Wes Anderson ve Dört Kısa Filmi

Editör:
Berfin Sayarsoy
spot_img

Başarılı renk paleti kullanımından ve simetri takıntısından filmin kime ait olduğunu anlayabildiğimiz, günümüzün en iyi hikâye anlatıcılarından biri olan Wes Anderson, kısa bir süre önce Netflix’te dört kısa film yayımladı. Bu kısa filmlerin her biri İngiliz çocuk kitabı yazarı olan Roald Dahl’ın öykülerinden uyarlandı. Hikâye anlatımının da bir hikâye olduğunun altını çizen Wes Anderson, Henry Sugar, The Swan, Poison ve The Rat Catcher adlı dört kısa filmle Dahl’ın yazdıklarını kelimenin tam anlamıyla kameraya aktarıyor.

Wes Anderson İmzası

Wes Anderson, kariyerine kısa filmlerle başladı. Bottle Rocket ile ilk uzun metrajlı filmini çekmiş oldu. Fakat bu film bile uzun metraj formunu bulmadan önce henüz çok tanınmayan Owen ve Luke Wilson’ın başrollerini paylaştığı kısa film fikrinden ibaretti. Tanınırlığı ve başarısı artsa da Anderson daima bir şekilde kısa filmlere geri döner oldu. Fantastic Mr. Fox ile Dahl’ı harika bir şekilde ekranlara uyarlayabildiğini gördükten sonra şimdi tekrar Dahl ile kısa filmlere dönmesi hiç sürpriz olmadı. Daha yaratıcı olabildiği ve tutkularını daha rahat kovalayabildiğini net bir şekilde görebildiğimiz bu dört hikâye sonunda bu farklı anlatıların dördünün de nasıl iç içe geçtiğini görüyoruz. Hikâyelerin kendisi kısa olabilir ama bu hikâyelerdeki girişim hiç de öyle değil!

İnternette Anderson’ın filmlerinin tek bir estetiğe indirgendiği pek çok içerikle karşılaşıyoruz. Ancak onun imzası yalnızca görsellikte yatmıyor. Anderson’ın sunduğu dünya daima karanlığı süsleyerek sunan bir gerçeklikten oluşmuştur. Örneğin pespembe renk paletine rağmen The Grand Budapest Hotel’de gizli bir faşizmle veya The Royal Tenenbaums’da rahatlatıcı simetrik karelerin ardında intihara sürüklenen bir melankoli ile karşılaşıyoruz. İçlerinden yalnızca birinde daha özverili olmak isteyen bir adam dışında insan zulmünü anlatan bu dört kısa film ise Anderson’ın sunduğu dünyanın bir özeti oluyor.

Dahl

Yazar Roald Dahl ve Wes Anderson’ın buluştuğu işlerin bu kadar etkileyici olması aslında olağan bir durum. Her ikisi de anlatılarının altında yatan melankolik temaları, görenleri aldatacak bir paketle süslüyor ve kafa karıştıran, zanaat dolu katmanlara ayırıyorlar. Hem Dahl hem de Anderson, kötü insanların küçük dozlarda da olsa iyi bir arkadaş olabileceğinin farkındalar. Bu durum, her ikisini de güzel tonların ardında gri ve gerçek karakterler yaratabilmeye itiyor. Wes Anderson’ın filmlerini yönetme tarzı, Roald Dahl dünyasına iyi bir şekilde uyum sağlıyor. Bu dört kısa filmde de hissettiğimiz hikâye okuyormuş gibi olma hissi, Dahl’ın yarattığı zengin düzyazıya çok iyi uyuyor.

