Kadın karakterlerin sesinin ciddiye alınmaması ve yalnızlık içindeki bir kadının hayatta kalma mücadelesi üzerine ince bir anlatım sunan Watcher filmi Chloë Okuno’nun ilk uzun metrajlı filmidir. Aynı zamanda Zack Ford’un da katkı sağladığı orijinal bir senaryoya dayanmaktadır. Hadi gelin bu filmin detaylarına birlikte inelim!
Dikkat yazımız spoiler içermektedir!

“Doğrudan bana bakıyor.”
“Ya da belki de doğrudan ona bakan kadına bakıyor.”
Filmin çekimleri 8 Mart 2021’de Bükreş’te başlayıp yaklaşık altı hafta süren bir süreçle 16 Nisan 2021’de tamamlandı. Film, dünya prömiyerini 21 Ocak 2022 tarihinde Sundance Film Festivali’nde yaparken, Grand Jury Prize’a aday gösterildi; ardından 3 Haziran 2022’de ABD’de sinemalarda gösterime girdi. Festival ve eleştirmen çevrelerinden beğeni toplayan yapım, Boston Underground Film Festival’da “En İyi Film” ödülünü kazanırken, Fangoria Chainsaw Awards’da “En İyi İlk Uzun Metraj” ödülünün sahibi oldu ve diğer birçok festivalde ödül adaylıkları elde etti.
Filmin senaryosu Maika Monroe (Julia), Karl Glusman (Francis), Madaline Anea (Irina) ve Burn Gorman (Daniel Weber) gibi isimleri merkezine alıyor.
Bir Çift Gözün Beni İzlediğini Hissediyorum

Maika’nın hayat verdiği Julia, kocası Francis ile birlikte Romanya’nın başkenti Bükreş’e taşınan yalnız ve yabancı bir karakterdir. Bir adamın pencereden onu izlediğini fark ettiğinde içine düştüğü paranoya ve tehlike duygusu, filmin gerilim dinamiğini oluşturmaktadır. Karl’ın hayat verdiği Francis ise yoğun iş temposuyla eşinin yalnızlığını ve giderek artan korkularını fark etmeyen, onun sezgilerini küçümseyen bir partner portresi çiziyor; film, erkek karakterlerin kadınların içgüdülerine ve tehlike uyarılarına yeterince itimat etmemesini de sorguluyor bu noktada. Daniel Weber ise hem Julia’yı izleyen “watcher” hem de şehri dehşete sürükleyen seri katil “the Spider” olarak ortaya çıkarak, filmde hem izlenme hem de varoluşsal tehdit kavramlarının tehlikeli bir sembolü hâline geliyor.
Duvarları Aşan Çığlıklar

Julia’nın tamamen yabancı olduğu bir ülkeye taşınmasının getirdiği hisleri pekiştiren olaylardan biri eşi Francis’in de ona yabancı gibi hissettirmesidir. İşlerinin yoğunluğu ile boğuşan Francis evden gün içinde uzakken, Julia ait olmadığı bu yerde yalnızdır. Kendine burada bir yer edinme çabasının içerisinde en önemlisi Rumence öğrenmeye çalışmasıdır. Filmde Rumence konuşulan kısımları herhangi bir alt yazı olmadan izlemekte, dinlemekteyiz. Bunun ise Julia’nın hissettiği yabancılığı seyirciye de hissettirme amacıyla yapıldığını düşünmekteyim. Filmde dakikalar geçtikçe iyice bu yabancılaşma hissinde kaybolmaya başlayan ve bununla birlikte paranoyaklaşmaya başlayan karakterimizin iç dünyasının bizlere filmde kullanılan renk paletiyle de aktarıldığını söyleyebiliriz.
Genel renk paleti soğuk ve soluk tonlardan oluşur; mavi, gri ve bej ağırlıklı bu tonlar karakterimizin iç dünyası dışında Bükreş’in kasvetli havasını da yansıtır. Işık kullanımı oldukça minimal ve doğal ışıktan yana tercih edilmiş; gölgeler ve loş mekânlar sıkça kullanılarak gerilim duygusu pekiştirilmiştir. Julia’nın sık sık büyük, boş ve yabancı ortamlarda yalnız görüntülenmesi, onun çevresine ve insanlar arasına karışamayan biri olarak resmedilmesini sağlar. Aynı şekilde, apartman penceresinden yapılan uzun ve sabit bakışlarla oluşturulan kompozisyonlar, hem izlenme hissini somutlaştırır hem de klostrofobik bir atmosfer yaratır. Kamera hareketleri genellikle sabit ve mesafelidir; bu da karakterin yaşadığı duygusal kopukluğu ve çevresiyle olan bağsızlığını vurgular.

