklığıydı ona yalnızlığını unutturan. Ete duyulan tarifsiz açlık ve etin daveti. Buydu işte onu tiksindiği dünyadan bir nebze de olsa koparan. Bir irini bir başka irinle temizlemek…
“O kadar, o kadar yalnızdı ki hayatına giren ilk kadını hatırlıyor. İki katlı kerpiçten bir bina. Kapıdan girince sağda bir laterna, solda ziyaretçilere mahsus birkaç sandalye. Ter kokusu, alkol kokusu, kadın kokusu. Ve sigara dumanı. Oradakilerin yüzünü hatırlayamıyor. Zaten bu murdar köy kerhanesine her gelişinde sadece tiksinti, sadece utanç duymuştu. … Ne korkunç! Herkes sıhhatli bir hayvan gibi çiftleşiyor.”
Tiksinçlikle bahsettiği kerhane müdavimleri sıhhatli hayvanlar gibi çiftleşmeye devam ederken, Cemil’in evinde tarifsiz bir dram yaşanmaktaydı. Yatalak babası, dünyadan bihaber annesi ve işten kovulmuş ablası. İç dünyası bir harabeye dönmüş olan Cemil, dış dünyasını da kaybetmekteydi. Kitapları onun için Olimpos’tu. İçindeki tanrıları ancak o kitapların içinde yaşatabilirdi, ancak onları da çalıyorlardı. Tanrılar birer parya olmaktaydılar. Bir bir yoluyorlardı onları. Cemil kökünü kaybeden bir ağaçtı.
“İşi yok, parası yok. İbni Mukaffa’nın kemiklerini kırar gibi birer birer ümitlerini kırdılar. Babası: yatağına çivili; annesi: dünyadan habersiz. Ablası: onu da işten çıkardılar. Hepsi defalarca okunan bir dolap kitap. Bir dolap kitap mı? Evet. Ama artık o dolabın yerinde yeller esiyor. Beynini yolar gibi, kitaplarını alıp götürdüler. Yok, kitabı da yok.”
Beyninde yaşayan kendinden kurtulmak ve gerçekte yaşayan kendine kavuşmak için çırpınan Cemil, bunu gerçekleştirebilmek için, sürekli olarak iğrenerek bahsettiği kasaba kerhanesine kaçmaktaydı. Kerhane onun ruhen çöküşü, bedenen yükselişiydi. Ete duyulan hasret, şehvetin narin parmaklarında okşanan baş, dolgun kalçaların tarifsiz yuvarlaklığı ve kadın memelerinin verdiği yumuşaklık duygusu. Bunları ancak bir kerhanede elde edebilirdi. Öyle bir yalnızlığın içindeydi ki “O kadar yalnızdım ki karanlıklardan İblis’in eli uzansa minnetle sıkardım.” diyordu.
“Ama ne bir genç kızın, bir tek genç kızın bakışlarında sevgiye benzer bir pırıltı görmüş, ne yanı başında bir kadın vücudunun sıcaklığını duymuş.”
Kadın, onun için tek kurtuluş buydu. Yüzünü avuçlarının içine alacak ve kulağına bir anne şefkatiyle sevgi sözcükleri fısıldayacak bir kadın. Bu kadın Linda’ydı. Onun tasviriyle bir “orospu” olan Linda… Ama yine umduğunu bulamayacaktı.
“Fuhuş… Kasaba kerhanesinde genç bir kadın. Bu akşam ilk defa görüyor onu. … İlk defa olarak bir orospuya karşı sevgi duyuyor içinde. … Bir hafta sonrası için alınan randevu. Linda’yla buluşabilmek için evin hangi eşyasını sattığını hatırlamıyor. Bir akşam, annesi yirmisini çoktan aşan bu koca bebeği yatırdıktan sonra, koca bebek odasını terk edip karanlıklara dalıyor. O geceyi de pek hatırlamıyor. Yalnız, bir kadın etinin lezzetini ilk tadış. Aşk hakkında hiç bir fikri yok. Kadın nedir bilmiyor. Ve kasaba kerhanesinin bu hasta orospusuna tutuluş. Sonra., sonrasını nasıl anlatsın. Sonrası bugünkü hayatı ile bugünkü değer hükümleriyle ondan o kadar uzak, o kadar başka sanki. Kapatılan kerhane, baba evine getirilen orospu. Baba evinden kaçan orospu. Bir başkasına kaçan, bir başkasının evinde orospuya yapılan ricalar, izdivaç teklifleri. Linda’yla kaç gece yattı? Bir veya iki. Ama dünyada tek kadın vardı onun için. … Hayır! Linda kimseyi sevmiyordu. Kimseyi sevemezdi. Artık bir eşya idi o. Yalan söylemeğe memur bir eşya.”
Bu kadın onun için ilerleyen yaşlarında adeta bir utanç vesikası olacaktı, sadece o mu diğerleri de bu utancın mimarlarından olacaklardı. Linda, ilk aşk, ilk dokunuş, bir kadının tenini ilk tadış. Linda günahların en büyüğü, en utanç verici olanıydı. Onu sevmeyen bir kadın için yaptıkları tam anlamıyla bir ruh yıkımını getiriyordu.
