Van Gogh, hayatı anlamlandırmaya çalışırken gözlerinden fırça darbeleri çıkar adeta. Kendini, çevresindekileri ve hayattaki yerini anlamlandırma sürecini yalnızca bir yolla anlatır: Resimle. Acıkınca yemek yemek gibi, nefes almak gibi hayata devam etmek için resim yapmaya devam eder. Resim yaparak hayatını kazanmaz aksine resim yaptığı için daha çok soyutlanır, dışlanır. O hayata tutunmak için resim yapar, resim ona hiçbir şey vermez. Hatta ondan bir şeyler alır belki de. Ama ondan kopamaz. Ferit Edgü‘nün Resmin Dili adlı şiirinde anlattığı gibi, Van Gogh için resim sözcüktür:
”İşte, der Van Gogh.
İşte benim sözcüklerim der gibi,
resimleri gösterir tek tek.
İnsanlar arası iletişimin yalnızca sözcüklerle
sınırlı olmadığını, daha o günlerde bilen biridir
Van Gogh.
Resimleriyle konuşur.”
Van Gogh’un Zihinsel Sağlığı

Van Gogh 8 Mayıs 1889 tarihinde akıl hastanesine yatırılır ve akıl hastanesinin penceresinden gördüklerini, duygularını ve atılamamış çığlıklarını her zaman tutunduğu bir dal olan resme aktarır. Yıldızlı Gece eseri aslında burada oluşur. Van Gogh’un gözlerinden bir tabloya bakmamız için önce onun ne hissettiğini anlamamız gerekir. Onun gözlerinden eserlerine bakmak, bir tekniği açıklamaktan çok sanatçının duygu mağarasına adım atmak olacaktır.
Peki, Van Gogh neden akıl hastanesindeydi, Van Gogh hasta mıydı? Van Gogh hayatı boyunca belirli aralıklara ataklar geçiren birisiydi. Bu atakların uzunluğu ve sonuçları sürekli değişse de akıl hastanesine yatırılmasına karar verilmesinin esas sebebi kendine zarar vermesiydi. Yine bir atak anında kendi kulağını kesmesi, çevresindekileri huzursuz etmiş ve akıl hastanesinin kapılarını aralamıştı.
Van Gogh’un hastalığını tam olarak bilemesek de dostlarına ve kardeşi Theo’ya yazdığı bine yakın mektup, duygusal çözümleme noktasında bir harita görevi gördü, psikoloji alanında uzman kişiler tarafından incelendi ve aslında bir sonuca da ulaşıldı: Borderline (Sınırda Kişilik Bozulukluğu). Van Gogh’un aynı zamanda bipolar kişilik bozukluğuyla da mücadele ettiği, manik ve depresif dönemleri olduğunun anlaşıldığı dile getirildi. Hatta Van Gogh’un doğum günü olan 30 Mart Dünya Bipolar Günü olarak kabul edildi.
2020 yılında Van Gogh’un hastalığını tespit etmek için Hollandalı akademisyenler tarafından Van Gogh’dan geriye kalan mektupları inceleyen bir araştırma ekibi kuruldu. Bu araştırma ekibine katılan ve altı ciltlik koleksiyonun tamamını okuyan Profesör William Nolen, mektuplarla gerçeğin örtüşme payına ve sapmalara da dikkat çekti: “Kardeşine yazdığı mektuplarda ruh halini abartmış olabilir çünkü maddi desteğe ihtiyacı vardı. Ancak annesi de dahil olmak üzere diğer aile üyelerine yazdığı mektuplarda da, ruh halini olduğundan daha iyi gösteriyor da olabilir.”
Fakat Van Gogh, mektuplarında bir ihtimalle durumunu olduğundan daha kötü ya da daha iyi ifade ediyor olsa da onda bir problem olduğu kesindi. Hayatı diğer insanlar gibi yaşayamıyor, özellikle kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarında hayata karşı sabırlı bir duruş sergilemenin önemine vurgu yapsa da sonucunda bu ataklardan kurtulamıyordu. Kendisi de bunun farkına varıyor ve bir çözüm bulamıyordu. Mektuplarından birinde ”ruhsal ateş veya delilik, nasıl adlandıracağımı tam olarak bilmiyorum.” ifadelerini kullanmasından içindeki huzursuzluğa ve yanlışlığa bir isim koyamadığını ama bir yandan da onu kabullendiğini anlayabiliyoruz.
“Ancak her yönden yaşamaya, her an da acı çekmeye hazır insanlardan da
değilim ben galiba.
Ne garip şey dokunmak/ Bir fırça vuruşu…!”
Saint Remy’de Açılan Bir Pencereden Doğan Tablo

