Virginia Woolf ve James Joyce: Edebî Modernizmin İki Ustası

Editör:
İclal Yaka

İngiliz geleneğinde 20. yüzyılın başlarında geleneksel roman yapısı ve içeriğine bir başkaldırı olarak ortaya çıkan edebî modernizm, nesnel gerçekliği olduğu gibi betimlemek yerine karakterlerin içsel düşünce ve duygularını vurgulamaktadır. Bu edebî modernizm, yeni anlatım yöntem ve teknikleri kullanan Virginia Woolf ve James Joyce gibi öncü romancılarla öne çıkmaktadır.

Virginia Woolf ve James Joyce Kimdir?

The Guardian
The Guardian

Woolf (25 Ocak 1882 – 28 Mart 1941), anlatıya çizgisel olmayan yaklaşımlarıyla romanları tür üzerinde büyük etki yaratmış bir İngiliz yazardır. Mrs. Dalloway (1925) ve To the Lighthouse (1927) romanlarıyla tanınan Woolf, sanat kuramı, edebiyat tarihi, kadın yazını ve iktidar politikaları üzerine öncü denemeler de kaleme almıştır. Woolf’un akıldan çıkmayan dili, geniş kapsamlı tarihsel, politik, feminist ve sanatsal konulara dair öngörüleri ve son derece üretken bir kariyer boyunca roman biçimiyle yaptığı yenilikçi deneyler, modernist ve postmodernist edebiyatın seyrini değiştirmiştir. Woolf’un romanları geleneksel anlatının sınırlarını test etmiştir. Olay örgüsü ve karakter gelişimi için Viktorya ve Edward Dönemi geleneklerini takip etmek yerine, karakterlerinin iç dünyalarına odaklanmıştır. Yaşadığımız doğal ve kentsel dünyalara katılımımızın ve karşılaştığımız deneyimlerin, yerlerin ve insanların nasıl bir parçası haline geldiğimizin izini sürmüştür.

Joyce (2 Şubat 1882 – 13 Ocak 1941), Ulysses (1922) ve Finnegans Wake (1939) gibi büyük kurgu eserlerinde dili deneysel olarak kullanması ve yeni edebî yöntemler keşfetmesiyle tanınan İrlandalı bir yazardır. Muazzam bir zekâya ve deneyselliğe sahip olan yazarın eserleri, hem 20. yüzyıl edebiyatının hem de modernist hareketin kanonik merkezlerinde yer almaktadır. Ancak Joyce’un romanları, yenilikçi dilleri, diyalog kullanımları, karakteristik modernist biçimleri ve sosyal açık sözlülükleriyle ilk basıldıklarında dirençle karşılaşmıştır. Joyce’un temaları ve kaygıları çok çeşitliydi ve bugün hâlâ geçerliliğini ve ilgisini korumaktadır. Gündelik hayatın ihtişamını yazmış ve düşüncenin bilinç akışı yoluyla nasıl ortaya çıktığını yansıtmaya çalışmıştır. Joyce, hem karmaşıklığı hem de açık içeriğiyle bilinen çığır açan bir tarzda yazan bir yazar olmuştur.

Virginia Woolf ve James Joyce’un Benzer ve Farklı Yönleri

Il Libraio
Il Libraio

Woolf ve Joyce, modernist edebiyatın öncü figürleri olarak bilinç akışı (stream of consciousness) tekniğini kullanmalarıyla büyük bir benzerlik göstermektedir. Her iki yazar da bireyin içsel dünyasını, zamanın subjektif algısını ve bilinç düzeyindeki geçişleri metinlerine taşımış ve klasik anlatı yapısını kırarak daha içe dönük ve deneysel bir edebî biçim geliştirmiştir. Toplumsal yapıların bireyler üzerindeki etkisi, düşüncelerin kırılganlığı ve zamanın göreceli doğası, iki yazarın da ortak temaları arasında yer almaktadır. Ancak yöntemsel ve biçimsel açıdan aralarında önemli farklar bulunmaktadır.

Joyce‘un eserleri, özellikle Ulysses ve Finnegans Wake, yoğun mitolojik göndermeler, çok katmanlı dil yapısı ve anlatı içindeki biçimsel oyunlarla tanınır. Joyce, radikal dil deneyleri ile edebiyatın sınırlarını zorlamayı amaçlamıştır. Woolf ise daha sade ancak lirik bir dille yazmış, karakterlerin duygusal ve zihinsel dünyalarını daha sezgisel ve incelikli bir şekilde işlemiştir. Mrs. Dalloway ve To the Lighthouse, Joyce’un karmaşıklığından daha ulaşılabilir olmalarına rağmen, psikolojik derinlik açısından aynı derecede etkileyicidir. Joyce’un romanlarında karakterler Dublin’e bağlı orta veya alt sınıfta yer alırken, Woolf’un romanlarında karakterler üst sınıfa aittir. Joyce’un anlatım tekniği Woolf tarafından kullanılandan daha deneyseldir. Woolf’un anlatım tekniği Joyce’unkine göre daha kronolojik bir sırayı takip etmektedir.