Bu yalnızlığı ve bağsızlığı azıcıkta olsa kıran şey ise Irina isimli karakterdir. Julia’nın bu karakter ile başlayan arkadaşlık ilişkisi onun bu şehirde kendine ait olduğunu hissedeceği bir şey olmaya başlayacaktır. Madalina’nın hayat verdiği Irina karakteri, Julia’nın yaşadığı yabancılaşma ve yalnızlık duygularına karşı bir denge unsuru olarak sunulur. Irina, Julia’nın Bükreş’teki apartman komşusudur ve bir striptiz kulübünde dansçı olarak çalışmaktadır. Bu meslek seçimi, onun özgür ruhlu ve şehir hayatına adapte olmuş karakterini vurgular. Julia’nın içine kapanık ve çekingen yapısının aksine, Irina daha sosyal, kendine güvenen ve çevresiyle daha rahat iletişim kurabilen bir karakterdir. Filmde Irina’nın kişisel geçmişiyle ilgili fazla bilgi verilmemekle birlikte, yaşam tarzı ve bağımsız duruşu onun güçlü ve kendine yeten bir kadın olduğunu ima eder. Julia için Irina, yabancı bir ülkede kurmaya çalıştığı bağın ve güven duygusunun sembolü hâline gelir. Ancak Irina’nın aniden ortadan kayboluşu filmde bir kırılma noktası oluşturacak ve Julia’nın mücadelesini körükleyecektir.
Hissettiği bu bunaltıcı duyguları ve yaşadığını düşündüğü olayları polise ve eşine anlatmasına rağmen Julia’ya bu kişiler inanmamaktadırlar. Hatta eşi Francis ile olan bir sahnede bunu kırıcı bir şekilde hissetmekteyiz. Eşi Francis, yarı Rumen olduğu için dil konusunda ve kültürel uyum açısından daha rahattır; bu durum, Julia’nın yalnızlık ve yabancılaşma hislerini derinleştirir. Francis başlangıçta ilgili ve destekleyici görünse de, Julia’nın yaşadığı rahatsızlıkları giderek daha az ciddiye almaya başlar. Eşinin takip edildiğine ve tehdit altında olduğuna dair hislerini, gerçeklikten kopmuş bir paranoya olarak değerlendirmesi, aralarındaki güven bağını zedeler. Bu tutumu, Francis’in duygusal olarak mesafeli ve zaman zaman küçümseyici bir portre çizmesine neden olur. Julia’nın yaşadığı gerilimi anlamak yerine, onu akıl sağlığı konusunda sorgulayan bir pozisyona geçer. Bu yaklaşımı, izleyiciye sadece Julia’nın yalnızlığını değil, aynı zamanda kadınların sıklıkla deneyimlediği “inanılmama” duygusunu da hissettirir. Francis karakteri bu yönüyle, filmdeki psikolojik gerilimi destekleyen ve Julia’nın ruhsal çöküşünü hızlandıran bir unsur olarak işlev görür.
Irina dışında kimseden destek alamadığını fark eden ve eşi ile yaşadığı bu olaydan sonra iyice çöken karakterimizin trende yaşadığı sahne beni filmde en çok geren sahnelerden bir tanesi oldu. Dışsal uyarılar olmadan, tamamen karakterlerin yarattığı bir çekim ile bu gerilimi hissetmek Watcher’ı benim için harika kılmaktadır. Bu sahnede net bir şekilde gördüğümüz, üzerinde sarı bir gülücük olan market poşeti ise hâlâ aklımın bir köşesinde tüylerimi ürperterek; tehlikede olduğuna inanan, hisseden bir kadına inanmanın önemini bana hatırlatmaya devam ediyor.
Sonu Hatırlatan Sarı Gülücük