The Wonderful Story of Henry Sugar

İlk kısa filmimiz, Roald Dahl’ın Henry Sugar‘ın hikayesinin nasıl ortaya çıktığını anlatmasıyla başlıyor. Bunun yalnızca yazıya dökmek ve başkalarıyla paylaşmak amacıyla kendisine anlatılan gerçek bir hikâye olduğunu belirtiyor. Başladığında hikâye, iç içe geçen bir hikâye anlatımının altını çiziyor ve baş karakterin ön planda ve merkezde olduğu yeni bir dünyaya dalıyor. Kendi halinde zengin bir adam olan Henry Sugar’ın canı sıkılmaktadır. Henry, kumar oynamaktan oldukça zevk alıyor ve buna epey bir vakit harcıyor. Etraflarında olmaktan hoşlanmadığı insanlarla birlikte bir malikanede mahsur kalan Henry, sonunda etrafına bakmaya karar verdiğinde ilgilenmediği kitapların olduğu bir kütüphanede hayatını değiştirecek küçük, mavi bir kitap bulur. Kitapta, mesleğinde daha önce hiç görmediği bir hastayla karşılaşan bir doktorun notlarından oluşan bir derleme yer vardır. Kısa film, Imdad Khan ve onu inceleyen doktorun hikâyesine dönerek ikinci kare değişikliğine gidiyor. Imdad, gözlerini kullanmadan görebilme yeteneğine sahiptir. Bunu kanıtlamak için doktorlar, yeni bir karede daha derin bir açıklama yapmaya başlıyorlar. Imdad, kaybolmuş birinden, gözleri kapalıyken bile görmeyi öğrenen bir adama uzanan hayat yolculuğunu doktorlarla paylaşıyor. Henry Sugar, öyküsünü paylaşarak, kendisini daha da iyi bir kumarbaz haline getirmek ve kendisine daha büyük bir servet kazandırmak için bu yeteneklerden yararlanmaya çalışıyor. Henry bu yetenekleri geliştirmek için yıllarını harcıyor, kendisini Imdad’dan bile daha iyi olmak için eğitiyor. Ancak iş, planını hayata geçirmeye geldiğinde bir boşluk olduğunu keşfediyor: Eğer yapılan işin tüm zevkini ortadan kaldırıyorsa, bu tür güçlerin ne anlamı var?

Roald Dahl’ın da filmde bir karakter olması mükemmel bir dokunuş oluyor ve Henry Sugar’ın hikâyesine başka bir derinlik ve biraz gerçekçilik katıyor; kısa öykünün doğrudan bir uyarlaması yerine, öyküyü birbirine bağlamanın düzgün bir yolu oluyor. Oyuncular Barbie’nin Rüya Evi’nde oyun oynuyormuşçasına hikâyelerini anlatıyorlar ve bunu hiçbir şey gizlemeden yapıyorlar. Çünkü bu durum, hikâye içinde hikâye anlatısının doğru kullanımına olanak tanıyor. Bu filmin güzelliği; mekânın tüm algılarımızca hissedilmesinde, kitaptan çıkarılıp konulmuş kelimelerin özenle yerleştirilmesinde ve Anderson dokunuşlarıyla zarifçe süslenmesinde yatıyor. Bu da onun sinemaya tutkusunu bir kez daha gösteriyor. Filmin analizine buradan ulaşabilirsiniz.

The Swan

“Kimileri büyük badireler atlatıp dayanamayacak noktaya geldiklerinde çöker. Öte yandan sayıları az olsa da, kimileri bir şekilde daima yenilmez kalır. Onlara savaş zamanında da rastlarsınız barış zamanında da. Boyun eğmez bir ruha sahiptirler ve ne acı, ne işkence ne de ölüm tehdidi onları pes ettirmeye yetmez.”

