Dünyanın en çok ödül alan kadın şarkıcısı olup gelmiş geçmiş en iyi ses olarak kabul edilen ve bu yüzden “The Voice” olarak anılan Whitney Houston, 11 Şubat 2012 tarihinde kalp hastalığının ve uyuşturucu kullanımının neden olduğu kazara boğulmayla aramızdan ayrılmıştı. Ölümünden sonra birçok kitap yazıldı, hayatının anlatılmaya çalışıldığı birçok film çekildi, şarkıları yeniden düzenlenip yayınlandı, toplama albümleri piyasaya sürüldü, hatta amaçsız bir şekilde hologram turnesi bile yapıldı. Fakat bunları bir kenara bırakın, yaşarken verilmeyen değer öldükten sonra verilmeye çalışıldı. Ölümünün üstünden neredeyse 11 yıl geçti ve bizler bir kez daha hayatının farklı bir pencereden anlatıldığı 23 Aralık’ta vizyona girmiş olan ve yönetmen Kasi Lemmons tarafından yönetilen Whitney Houston: I Wanna Dance With Somebody filmiyle karşı karşıya kaldık. Whitney Houston, “I Will Always Love You“dan çok daha fazlası aslında. Filmin fragmanından ilk izleyişte bunu anlayabiliyoruz ama film her ne kadar Whitney (2015), Whitney: Can I Be Me? (2017) ve Whitney (2018) belgesel filmlerine nazaran Whitney’in müzikal mirasını daha iyi yansıtıyor olsa da filmdeki kopuklukları ve Whitney’in etrafındaki herkesi ultra yardımsever olarak göstermeleri fark edilmeyecek şeyler değil.
Filmin dram ve mizahın doğru dengesini sağlamakta başarısız olmadığı bir gerçek ancak senaryo biraz aceleye gelmiş gibi. Her biyografik filmde olduğu gibi sanatçının bütün hayatını iki saate sığdırmak tabii ki de mümkün değil ama filmi izlerken kopukluk olduğunu fark ediyorsunuz. Filmin normalde 4 saate yakın olduğu ve birçok sahnenin çıkartıldığı da konuşulanlar arasında. Filmde göze çarpan şeylerden birisi filmdeki şarkılar söylendikleri ortama göre yeniden prodüksiyon sürecinden geçmişler. Bazı şarkılarda stüdyo yankıları kaldırılmış, Whitney’in vokalleri film için yeniden mixlenen şarkılara eklenmiş. Bu da seyirci üzerinden doğrudan bir etkiye sahip. Whitney Houston sanki yanımızda şarkı söylüyor gibi adeta. Jermaine Jackson ile yaptığı düette Whitney’in önceden kaydedilmiş yeni vokallerini duyabilirsiniz. Filmde Whitney Houston’ı İngiliz oyuncu Naomi Ackie canlandırıyor. Kendisi filmdeki ilk şarkı söylenildiği sahne ve ofiste şarkı mırıldandığı sahneler hariç filmi %97.9’la Whitney’in sesinden duyduğumuzu söylüyor ki bunu hemencecik fark edebiliyoruz. Ayrıca Ackie, Whitney’in tavır ve mimiklerini en iyi şekilde taklit edebilmek için üç farklı aksan koçuyla çalışmakla birlikte, Bohemian Rhapsody (2018) filminde Rami Malek’e, Elvis (2022) filminde Austin Butler’a koçluk yapan Polly Bennett’l çalışmış.

Filmde üzerinde durulan konulardan birisi Whitney Houston’ın çocukluk arkadaşı ve 2000 yılına kadar asistanlığı yapan Robyn Crawford‘la olan romantik ilişkisi. Robyn Crawford’u Nafessa Williams canlandırıyor. Crawford’ın, Whitney ile paylaştığı yakınlığı Whitney (2018) belgeselinde anlatması için teklif gittiği fakat bu teklifi reddettiği biliniyor. Daha sonra Crawford 2019 yılında çıkarttığı A Song For You: My Love With Whitney Houston adlı kitabında Whitney ünlü olmadan önce birlikte yaşadıklarını, bazen aynı yatağı paylaştıklarını ve duygusal olarak yakın kaldıklarından bahsediyor. Filmde de bu örnekler aynı şekilde anlatılmakta. Ayrıca ikilinin 1980 yılında East Orange yaz kampında çalışırlarken tanıştıkları gösteriliyor. Nafessa Williams ise şöyle diyor: “Keşke kendileri olabilseler ve sektörde şimdi olduğu gibi kutlanabilselerdi. O zamanlar durum böyle değildi. [Eşcinsellik] hala büyük bir tabuydu.”