Mekân kullanımı ise bu filmde dikkat çeken ögelerden bir tanesidir. Özellikle Julia ve eşinin yaşadığı apartman dairesinin camlı mimarisi, takip edilme ve izlenme hissiyatını çarpıcı bir şekilde hissettirmektedir. Aynı zamanda market, sinema salonu, tren gibi halka açık mekânların kullanımı takip edilme ve izlenme olaylarının aslında düşünüldüğü kadar özel olmayışının, insanların yoğun olduğu alanlarda da çekinmeden yapılabildiğinin bir temsilcisidir. Toplu alanlarda yapılıyor oluşu ve bununla birlikte aslında kameralara yakalanabilmesiyle birlikte bu korkutucu deneyimi yaşayan kişinin eline kanıt geçebilmektedir. Ancak filmde, gerçekte de karşılaştığımız şekilde bu kanıtlara rağmen şikâyette bulunan kişiye inanılmamaktadır. Birçok sahnesi ile birlikte gerçekliğe gönderme yapan bu film birçok derin temsil taşımaktadır.
Temsillerden bir taneside Julia’nın bir sahnede yardım için başka bir erkek karakterden yardım istemesidir. Bir erkek tarafından teröre uğrarken, başka bir erkekten yardım istemek zorunda kalma durumu gerçeklikten ne yazık ki uzak değildir. Bulunduğu yerde ve durumda kendini yabancı, paranoyak hisseden bir kadının çaresizce yardım arayışını gerici bir biçimde izlemekteyiz.

Renk paleti ve mekânlar dışında bahsedilmesi gereken bir diğer nokta ise kullanılan foreshadowing (önceden haber verme) tekniğidir. Katilin Julia’yı boğmaya çalıştığı poşet, Rumence dersi kaydında dinlenilen sinema bileti almanın Rumencesi, filmin sonunda kullanılan silah, Irina’nın çığlıklarının duyuluşu gibi önceden haber verilen detaylar etkileyicidir.
Karakterler için seçilen oyuncular ise oldukça doğru bir tercihtir. Julia’ya hayat veren Maika’nın bize hissettirmeye çalıştığı duyguları fazla abartmadan yapışı filmi gerici yapan özelliklerden biridir. Yaşanılan korkunç bir durumda, özellikle belirli bir süre tekrar eden bir durumda bunu yaşayan kişinin gireceği duygular elbette kişiden kişiye farklılık gösterecektir. Maika’nın bunları gösteriş şekli ise bunlardan biridir. Karl ise Francis karakteriyle birlikte eşini sevdiğini ve her koşulda destek olduğunu söyleyen ama davranışlarıyla aksini kanıtlayan bir eşi, sinir bozucu olduğu kadar gerçekçi yansıtmıştır. Burn ise bir seri katilin kansızlığını, ruhsuzluğunu fazla oynamayan mimikleri, bakışları ile birlikte yansıtarak tüyler ürpertmiştir.
Filmin sonu ise en etkileyici kısmıdır. Julia’nın hayatta kaldıktan sonra Francis ile karşılaşmasının ve göz göze gelmesinin altında yatan mesaj herkes tarafından anlaşılmalıdır. Bana inanmalıydın!
Tehlikede olduğunu hisseden ve sizlerle bunu paylaşma cesareti gösteren kadınlara aksi kanıtlanana kadar inanın. Elinizden geldiğince yardımcı olmaya ve korumaya çalışın.
Yazımda özet bir biçimde sizlere filmi sevdiğim kısımları ile anlatmayı amaçladım. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Sevgi ile kalın değerli Söylenti okurları!
Kaynakça:
- Öne çıkan görsel: Pinterest
- ‘Watcher’. Sheila O’Malley, Roger Ebert. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
- ‘Watcher Review: A Haunting Meditation on Isolation and Fear’. Naser Nahandian, Gazettely. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
-
‘The Watcher ending explained: Who is the Spider (and why is that twist reveal not so shocking after all)?’. Randall Colburn, Entertainment Weekly. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
- ‘Watcher’. IMDB. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
- ‘Watcher’. Rotten Tomatoes. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
- ‘Watcher’. Watcher Movie. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
- ‘Watcher’. Letterbox. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025
- ‘Watcher Film İncelemesi: Bükreş’te Bir Amerikan’. Onurcan Göcen, Söylenti Dergi. Web. Erişim Tarihi: 03.09.2025