Uyarlamaların ikincisi olan The Swan, izleyen herkesi rahatsız edecek bir zorbalık hikayesi anlatıyor: İki büyük çocuğun daha küçük olana eziyet etmesini, her zaman olduğu gibi izleyiciyi empati kurmaya mecbur ederek anlatıyor. The Swan, çocukken yaşanan zorbalığın yaralarının asla tam olarak iyileşemeyebileceğinin bir hatırlatıcısı oluyor ve masumiyetin kayboluşunun acı dolu döngüsünde hapsolmasının bir portresini çiziyor. Daha önce de vurguladığımız gibi, Wes Anderson kusursuz bir hikâye anlatıcısı. Bu filmde, diğerlerine göre farklı bir temaya geçiyor. Her zaman kullandığı ve yönetmenin imzasını taşıyan görsel estetiği ve absürt mizahı, izleyicinin boğazını düğümleyen gerçekleri gizlemeden kullanmaya devam ediyor. Yetişkin Peter, travmasına geri döndüğünde bunu anlatırken bile oldukça zorlanıyor. Çünkü geçmiş travmalarımız hala yakamıza yapışmış haldedir. Zorbalık, kaçınılmaz bir kayıp ve umutsuzluk döngüsüne neden olur. The Swan’da da bu anılar, korkular ve kaygılar bunca yıldan sonra bile pusuda yatıyor ve ustalıkla bir sonraki nesle yol gösteriyor. Hikaye, aslında hepimizin bildiği temelde kim olduğumuz, nasıl etkileşimde bulunduğumuz, nasıl büyüdüğümüz ve deneyimlerimizi hem açık hem de açık olmayan şekillerde nasıl yaşadığımızla ilgili ilkel bir noktaya ulaşıyor. Gerçek hayatta yaşadığımız bu travmalar sonrası önümüzde iki seçim oluyor: Dünya tarafından korkutulup köşemize sinebiliriz veya kendimizin daha iyi versiyonuna dönüşmek için çabalayabiliriz.

The Rat Catcher

The Rat Catcher bizi, kırsal bir gazete editörünün ve bir garaj tamircisinin işyerlerine onları istenmeyen kemirgenlerden kurtarmak için gelen Fare Adam ile tanıştırıyor. Fare Adam’ın her hareketinde, Anderson ve Dahl tarafından yaratılmış fare deliğinin geri dönülemeyecek kadar aşağısına iniyoruz. Bu fare deliği metaforu, varoluşunuzu yalnızca temel unsurlara indirgediğinizde, saklanacak hiçbir yerinizin olmadığı anlamına gelir. The Rat Catcher, on yedi dakikalık süresiyle oldukça kısa bir film. Buna rağmen film boyunca bir fareli kavalcı sizi hikâyenin içine çekiyormuş gibi hissediyorsunuz. İlk yarı, çok sayıda cut ile ve iyi kullanılmış alan derinliği görüntüleri ile her zamanki Wes Anderson’ın sinema hilelerine sadık kalıyor. Ancak, Anderson’ın ışık ve gölgeleri yaratıcı bir şekilde kullanması ve animasyonun yaratıcı bir şekilde kullanılması bu hikâyenin mümkün olan en iyi şekilde hayata geçirilmesine yardımcı olarak ikinci yarıdaki anlatımın öne çıkması sağlanıyor.

Poison

Poison’da gerilim, yerini yoruma bırakıyor ve Cumberbatch’in parlaması için bir şans veriliyor. Ganderbai, gelişigüzel bir şekilde Harry’e gerçekten bir yılanın olup olmadığını sorar ve Harry kaba bir şekilde doktoru suçlar. Kelimelerin acı verici değişimiyle Harry‘nin ruh hali, panikten ırkçı bir küçümsemeye doğru değişir bu da hikâyenin başlığının altını çizer: Gerçek zehir, Harry’nin ruhunun doğasında bulunan ırkçı tutum ve bağnazlık duygusudur ve tehlikeden kurtulduğunu anladığında öne çıkar.

Poison, Dahl’ın popüler hikayelerinden biridir. Alfred Hitchcock 1950’lerde hikâyeyi bir TV dizisine uyarlamıştı. Şimdi ise tıpkı Hitch gibi Anderson da hikâyeyi kendi benzersiz vizyonuyla sunuyor. Henry Sugar ile başlayıp Poison ile bitirmek, rahatsız edici bir paralellik sunan doğru bir tercih. Filmin ismi bile bu paralelliği kurabilmek adına oldukça uygun. Tüm kısa filmler arasında en benzer kadroya bu iki film sahip. Ve ilkinde Cumberbatch’in karakteri Kingsley’inkinden öğrenip sonunda daha iyi bir insan haline gelirken, ikincisinde Cumberbatch, Kingsley’i kötülüyor. Filmlerin Hindistan’a yaklaşım biçimi bile değişiyor. Henry Sugar’da Hindistan yogilerin ve guruların olduğu mistik bir yerdir. Poison’da burası İngiliz yönetiminin hüküm sürdüğü korku dolu bir yerdir.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.