Virginia Woolf, 20. yüzyılın modernist edebiyat akımının önde gelen temsilcilerinden biridir. Yazdığı karakterlerin içsel çatışmaları, düşünceleri ve duygusal deneyimleriyle, okuyuculara derin bir içgörü sunarken bir yandan da döneminin sosyal dinamiklerine olan duyarlılığıyla bilinir. Eserlerinde bilinç akışı tekniği kullanarak zamanı manipüle eder.
Virginia Woolf‘un kitapları genellikle kesin bir sonla sona ermez. Onun eserleri, karakterlerin yaşamlarının bir anına odaklanır ve genellikle karakterlerin düşünceleri veya içsel dönüşümleri üzerinden sona erer. Sonları genellikle açık uçlu bırakarak okuyucuların kendi yorumlarını yapmalarına olanak tanır.
Bugün hayatta olsaydı, gerek eserleri gerek eşsiz karakteri ve hayatıyla, The Hours, Vita & Virginia gibi birçok filme ilham kaynağı olmuş Virginia Woolf‘un modern sinemanın zengin dünyasını büyük bir ilgiyle izleyeceğini tahmin ediyoruz. O, karmaşıklığı ve derinliği seven bir yazar olarak, çeşitli film türlerinden ve yönetmenlerden ilham alabilirdi. Bu yazıda, Woolf’un sinema zevkini ve yaşasaydı bize hangi filmleri tavsiye edeceğini hayal edeceğiz.
1. Carol (2015)
Carol, 1950’lerin Amerika’sında bir alışveriş merkezinde çalışan genç Therese Belivet ile sofistike ve evli bir kadın olan Carol Aird’ın aralarındaki yasak aşkı konu alıyor. Film, dönemin toplumsal normlarına meydan okuyan bu tutkulu ilişkiyi hassas bir şekilde işliyor ve bizi derinliği olan, üretken kadın karakterler görme şansı veriyor.
Carol, sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda Virginia Woolf‘un biseksüel kimliğini ve eserlerindeki karakterlerin cinsellik ve cinsel kimlikle olan karmaşık ilişkisini anlamamızı sağlıyor gibi görünüyor. Duygusal bir yolculuk sunarken, güçlü görsel anlatımıyla da gözlerimizi şenlendiren Carol, Woolf’un bize tavsiye edeceği filmler arasına girer gibi görünüyor.
2. Wild (2014)
Wild, Cheryl adlı genç bir kadının hayatının zorlu bir dönemini konu alıyor. Cheryl, kişisel sorunlarla ve annesinin kaybıyla boğuşurken kendini tahrip eden davranışlara sürükleniyor. Kendini kaybeden Cheryl, içsel bir dönüşüm geçirmeye karar vermesiyle Pasifik Crest Yolu‘nda bir yolculuğa çıkıyor. Doğa ile baş başa kaldığı bu yolculukta şifasını arıyor. İçsel dünyasını ifade etmek ve deneyimlerini kaydetmek için yolculuğu ile ilgili notlar alıyor, günlük tutuyor.
Virginia Woolf‘un, Cheryl’in kendine ait bir çadırda geçirdiği bu içsel yolculuğu izlemekten keyif alacağını düşünüyoruz.
3. The New Girlfriend (2014)
The New Girlfriend, hem Virginia Woolf için hem de Woolf’un eserlerinde işlediği temaları sevenler için ilgi odağı olabilecek bir film. Olaylar, Claire’in en yakın arkadaşı Laura’nın ölümünün ardından Laura’nın eşini ve bebeğini ziyaret etmesiyle başlıyor. Ancak Claire, bu ziyaret sırasında David ile ilgili şaşırtıcı bir gerçeği öğreniyor. Bu sıra dışı durum sonucunda, film boyunca cinsellik, kimlik ve kabullenme temalarını ve karakterlerin bu durumla psikolojik savaşını işleniyor.
The New Girlfriend‘in tıpkı Virginia Woolf‘un Orlando eserindeki gibi cinsel kimlik ve değişim, toplumsal normların sorgulanması, içsel keşif, kimlik kabullenme süreçleri, özgürlük ve yaratıcılık gibi önemli temalarını işlemesinden dolayı bir benzerlik görüyoruz. Bu açıdan Virginia Woolf bu filmi de keyifle izler ve bizlere önerirdi diye düşünüyoruz.
4. Their Finest (2017)
Their Finest, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz propaganda filmlerini üreten bir film ekibinin hikayesini anlatıyor. Their Finest, sadece bir savaş dönemi hikayesi olmasının yanında kendi kimliğini bulmaya çalışan güçlü bir kadını konu alıyor. Virginia Woolf‘un eserlerindeki kadın karakterler gibi, Catrin de toplumsal normlara meydan okur ve bütün içsel çatışmalara rağmen kendi yolunu çizmeye çalışıyor.
Their Finest, savaşın ortasında umudu ve insanın dayanıklılığını merkeze alan dokunaklı hikayesiyle, Hitler’in İngiltere kara listesinde olan Virginia Woolf‘u etkilemeyi başarırdı.
5. The Guernsey Literary and Patato Peel Society (2018)
The Guernsey Literary and Potato Peel Pie Society de Woolf’un favori filmlerinden biri olabilir. Bu film, savaş sonrası dönemin İngiltere’sinde geçen ve kitaplarla dolu bir dünyada dostluk, dayanışma ve toplumun dönüşümünü anlatan dokunaklı bir hikayeyi işliyor.
Başkarakterimiz Juliet Ashton, savaş sonrası dünyada kendini yeniden keşfetmeye çalışan bir yazar olarak karşımıza çıkıyor. Woolf’un eserlerindeki kadın karakterler gibi, Juliet de kendi kimliğini ararken toplumsal normlara meydan okuyor. Ayrıca, filmdeki mektuplar aracılığıyla kurulan ilişkiler ve dostluklar, Woolf’un eserlerindeki karakterlerin içsel yolculuklarını hatırlatıyor.