Wes Craven: Slasher Film Ustası

Editör:
Berke Ateş Aytekin

Soldaki Son Ev (The Last House on the Left, 1972), Tepenin Gözleri (The Hills Have Eyes, 1977), Elm Sokağında Kâbus (A Nightmare on Elm Street, 1984), Çığlık serisi (Scream, 1996 – ) gibi efsaneleşmiş filmlere imza atan Wes Craven; korku sineması denildiğinde akla gelen ilk isimlerdendir. 1972’de çektiği ilk filmi Soldaki Son Ev ile sinema sektörüne sansasyonel bir giriş yapan, Tepenin Gözleri ile yerini sağlamlaştıran, Elm Sokağında Kâbus filmiyle bir jenerasyonun uykularını kaçıran ve Scream ile paslanmış slasher türünü yeniden canlandıran Craven; sıradanlaşmış bir türün sıra dışı yönetmeni olarak betimlenebilir. Her filmi slasher türünde olmasa da genellikle bu türde filmler çekmiş ve bu tür ile hafızalara kazınmıştır. Peki, nedir bu slasher?

“Bir Grup Arkadaş Hafta Sonu Tatili İçin Issız Bir Yere Giderler, Teker Teker Ölmeye Başlarlar…”

Bu klişe konuda sayısız film çekilmiş, bu filmleri çoğu kişi en az bir defa duymuş ya da seyretmiştir. İlk önemli örneklerini 70’lerde çıkaran ve 80’li yıllarda oldukça popülerleşmeye başlayan slasher’ı korku sinemasının bir alt türü olarak tanımlayabiliriz. Slasher, İngilizce slash (kesmek) kökünden gelmektedir. Bu tür filmlerde genellikle bir katil ve bir veya bir grup kurban bulunur. Eğer kurbanlar gençse, bu tür filmlere de teen slasher adı verilir. Katil ve kurbanlar arasında kedi fare kovalamacası yaşanırken kurbanlar kimi zaman savunma yaparak kimi zamansa atağa geçerek hayatta kalma mücadelesi verir ve bu sırada katil tarafından -genellikle keskin bir aletle- tek tek katledilirler. Bu mücadele esnasında şiddetin dozu kızıştıkça kızışır, ortalık kan gölüne döner ve kesilmiş vücut parçaları etrafta uçuşur. Seyircinin orantısız şiddete karşı tahammül seviyesi zorlanır ve sabrı test edilir. Peki, bu kadar işkence ve dehşete rağmen neden slasher türünün azımsanamayacak bir izleyici kitlesi vardır? İnsanın bilinçaltındaki şiddet eğilimi gibi birçok psikolojik çözümleme bir kenara, slasher’ların izlenmesi ve sevilmesindeki temel sebeplerden biri seyircinin kurban ile empati kurarak günlük hayatta sık sık hissetmediği bir duygu hissetmesidir: korku. Ölüm korkusu, elbette her insanın açık açık ya da gizli bir şekilde hissettiği bir duygudur fakat mutluluk, hüzün gibi günlük hayatın içine tamamen sızmış bir duygu değildir. Dolayısıyla sinema aracılığıyla bu duyguyu simülatif bir şekilde de olsa yaşayabilmek izleyiciye heyecan verici ve besleyici gelir. Tıpkı filmin içindeki karakterler için olduğu gibi seyirci için de o an aşk, arkadaşlık, insan ilişkileri, ailevi sorunlar, maddî sorunlar, meslekî sorunlar önemsizleşir ve yerini çok ilkel ve temel bir güdü olan “hayatta kalma güdüsü”ne bırakır. Hayatta kalmak dışındaki her şey bulanıklaşır ve seyirci de tıpkı filmdeki karakterler gibi tamamen bu güdünün peşinden sürüklenir.

Soldaki Son Ev 1972 Wes Craven

Belli bir kesim slasher türünün ilk güçlü örneği olarak Alfred Hitchcock’un Norman Bates karakterini sinemaya kazandırdığı 1960 yapımı Psycho filmini ve yine 1960 yapımı Micheal Powell tarafından yönetilen Peeping Tom filmini gösterse de bu filmler slasher türünün birçok tipik özelliğini içermezler ve “psikolojik korku” başlığı altında değerlendirmeye daha uygun bulunurlar. Slasher türünün hem içerik hem de teknik açısından standartlarını belirleyen ve furyayı başlatan film olarak ise bugün hâlâ remake’leri çekilen, John Carpenter’ın yönetmen koltuğunda oturduğu 1978 yapımı Halloween filmi görülmektedir. Bununla birlikte 1974 yapımı Teksas Katliamı, 1980 yapımı 13. Cuma ve Wes Craven tarafından çekilen 1984 yapımı Elm Sokağında Kâbus filmleri de slasher türünün ilk güçlü örnekleri arasındadır.

