Bir yönetmenin kadın karakterlerle anılmasının zor olduğu bir dönemde ortaya çıkıp kalıpları yıkan Woody Allen, erkek karakterlerinden çok kadın karakterlerinin kalitesiyle ünlüdür. Filmlerindeki erkek karakterlerin abartılmamasının bir diğer sebebi ise erkek başrolünü çoğunlukla kendisinin canlandırması ya da tipolojik olarak kendisine benzer kişilerin canlandırması olabilir.
Peki Woody Allen Kimdir?
Woody Allen; Amerikalı senarist, film yönetmeni, aktör, komedyen, yazar, müzisyen ve oyun yazarıdır. 1935 yılında Yahudi bir ailede dünyaya gelmiştir. Sürekli iş değiştiren bir babası, çiçekçi dükkânındaki kitaplardan sorumlu bir annesi ve bir kız kardeşi vardır. Üç yaşındayken annesinin onu Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler‘e (1937) götürmesiyle sinema tutkusu başlamıştır. İlk kez yedi sekiz yaşlarındayken film çekmeye merak salmış, okumayı bilmediği yıllarda filmler için hikâyeler yaratmıştır.
Woody Allen’in Kadın Karakterleri
1977 yapımı Annie Hall filminden yola çıkalım. Film Freud’dan bir alıntıyla başlar, erkek karakter Alvy kadınlarla olan ilişkimi anlatıyor diyerek bize aktarır alıntıyı: “Benim gibi birini üye yapacak bir kulübe ait olmayı asla istemem.“
Bu cümleden Alvy’nin kendisini kadınlar için yetersiz hissettiğini anlayabiliriz. Filmde alıntıdan ikinci kez bahsedildiği sahnede ise karakter; güzel, etkileyici ve zeki olan Allison’dan kaçarak bu alıntıya olan inancını kanıtlar.
Ana kadın karakter esprili Annie ile alaycı, entelektüel Alvy bir tenis kortunda tanışırlar, dört kişi oyuna başlayacaklardır. Alvy, Annie yerine görsel olarak daha çekici olan diğer kızla eşleşir. Annie’nin üzerinde mavi renkli erkek gömleğini andıran bir giysi vardır, bu yüzden Alvy içgüdülerine yenilerek güzel olanı seçer. Oysa Annie Alvy’den hoşlanmıştır, bu yüzden oyun çıkışı Alvy’i evine bırakmayı teklif eder. Film ilerledikçe karakterlerimiz yakınlaşır ama bu yakınlaşma çoğunlukla cinsel olarak devam eder, aralarında ruhsal ve zihinsel açıdan bir çatışma vardır. Yetersiz hissetme durumu bu sefer Annie’de baş gösterir, Alvy’nin kendisini zeki bulmadığı kuruntusuna kapılır çünkü Alvy onu Rus Edebiyatında Varoluşsal Motifler dersi almaya gönderir. Annie, ölüm üzerine kitaplara ve Holokost hakkında dört saatlik yabancı filmlere müsamaha gösterip Alvy’nin onu yönlendirmesine izin verir ancak ilişkilerinin sonunda kendine olan güveni, bağımsızlığı artar ve Alvy’nin daha zeki olmadığını kabul eder.
Annie ilginç, neşeli ve özgür ruhlu bir karakterdir ve maskülen bir tarzı var. Alvy’nin rehberliğinde çiçek açarak daha özgüvenli ve kültürlü bir kadın olmuştur ama onu ilginç kılan tuhaflıklarını asla kaybetmez.
1986 Yapımı Hannah ve Kız Kardeşleri filmine gelelim. Bu filmde üç ana kadın karakterin olması işleri daha da ilginçleştiriyor: İnsanlardan kaçan eski bir ressam olan Lee, bazen bir yazar bazense bir oyuncu olmayı hayal eden Holly ve ünlü aktris, iyi anne, iyi kardeş, örnek kadın Hannah.
Hannah; yetenekli, kendi kendine yeten ve duygusal bir karakter. Profesyonel hayatında çok başarılı olduğu için ailesindeki herkes onu altın çocuk olarak görüyor ve iki kız kardeşi onu kıskanıyor gibi görünüyor. Ancak kişisel hayatı kıskanılacak gibi değil çünkü tam bir karmaşa. Kocası Elliot kız kardeşi Lee’ye aşık oluyor ve eski kocası Miki diğer kız kardeşi Holly ile evleniyor. Kız kardeşleri Hannah’nın düzeyine ulaşmak için bunu bilinçsizce yapıyor gibi görünüyor.
Holly kendini küçümseyen, bazen depresif bazen akıllı bir karakter. Pek çok zorluk çekmesine ve çoğu zaman gözden kaçırıldığını hissetmesine rağmen gerçek bir yeteneği var.
Lee kardeş rekabetinde son noktayla uğraşan bir kadın. Elliot, ona olan dizginsiz aşkını itiraf edince onunla tutkulu bir ilişki başlatmaya karşı koyamıyor. Özgür ruhlu ve zeki ama kız kardeşinin kocasıyla olan ilişkisi kız kardeşiyle karmaşık bir ilişkisi olduğunu gösteriyor.
Yönetmen bu filmde kadın erkek ilişkileri üzerinden dolaylı olarak kız kardeşlerin arasındaki çekişmeyi gösteriyor. Hırslı, tutkulu kadın karakterlerin birbirleriyle gizli mücadelelerine tanık oluyoruz.