Whitney Houston’ın uyuşturucu bağımlısı olduğu su götürmez bir gerçek fakat filmde uyuşturucuyu sürekli olarak hayran kılığına giren bir satıcıdan aldığı gösteriliyor. Whitney’i uyuşturucuyla tanıştıran kardeşleri filmde 5 saniye görünüp ardından yok oluyorlar ve uyuşturucu bağımlılığı Whitney’in kendi seçimimiymiş gibi lanse ediliyor. Whitney’in ayrıca birçok kez rehabilitasyona gittiği görülüyor. Garip olan şey ise onu kurtarmaya çalışanın Whitney’in ölene kadar prodüktörlüğünü yapan ve Whitney’i ilk keşfeden prodüktör olarak bilinen Clive Davis olduğu gözümüze sokuluyor. Ayrıca bütün stüdyo kayıtlarında Whitney’in yanında olduğu gösteriliyor. Gerçek olan şey ise Clive Davis’in Whitney stüdyo kayıtl yaparken yanında hiç bulunmadığı. Filmin baş yapımcısı Clive Davis olunca kendisini yardım meleği olarak göstermesi kaçınılmaz olacaktı tabii ki.

Filmde bahsedilen diğer bir şey ise Whitney Houston’ın babası John Houston‘ın, ölmeden önce kendini zorla sahibi yaptırdığı ve Whitney’in takma adının verildiği Nippy, Inc. şirketine olan borcunu ödemediği gerekçesiyle kızına 100 milyon dolarlık tazminat davası açtığı. Bununla birlikte Whitney Houston’ın Bobby Brown ile olan çalkantılı ilişkisi ise neredeyse hiç yaşanmamış gibi davranılıyor filmde. Bobby Brown’ın Whitney’in düşüşüne gerçekten nasıl neden olduğu, başını her zaman nasıl belaya soktuğu, Whitney’in şöhretini kıskanması zar zor gösteriliyor. Brown’ın alkol bağımlısı olduğu Whitney’in yüzüne tükürmesi, kontrol edici davranışları ve uyguladığı duygusal taciz ise hiç gösterilmiyor. Ailesi Whitney’e yardım etmek için sürekli çaba harcamış gibi yansısın diye filmin ilerleyen dakikalarında Whitney’i kelepçeli olarak tutuklandığını göstermek biraz dengesizce.
Whitney’in 7 yıl aradan sonra 2009‘da I Look to You albümünü çıkartması ve Oprah Winfrey Show’unda “I Didn’t Know My Own Strength” şarkısıyla sahnelere geri dönmesini yansıtmaları güzel bir ayrıntıydı. The Bodyguard (1992) ise filmin ve “I Will Always Love You”nun ne kadar büyük olduğunu göstermek açısından kesinlikle daha fazla parlatılabilirdi. Whitney Houston ayrıca şarkıları tek seferde söyleyip kaydetmekle ünlüydü. Filmde buna dair bir şey de göremiyoruz. Öte yandan Whitney’in can alıcı performansı olarak 1994 yılında Amerikan Müzik Ödülleri’nde inanılmaz bir şekilde söylemiş olduğu “I Loves You, Porgy,” “And I Am Telling You” ve “I Have Nothing”i içeren potporisi seçilmiş. Son derece doğru bir seçim olmakla birlikte filmin ortalarında Whitney’in ilk önce bu potporiyi şarkı geçişlerinde nefesinin yetmeceği ve şarkılarının zaten her birinin söylenmesi zor olan şarkılar olduğu düşüncesiyle reddettiği görülüyor. Filmin kapanışında ise Naomi Ackie’nin Whitney Houston’a bürünmesiyle Whitney’in sesi bizi o müthiş 1994 gecesine ışınlıyor ve potpori nasıl yapılırmış öğrenmiş oluyoruz.
Film müzikal anlamda beklentileri karşılamakla birlikte Whitney Houston’ın yaşadıklarına ve hayatına dair gelişigüzel bilgiler vermekte. Naomi Ackie’nin oyunculuğu ise kayda değer. Kendinizi bir Whitney Houston konserinde hissetmek isterseniz filmi izleyebilirsiniz. Yoksa filmde anlatılan ya da çarpıtılan çoğu şeyi Wikipedia sayfasında da bulabilirsiniz. Bizce Whitney Houston daha fazlasını hak ediyor.