Elm Sokağında Kâbus 1984 Wes Craven

Slasher, sinemada ciddiye alınan ve değer gören bir tür olmamıştır. Hatta çoğu zaman basit klişeleriyle alay konusu hâline gelmiştir. Peki, nedir bu klişeler?

Neşeli Bir Yolculuk

Çoğu slasher film, kanlı bir cinayetle sonuçlanan kısa bir giriş sekansından sonra neşeli bir yolculukla açılışı yapar. Gençlerimiz, sadece basit bir hafta sonu eğlencesi amacıyla çıktıkları tatilde başlarına geleceklerinden habersiz bir biçimde eğlenirler, birbirlerine sataşırlar. Bu görüntüler sonraları meydana gelecek dehşete bir kontrast hazırlar.

Teksas Katliamı 1974 Tobe Hooper

Yolculuk Esnasında Mola Verilen Benzinlikteki Gizemli Yaşlı

Bu gizemli kişi, gençlere genellikle gitmekte oldukları yere gitmelerinin tehlikeli olduğunu ima eder. Fakat gençlerimiz tabii ki de oralı olmaz. Slasher’larda gençler etraftan gelen bütün uyarıları, tehditleri ve işaretleri ölüm kapıya dayanıncaya kadar ciddiye almaz.

Gözlüklü ve Şişmanların Başı Dertte

Bir slasher filminde genellikle grubun en umursamaz, en şakacı ve şişman tiplemesi katilin ilk kurbanı olur. Böyle bir klişenin kendini tekrarlıyor olması, slasher filmlerde Hristiyanlığın yedi ölümcül günahından tembellik ve oburluğun cezalandırılıyor oluşu fikrini gündeme getirmiştir.

Nobody Sleeps in the Woods Tonight 2020 Bartosz M Kowalski

Final Girl

Slasher’lar sinemaya final girl (final kızı) kavramını da sokmuşlardır. Teen slasher filmlerde, gençler teker teker öldükten sonra geriye son bir karakter kalır. Bu karakter genellikle bakire bir kadındır. Herkes öldükten sonra final kızının katili öldürmesi ile film biter. Slasher’larda cinsellik yaşayan kadın karakterler ilk katledilenler arasındadır. Bu durum tıpkı şişman karakterin ilk öldürülen karakter olmasının “oburluk” günahıyla ilişkili olabileceği gibi, cinsellik yaşayan karakterlerin öldürülmesinin de yedi ölümcül günahtan “şehvet” ile ilişkili olabileceği fikrini doğurmuştur. Bu kalıp ve klişeler, slasher filmlerin yozlaşmış Amerikan gençliğine bir tenkit niteliği taşıdığı ve 80’li yıllarda Katolik kilisesi tarafından fon alarak desteklendiği iddialarını güçlendirmiştir. Sonraları bu kalıplar zamanla kırılmış, özellikle Scream (Çığlık) serisi ile tür yepyeni dinamikler kazanmıştır. Sinemanın en ikonik final kızı, Wes Craven’ın çektiği Scream filmi ile hayatımıza giren ve Neve Campbell tarafından canlandırılan Sidney Prescott karakteridir. Sidney karakteri Neve Campbell’in kariyerinde tam bir dönüm noktasıdır, onu büyük bir üne kavuşturmuştur. Bir başka ikonik final kızı ise yine Wes Craven’ın çektiği Elm Sokağında Kâbus filminin ana karakteri Heather Langenkamp karakteridir.

Çığlık 1996 Wes Craven

Katilin Çocukluktan Kalma Travmaları

Slasher filmlerde katil genellikle sürekli maske taktığı için yüzünü tam olarak göremediğimiz gizemli ve ikonik bir tiplemedir. Psikolojik olarak sorunlu ve travmatiktir. Travmaları genellikle çocukluğuna dayanır. Halloween’in ikonik katili Micheal Myers ilk cinayetini küçük bir çocukken işler, Teksas Katliamı’nın ikonik katili Leatherface psikopat yamyam bir aileden gelmektedir, 13. Cuma’nın ikonik katili Jason ise küçükken dış görünüşünden ötürü dışlanmış ve sonunda kamp personelinin ihmali sonucunda gölde boğulmuştur.