Ve 1979 yapımı Manhattan filmi bize iki farklı kadın karakterle geliyor. Mary Wilkie, bir gazetecidir; esprili, alaycı ve kibar bir kadındır. Mary, mesleğinin getirdiği bir nitelikle kendini “dürüst” olarak tanımlar ancak birçok kişi onun dürüstlüğünün sadece kabalık olduğunu söyler.
Bir tür sosyetiktir, Yukarı Doğu Yakası’ndaki seçkin galalara katılır. O, isterse MIT’nin tüm fakültesiyle yatabilecek çekici bir Manhattan sosyetesidir. Bu arada terapi seanslarında sürekli olarak kişisel hayatını saplantı haline getirir.
İlgi alanları sanat ve edebiyattır. Mary, hayattaki güzel şeyler hakkında fikirlerle doludur ve bir başkasının zevkine karşı çıkmaktan çekinmez. Mary’nin analisti, Mary’nin kendisini kasıtlı olarak karmaşık romantik durumlara soktuğunu söyler. Şimdi kendini iki en iyi arkadaşın arasında bulmuştur: komik, tatlı Isaac ve sofistike, çekici, henüz evli Yale.
Diğer karakter Tracy ise Mary’nin aksine oldukça masum ve sadık bir karakterdir. 17 yaşında olması bir nevi onun masumiyetine gönderme olabilir. Film boyunca yaşı küçük olduğu için sevgisi ve ilgisi küçümsenir. Ama en sonunda Isaac, sevgisine inanabileceği tek kişinin Tracy olduğunu anlar ve ona koşar.
2011 Yapımı Paris’te Gece Yarısı filmi ise yine bir şekilde bir araya gelmiş zıt karakterlerin birbirleriyle uyumsuz olduklarını keşfettikleri bir film. Tam bir iflah olmaz hayalperest olan yazar Gil, zengin ve kibirli bir Amerikalı aile tarafından yetiştirilmiş, mutluluğu her zaman somut şeylerde arayan Inez’le evlenmek üzeredir. Inez tanıdığımız diğer kadın karakterlerden daha da kendine düşkündür ve oldukça dominanttır. Gil olmasa bile istediği her yere gider, eğlenceye düşkündür ve aldatmaya meyillidir. Sürekli Gil’i dışarı çıkarmaya çalışması Gil’in vaktini çaldığı ve yazmasını engellediği izlenimi verir.
Filmde Gil için önemli bir başka kadın karakter nostaljik moda tasarımcısı Adriana’dır, Gil’in romanına ilk cümlesinden aşık olacak kadar şıpsevdi bir kadındır. Adriana güzelliği, zarafeti ve arzuyu temsil eder. Pek çok sanatçıyla ilişkisi olması da estetiğin merkezinde olduğunu kanıtlar.
Ele alacağımız son kadın karakter 1975 yapımı Aşk ve Ölüm filmindeki Sonja’dır. Sonja baştan çıkarıcı, tutkulu ve belirsiz monologlara yatkın biridir. Çevresini sorgular, eleştirir ve bu da onunla evlenmeyi zorlaştırır. Ama çevresindeki erkeklerle pek çok kaçamağı olur. İdealindeki erkekle hiçbir zaman karşılaşamaz fakat sonra bir şekilde kuzeni Boris’e aşık olur. Sonja’nın Boris ile pek çok derin, dolambaçlı konuşması olur. Örneğin: “Sevmek acı çekmektir. Acı çekmemek için sevmek gerekir. Ama insan sevememenin acısını çeker. Bu nedenle sevmek acı çekmektir, sevmemek acı çekmektir, acı çekmek acı çekmektir.” Bu cümlelerden Sonja’nın derin bir düşünür olduğu anlaşılır.
Allen’in filmlerinde sıradan hayat koşuşturmacası içerisindeki erkek karakterlerin ruhsal bir boşluk içinde olduklarını ve dünyanın çoğunluğunu ilgilendiren siyaset, savaş, ekonomi gibi konularla pek ilgilenmeyen sanatsal, felsefik ve karamsar kişiler olduklarını görürüz. Kadın karakterleri ise tam tersine oldukça özgür ruhlu, maceraya meraklı, aşk ve tutku arayan, bir miktar saf ama özgün kadınlardır. Ayrıca kadın karakterler, erkek karakterler kadar seksle ilgilidirler.
Filmlerinde kadın karakterler hep başarılı olur, zorluklardan kurtulur, işlerini yoluna koyar, düzenli ilişkiler edinirler. Bir nevi aydınlığı temsil ederler. Erkek karakterler ise çoğunlukla terk edilir ve yalnız kalır. Allen’in filmlerinde aldatmak hem kadınlar hem de erkekler için engellenemez, oldukça doğal bir süreçtir.
İçinde bir kız olan büyük bir pastayı getirdikleri ve kızın dışarı fırlayıp beni incittiği ve tekrar içeri girdiği bu doğum günü pastası fantezisini sürdürüyorum.
-Woody Allen
Kaynakça:
https://www.imdb.com/name/nm0000095/bio#trivia
https://gointothestory.blcklst.com/great-character-mary-wilke-manhattan-802fa99cefd