Van Gogh, 1889 yılında Saint Remy akıl hastanesinin penceresinden yıldızlı bir geceye baktı. Ama gördüğü şey, durağan bir gece fotoğrafı değildi. Gökyüzü adeta akıyordu. Ona eşlik eden tepeler, köy ve ay… Hepsi bir akışın parçasıydı. Ay parlıyor, gökyüzü hareket ediyor, yıldızların her biri güneşin ışığını ödünç aldığını söylüyor.
Belki de bu doğayı olduğundan farklı görme hali, bütün karanlık düşlerin ve atakların arasında bir yıldızlı gece hayali; hayatı yeniden yorumlayarak, onu boyayarak tekrardan deneyimlemesini sağlıyordu. Onun kaçış yolu, gözlerinden dünyaya yaptığı bir yolculukta gizliydi.
Kardeşi Theo’ya mektuplarında; hayatının amacını, tam olarak hayatı yeniden yorumlayışını ve gerçek kişiliğini, hislerini insanlara resimleri yoluyla iletmesi olduğunu anlatıyordu:
”Çoğu kişinin gözünde neyim, kimim ben -bir hiç, ya da aksi suratlı,
yadırgı bir adam- toplumda doğru dürüst bir yeri olmayan, hiçbir zaman da
bir yer bulamayacak olan, kısacası, alçağın alçağı biri. Pekâlâ, diyelim ki
bunlar doğru, gene de yapıtlarımla, böylesi yadırgı bir adamın, böylesi bir
hiçin yüreğinde neler olduğunu dünyaya göstermek isterdim.
Yaşamdaki amacım bu işte; ancak, her şeye karşın, bunun temelinde
öfkeden çok sevgi, tutkudan çok sükûnet yatıyor. Sık sık derin acılara gömüldüğüm
doğruysa da, gene de içimde saf ve sakin bir uyum, bir müzik
var. En yoksul bir kulübede, en pis bir köşede, bir desen, bir resim görebiliyorum.”
Görselliğin Ardındaki Fizik

Yıldızlı Gece tablosu, duygusal yönünün yanında tabloda kullanılan girdap görüntüsü ve enerji akışı bakımından fiziki öngörüsüyle de dikkat çekmiştir. Bu konuda yapılan bir çalışmada, Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosundaki 14 ana girdabı incelendi. Sonuçlar çok şaşırtıcıydı. Van Gogh 100 yıl öncesinden Kolmogorov adlı fizik yasasına uygun bir tablo ortaya çıkarmıştı. Bilim insanları, Van Gogh’un tercih ettiği ölçek ve parlaklığın kullanıldığı alanların, gerçek fiziki kurallara uygunluğunu böylece ortaya koydu.
Aynı zamanda, tablonun büyük bir bölümünü kaplayan gökyüzündeki girdaplar William Parsons’ın Girdap Gökadası olarak adlandırılan M51 bulutsusunun çizimine çok benzer. Buradan da anlaşılıyor ki Van Gogh gökyüzündeki girdapları çizerken M51 bulutsusu çiziminden ilham almıştır.
Ruhsal Yolculuğun Anlamı

Yıldızlı Gece, tüm yaşam yolculuğunun belki de en çıkmaz sokağında ortaya çıkar. Yıldızlı Gece tablosunun anlamını iyice anlamak, Van Gogh’un akıl hastanesinin penceresinde neler hissettiğini anlamanın anahtarıdır. Onu en çıkmaz sokağında yarattığı parlak tablolarından anlamak da Van Gogh’un sanat dehasını anlamak demektir.
Van Gogh henüz Saint Remy’e gitmemişken kardeşi Theo’ya “Bir de yıldızlı bir gecede selvi ağaçları yapmalıyım. Ya da olgunlaşmış mısır tarlaları üstünde yıldızlar… Burada harika geceler oluyor.” diye yazar. Yıldızlı bir gece tablosunun taslak halindeki hayali belki de ilk bu zamanlarda aklından geçmeye başlar.
Hayal dünyasında gelişen bu görüntü, güneşin doğuşuna doğru gördüğü sabah yıldızı; aylar önce aklına düşen imgeyi tuvale yansıtma zamanı geldiğini hatırlatır aslında. Dışarı çıkıp resmini orada yapmak istese de bu isteği kabul edilmez. Van Gogh resim yapması için kendine ayrılan bir odada, sabah yıldızını düşünerek Yıldızlı Gece‘yi resmetmeye başlar.
”Gecenin, gündüzden daha canlı, daha
zengin renklerle dolu olduğunu sık sık düşünmüşümdür zaten.”
Gökyüzü Girdabı: Yıldızlı Gece’de Duyguların Yansıması
Yıldızlı Gece‘de gökyüzü, Van Gogh’un kendisi gibi sıra dışıdır. Geceyi olduğu gibi yansıtmaz. Gökyüzü adeta bir girdabın içinde dönmektedir. Yıldızları ve tüm köyü içine alan bir girdap. Bu girdap, Van Gogh’un tüm iç dünyasını yansıtmaktadır. Geceye hükmeden fırtınalardan sonra, her gecenin sonunda bir sabah yıldızının bize eşlik etmesi gibi, oluşan sakinlik tablonun alt tarafına yansır. Van Gogh bu yoğunluğu oluşturabilmek için palet kullanmaz, boyaları direkt tuvalle buluşturur.
Selvi Ağacı: Ölümün Dalları