Slasher filmler, bu ve bunun gibi birçok klişe sebebiyle eleştirilen, değer görmeyen, alay konusu hâline gelen bir korku alt türüydü. Ta ki bir teen slasher filmi çıkıp da kendi türüyle alay edene kadar…

Scream: Slasher Janrını Dirilten Film

Yönetmen koltuğunda Wes Craven’ın oturduğu, ilk filmi 1996’da gösterime giren Scream (Çığlık) serisinin slasher türünde bir kilometre taşı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Scream ile 90’lara doğru duraklama dönemine giren slasher türü tekrardan canlanmıştır. Sinema sektöründe slasher türüne karşı olan tavır ve muamele değişmiş, türe yeni bir soluk gelmiştir. Scream serisi, 90’ların ve 2000’lerin korku filmi kültürüne yön vermiştir. Kurgusal bir kasaba olan Woodsboro’da geçen filmde kasabanın gençleri, Ghostface adı verilen maskeli bir katil tarafından tek tek öldürülmektedir. Katilin esas hedefi ise 17 yaşında bir lise öğrencisi olan Sidney Prescott’dur. Ghostface’in maskesi, Edvard Munch’ın Çığlık tablosundan esinlenilerek oluşturulmuştur. Craven; Ghostface ile slasher’ların ulaşılmaz, yenilmez, travmatik, amaçsız biçimde cinayetler işleyen katil karakter algısını kırar. Elinde bıçak ile koşuştururken hem komik hem de korkunç gözükebilen, espri yapabilen, bazen kaçmaya çalışan karakterlerden dayak yiyen, öncekilerden farklı bir katil tiplemesi ortaya çıkmıştır.

Scream’i bu kadar farklı ve özel yapan şey ise kendi türünün ve o türde önceden çekilen filmlerin yarattığı klişelerin, kuralların, kalıpların farkında olan bir sinema dili yaratmasıdır. Sidney Prescott ve arkadaşları daha önce bir katilin gençleri teker teker öldüğü teen slasher türünde sayısız film izlemişlerdir; dolayısıyla adeta bir filmin içindeymiş gibi davranmaları gerektiğinin farkındadırlar. Bu yüzden karakterler ve diyaloglar sık sık korku filmi klişelerine göndermeler yapar. Olayın içinden çıkabilmek için korku filmi kurallarını gözden geçirirler. Bunlar olurken devreye hem eleştiri hem de mizah unsurları girer. Hatta Scream’in ikinci filminde Woodsboro’da yaşanan olayları konu edinen Stab isimli bir film serisi ortaya çıkmıştır. Böylelikle film içinde film çekilir. Scream’in bu tavrı, korku filminin içinde korku filmleri üzerine konuşan özdönüşümsel bir üslubun yolunu açmıştır. Hatta sonraları film okulunda geçen korku filmi furyası da başlamıştır. (Urban Legend 2: Final Cut gibi)

Scream, teen slasher türü ile hem alay eder hem de türe saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmez. Kendi içinde büyük bir yenilik yapmıştır fakat büsbütün deneysel bir tekniği ya da olay örgüsü de yoktur. Klişeleri kullanarak hem güldürebileceğini hem de korkutabileceğini ispatlamıştır. Komedi ve korkunun dozu çok iyi ayarlanmıştır. Buna filmden bir örnek verilebilir: Filmdeki karakterlerden biri televizyonda korku filmi izliyordur. İzlediği filmdeki karakterin peşinde katil vardır. Fakat karakter bir türlü arkasını dönüp katili görmez. Filmi izleyen karakterimiz “arkana baksana ahmak!” diyerek izlediği filmdeki karaktere feveran ederken aslında kendi arkasında da katil (Ghostface) vardır. Fakat o da bir türlü arkasına bakıp katili fark etmez. Bu noktada seyirci de kendi izlediği karaktere “arkana bak” demek ister, fakat acaba kendi arkasında da mı biri vardır? İşte bu, çok zekice düşünülmüş bir dördüncü duvarı kırma yöntemidir. Bu ve bunun gibi sahneler ile seyirci aktif bir konuma gelerek sinematik sürece katılır. Ayrıca bu tarz sahnelerle Craven, klişelerin zekice kullanıldığında hâlâ korkutma potansiyeli olduğunu da hatırlatır.

Filmin Drew Barrymore’lu açılış sekansı, korku sineması tarihinin en unutulmaz açılışlarındandır. Ghostface’in kurbanlarını arayıp en sevdiği korku filmini sormak gibi bir geleneği vardır. Barrymore’a sorduğunda “Halloween” cevabını alır; Barrymore Ghostface’in favori korku filmini sorduğunda ise Ghostface, tahmin etmesini ister. Berrymore tahminini “Elm Sokağında Kâbus”dan yana kullanır. Ghostface, “O filmi severim, korkunçtu.” der. Böylelikle Craven, kendi yarattığı kurgusal karakterlerin diyaloğunda kendi filmini methetmiş olur. Fakat asıl gönderme bu replikten sonra Barrymore’un repliğindedir:

“Evet, ilki güzeldi. Sonrakiler berbattı.”