Bu iki yazar biçimsel açıdan incelendiğinde, Joyce, karakterlerin bilinç akışını bir anlatıcının yönlendirici varlığı ve dışsal kesintiler olmadan, sanki okuyucu karakterin düşünceleri ve duyguları tarafından verilen sese kulak misafiri oluyormuş gibi doğrudan tasvir eder. Woolf ise nadiren ortadan kaybolan anonim bir üçüncü şahıs anlatıcının sesinden süzülen ve onun tarafından kontrol edilen karakterlerin düşüncelerinin dolaylı sunumunu kullanır. Daha çok betimleyici pasajlar ve açıklamalar içerir.

Virginia Woolf ve James Joyce’un Güçlü ve Zayıf Yönleri

Jornal Rascunho
Jornal Rascunho

Joyce’un en güçlü yönü, dilsel yenilikçilik ve biçimsel cesaretidir. Özellikle Ulysses, modern romanın yapısını tamamen dönüştürerek yeni anlatı olanakları yaratmıştır. Joyce’un metinleri, kültürel, tarihî ve mitolojik göndermeler ile örülüdür ve bu yönüyle edebî çözümleme açısından büyük zenginlik sunmaktadır. Ancak bu çok katmanlı yapı, metinlerini zor anlaşılır kılabilir ve geniş okur kitlesi için okunabilirliği azaltabilir.

Woolf‘un güçlü yönü ise karakter psikolojisini zarif ve derinlikli bir biçimde yansıtma becerisidir. Özellikle kadın kimliği, toplumsal roller ve bireysel bilinç konularındaki duyarlılığıyla feminist edebiyatın da öncüsü olmuştur. Woolf’un anlatıları duygusal olarak etkileyici ve estetik açıdan zariftir. Bununla birlikte, olay örgüsünün geri planda kalması ve ritmin zaman zaman durağanlaşması, okur kitlesi için metinlerine yavaşlatıcı bir etki yaratabilmektedir.


Kaynakça:

Öne çıkan görsel: elconfidencial.com

Buran, Sümeyra. “Virginia Woolf ve James Joyce’un modern anlatım teknikleri üzerine karşılaştırmalı bir çalışma”. Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi 10. 1 (2021): 27-43.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Rembrandt’ın Gölgesinde Bir Portre: Girl in a Blue Dress

Rijksmuseum’da Rembrandt’ın gölgesinde kalan Girl in a Blue Dress tablosu ve Johannes Verspronck’un detaylarla örülü sanatına kısa bir yolculuk.

Aristaeus: Kırsalın Yetenekli Tanrısı

Yunan mitolojisinde Aristaeus kır, tarım, arıcılık, bağcılık tanrısı ve çoban olarak bilinir.

Asch’in Uyum Deneyi: Göz Göre Göre Yanlışı Seçer miydin?

Solomon Asch'in uyum deneyi, bireylerin grup karşısında özgür düşünebilme yeteneğini sorgulayarak sosyal baskının gücünü gözler önüne sermektedir.

Oidipus Sendromu ile Psikoseksüel Bir Yolculuk: Kader mi Arzu mu?

Oidipus sendromu, yasak arzular ile kimlik oluşumu arasındaki ilişkiyi Freud’dan Lacan’a uzanan bilinçdışı bir yolculukla açıklar.

Single White Female(1992) Film İncelemesi: Kadın Kimliği ve Psikolojik Gerilim

Schroeder'in filmi; kadın kimliğinin inşası, ideal benlik, aitlik kavramı, bastırılmış duygulaların saldırganlığı ve en sonunda gölgeyle yüzleşme gibi temalar üzerinden ilerleyen çarpıcı bir psikolojik portre sunar.

İstanbul Mimarisi: Frej Apartmanı

Art Nouveau mimarisi, zengin tarihi ve trajik hikayesiyle Pera’nın çok kültürlü dokusunu yansıtan ve yaşatan Frej Apartmanı’nı keşfe çıkıyoruz.

Kültürlerden Esintiler: Peru’nun Dokuma Mirası

And Dağları’nın etekleri Peru’da sürdürülen dokumacılık geleneği ve yıllar içinde gelişimi.

Wings of Desire: Tarihin Nabzının Attığı Yer Berlin

Wings of Desire filminde Berlin, sahnelerin yaşandığı bir ortam olmaktan ziyade hareket eden, neredeyse ekranlardan izleyiciye fısıldayan bir baş karakterdir.

Kültürlerden Esintiler: Hindistan’dan Sari Kültürü

Sari, geçmişten günümüze Hint kadınların kimliğini, zevkini ve zarafetini tek bir kumaşta buluşturan kültürün canlı bir temsilidir.

Sosyal Medyada Cinsiyetçi Stereotiplerin Yayılması: Paylaştıkça Büyüyen Kalıplar

Sosyal medya, cinsiyetçi kalıpları yaygınlaştırıyor; kullanıcılar bu normları sorgulamak yerine yeniden üretiyor.

Editor Picks