Tablonun sol tarafına konumlanan selvi ağacı, Akdeniz mezarlıklarında kullanılan ve ölümü simgeleyen bir figür olduğundan Van Gogh’un da selvi ağacını ölümle ilişkilendirdiği düşünülebilir. Dalları gökyüzüne uzanırken kökleri toprağa sımsıkı bağlıdır. Gökyüzüne erişmeye çalışan dallar, Van Gogh’un dünyayla olan bağının kopuşunu; kökler ise tam aksine onu hayata bağlayan sebeplerini anlatıyor gibidir.
Renk Paleti: Duyguların İzinde

Van Gogh tüm tabloya yaydığı içten duygularını renk seçimiyle de yansıtır. Sarı; her ne kadar umudu, canlılığı ve hayatı hatırlatsa da bu tabloda soluk, duygu yüklü bir tavrı vardır. Tablonun genelinde kullanılan mavi rengi de bizi tabloya çeken bir diğer unsur. Mavinin tuvale yansıyışı; bize gecenin tekinsizliğini, sessizliğini ve her şeyden öte gece vakti üstümüze çöken o duygusal yoğunluğu anlatır. Herkes uyuduğunda, tüm ışıklar söndüğünde görebildiğimiz iki renk: Mavi ve sarı. Bu iki renkle baş başa kalışımız, bize gecenin içindeki yalnızlığımızı hatırlatır.
Yaşam ve Ölüm: Hayatın İkiliği

Van Gogh, yıldızlı bir gecenin içindeki yaşamı ve ölümü anlatırken aynı zamanda kendisinin hayatla ölüm arasındaki kararsızlığını da anlatır. Onun yaşamı, bu tezatlıklar üstüne kurulmuştur ve sınırlarda gezen bir duygu dünyasının zemininde akıp gider. Bir sabah yıldızıyla güne umutla gözlerini açarken belki bir gün sonra peşini bırakmayan sanrılarla boğuşur.
“Sıklıkla derin acılara gömülsem de, içimde hâlâ bir uyum, bir müzik var.” derken de bu zıtlığın izlerini kelimelerinde de resimlerinde olduğu gibi hissettirir bize. Gecenin mavi girdabında, sabah yıldızının sarı ışığında, ölümün selvi ağacında belki tek şeyi anlatmaya çalışır: ”Acılarım ve umutlarım, ölümü ve yaşamım, hepsiyle ben buradaydım. Sevgiyle yaşadım, yaşamla öldüm.”
”Sevgiyle yapılan her şey, iyi yapılır.”
Kaynakça:
Edgü, Ferit. Vincent Van Gogh Yüz yıl Sonra. İstanbul: Sel Yayıncılık, 2007.
“Bipolar bozukluk nedir, neden Van Gogh ile ilişkilendiriliyor?” BBC News Türkçe. 29 Mart 2024, Web Erişim Tarihi: 02.06.2026
Gogh, Vincent Van. Theo’ya Mektuplar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1996.
Kara, Bilal. “Yıldızlı Gece Tablosu” 1 Aralık 2024, Web. Erişim Tarihi: 02.06.2025
“Vincent van Gogh’un Yıldızlı Gecesi’nde gizlenen fizik kuralları ortaya çıktı.” İndependent Türkçe. 18 Eylül 2024, Web. Erişim Tarihi: 02.06.2025