Elm Sokağında Kâbus’un 1984 yılında büyük bir başarı elde etmesinin ardından farklı yönetmenler tarafından birçok devam filmi çekilmiştir. Fakat yazılı olmayan bir başka slasher kuralı da şudur: Devam filmleri asla ilk filmin tadını vermez! Scream’in açılış sahnesinde, Craven bu duruma gönderme yapmıştır. Devam filmi ya da remake’i çekilmeyen ünlü bir slasher filmi bulmak neredeyse imkânsızdır. 70’lerde ve 80’lerde ünlü olan çoğu slasher film 2000’lerde ve günümüzde tekrardan çekilmektedir. Slasher’lar düşük bütçe ile gişede büyük başarı elde etme fırsatı verdiğinden, seri üretim sinema endüstrisinin sıcak baktığı bir alandır. Fakat bu durum, hâlihazırda sıradanlaşmış bir türü iyice kısırlaştırmaktadır ve çoğu slasher takipçisi devam filmlerinin ya da remake’lerin ilk filmin tadını vermediğinden yakınmaktadır. Fakat Craven, Scream’e üç tane devam filmi çekmiştir ve devam filmleriyle de beğeni kazanarak bir klişeyi daha yıkıp geçmiştir. Scream’in 90’ların sonuna doğru açtığı yenilikçi yol ile 2000’ler sonrasında orijinal fikirlere dayanan ve klişelere zekâ tohumu eken slasher’lar da çekilmiştir. Korku-komedi türü popülerlik kazanmıştır.

Wes Craven, hem ürkütücü hem mizahi olmayı başaran üslubuyla korku sinemasında unutulmaz bir yer edinmiştir. İlk filmi Soldaki Son Ev’in gerçekçi şiddet sahneleriyle gündeme bomba gibi düşmüş; kültleşen filmi Elm Sokağında Kâbus ile çocukları uyudukları an öldürmeye gelen, parmaklarının yerinde bıçaklar olan, kırmızı-yeşil tişörtü, fötr şapkası, yanıklarla dolu yüzü ve şakacı tavrı ile bir neslin kâbusu olan Freddy Krueger karakterini sinemaya kazımış; Scream serisi ile slasher türünde yenilik rüzgârları estirip kendi klişesini yaratmıştır. Craven, 2015 yılında 76 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Fakat geriye her zaman kendisini yaşatacak ve yıllar geçse de unutulmayacak filmler bırakmıştır.

İyi ki vardın Wes!

Ayçe Cansu Yaşar
Ayçe Cansu Yaşar
"Yaşamaktan yazmaya vakit kalmadı."

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Şakir Paşa Ailesi Edebiyata Nasıl Yön Verdi?

Şakir Paşa ailesinin sanata, özellikle de edebiyata yaptığı katkılar hakkında bir çerçeve sunuyoruz.

Chicano Edebiyatı: Sınırda Kalmışların Sesi

Chicano edebiyatı; melez kimlik, aidiyet krizi ve kültürel direnişi sınırın iki tarafındaki hayatlar üzerinden anlatan güçlü, politik ve ruhani bir edebi hafızadır.

Harry Potter Serisinin Unutulmaz Replikleri

Harry Potter'ın büyülü replikleriyle büyücülük dünyasında kaybolmaya hazırlanın!

Küçük Gün Işığım Film İncelemesi: Kabullenmenin Gücü

Kusursuzluk arayışının değil, kendin olmanın kıymetini; sonuca değil, yolculuğa odaklanmanın anlamını keşfedeceğiniz sarsıcı ama iç ısıtan bir aile hikâyesine davetlisiniz.

Joseon’daki İstikrarsızlık: Kral Injo

İstikrarsızlığıyla Kore ulusunun gelişmesinin önünü kapamış bir hükümdar olarak hatırlanan ve günümüzde hala eleştirilen Kral Injo'nun tarihteki yeri.

Sessizliğe Karşı Yazmak: Kadın Yazarların Sansüre Direnişi

Sansür, yalnızca siyasi bir baskı mekanizması değil; aynı zamanda kültürel, ahlaki ve cinsiyet temelli bir sessizleştirme aracıdır.

Hasçelikler and the City: Dijital Bir Ailenin Hikâyesi

Hasçelikler and the City; dijital dünyada temsiliyet, samimiyet ve medya sınırlarını sorgulayan gerçekçi bir aile anlatısıyla izleyicileri içine çekiyor.

Cumhuriyet Aydınları: Behice Boran

İlk kadın sosyolog, ilk kadın siyasi parti genel başkanı, Marksist, yazar ve akademisyen olan Behice Boran; Türk solunun en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.

Tabloları Dinlemek: Édouard Manet

Bazı bakışlar ancak bazı nefeslerle tanımlanıyor. Manet'nin fırçası, Tezer'in nefesi gibi...

Edebiyatta Semtlerin İzleri: Emirgan

İstanbul'un en güzel semtlerinden biri olan Emirgan, şiirlerde de romanlarda da ele alınan bir semt olmuştur.

Editor Picks