“Hayatının bu ilk kadınından yalan da olsa sevgiye benzer tek kelime işitmedi. Ona nelerini feda etti. Haysiyetini. Ailesinin haysiyetini. Linda o evden de kaçtı. Bu manyak, mağruni kadınını şehir şehir aradılar. Karakollarda kuzinim diye ifade verdi. Linda kayboldu. Onunla beraber dünyanın bütün kadınları, hayatının bütün şiiriyeti. Ve hatıra olarak yıllarca, yıllarca devam eden bir vesvese, bir korku: frengi korkusu. O, Linda için, benzerini görmediği bir deli idi. İşsiz, parasız… Kültürü? Linda kültürü ne yapsın! Gençliği? Erkekliği? Linda iğreniyordu erkeklerden. O artık yalnız esrardan, yalnız kokainden anlıyordu. Bu otuz yaşındaki kadın genç adamın izdivaç teklifini kahkahalarla red etti. Haklıydı da.
“En acı hatıralar kelimeleşince nasıl bayağılaşıyor. Linda’yla münasebetleri üzerine hiçbir zaman ciddi bir tahlile girişmedi. Neden? Belki kendinden utanıyor, hayatının o devresinde yüzünü kızartmayacak tek gün yok. Onun için hafıza kusmuş o hatıraları. Ne yapabilirdi? Kadına susamıştı, şefkate susamıştı, hayata susamıştı. Yalnızdı. … Ve hiçbir ümidi, ama hiçbir ümidi kalmamıştı. Unutmak istiyordu. Yaşadığını unutmak istiyordu. Kitaplarını elinden almışlardı, istikbalini elinden almışlardı, onu ölüme mahkûm etmişlerdi.”
Linda onun cehennemiydi ve bu cehenneme inanılmaz bir arzu duymaktaydı. Tenin tadına varan Cemil “Linda cehennemin ta kendisi olsa tereddüt etmeden kucağına atılırdı.” diyecek kadar ona hayrandı. Linda’nın gidişi ve sonrasında büyük bir çaresizlik içerisinde İstanbul’a gidiş Emine’yi tanımakla şekillenecekti.
“Hayatına giren ikinci kadın Emine. Onu okuduğu romanlardan herhangi birinin kahramanı kadar bile hatırlamıyor. Şimdi ilk mektepte yardımcı öğretmendir. Yardımcı öğretmen. Emine Bursa Öğretmen Okulu’ndan mezun. Herhangi bir dişi. Bir sürü ümit, fakat kızın saçlarını bir kere bile okşayamadan bu “idylle” başlangıcı da sona eriyor. Emine için kırk elli sayfalık bir dünya edebiyatı şeması hazırladığını hatırlıyor. Emine kim bilir nerdedir şimdi?
Sonra Vali muavininin emriyle eşikten kaçırılan bir köpek gibi, öğretmen yardımcılığından dehleniyor. Evlenmesine imkân yok…”
Ve ardından diğer kadınlar, hepsine ama hepsine evlenme teklif etti. Onunla deli diye dalga geçiyordu bu kadınlar. Kadınların ayakları altında ezilen bir gurur, kadınların söküp çıkardığı bir kalp ve o kalbi tekrar iyileştirecek kadını bekleyiş. Onun soyadını taşımayı kabul edecek kadın ne zaman gelecekti?
“Linda, Emine ve sonrakiler., tutunmak istediği birer daldı. Düşen tutunacağı dalları seçmez. Ve hepsi de kuru bir dal kadar duygusuz-dular. Linda, Emine ve sonrakiler.. Sonrakiler kim? Abanozdan Sevim. Onunla iki gece yaşadı ve âşık oldu. Sonra? Pansiyon komşusu Alis. Kendileri için kıvrandığı bu kadınların şimdi çehresini bile hatırlayamıyor. Aşk… Ne aşkı? Aşk bir seçiş. Onun karşısına bu kadınlar çıktı. Sevim şuursuz bir orospuydu, belki eski bir hizmetçi. Alis kültürsüz, iki çocuk doğurmuş, para canlısı bir başka orospu. Emine herhangi bir ilkokul öğretmeni hatta herhangi de diyemeyiz, bodur ve sevimsiz. Ama o bunların hepsini sevdi. Açtı, şefkate, kadına açtı. Hiçbiri yüz vermedi ona. Güldüler. Deliye bak dediler. İzdivaç teklif etti hepsine de, başka silahı yoktu, kendini öylesine küçük görüyordu, reddettiler. Onları seçmemişti, kader karşısına çıkarmıştı onları. Yalnız onları çıkarmıştı karşısına.”
Kurtuluş, kurtuluş nerede? O bir savaşın en büyük mağlubu ve hayatına giren kadınların bayağılığı: “Kaderin karşısına çıkardığı kadınların üçü de fahişe idiler. İkisi profesyonel, biri profesyonelimsi.” Bu kadınların bataklığından kurtulduktan sonra bir vaha ile karşılaştı, bu vaha Râyegân’dı. “Sonra Râyegân. Ve aşka çok benzeyen bir kristalizasyon. Sonra ayrılış ye ümitsizlik. Râyegân’ı da kader çıkarmıştı karşısına. Ama o bir genç kızdı. Kibar ve… “ diyordu onun için, ama onun elini bile tutamayacaktı. Hayal kırıklıkları biriktirmek onun kaderi olmuştu. Tâ ki Fevziye’ye kavuşana kadar ve sonrasında dilinde bir tek ad olacaktı: Lamia… Lamia… Lamia…