“Yeni orta çağ.
Yaklaşan ekolojik krizden kaçınmak için insanlık genetik teknolojiye güvendi.
Başarısız oldular.
Laboratuvarda oluşturulan virüsler ve organizmalar doğaya yayıldı. Yenilebilir bitkileri, hayvanları ve neredeyse tüm insanlığı yok ettiler.
Bugün, “kale” denilen büyük şehirlerde oligarşi gelişiyor, nüfusun geri kalanı hayatta kalmak için mücadele ediyor.
Beslenmek için kaleler tarafından sağlanan tohumlara muhtaçlar: Sadece birer kez ürün veren tohumlar.”
Bruno Samper ve Kristina Buožyte’nin yönetmen koltuğunu paylaştığı Litvanya yapımı olan Vesper’ın fantastik, bir o kadar da distopik evreninin geçmişi bize filmin başında bu cümlelerle özetleniyor. Karşımızda gerçekten de çok ince işlenmiş bir dünya var. Filmde ara sıra gördüğümüz ama olay örgüsünde fazla üzerine düşülmemiş ögelerin bile arkasında bir hikayenin olduğunu filmi izlerken hissedebiliyoruz.
Film, kıyamet sonrası dünyada hayatta kalmaya çalışan 13 yaşındaki kız çocuğu Vesper’ı anlatıyor. Vesper’ın amacı “kale”ye gidip hasta babasının iyileşmesini sağlamak ve orada onunla birlikte daha rahat bir hayat kurmak. Ama ne yazık ki Vesper, dünyadaki çoğu insan gibi günü birlik yaşıyor ve bu zor koşullarda her gün, bir sonraki gün de hayatta kalabilmek için bu hayallerinden feragat etmek zorunda.
Filmde Vesper’ı canlandıran 14 yaşındaki oyuncu Raffiella Chapman, genç yaşına rağmen gayet iyi bir performans sergilemiş. Vesper’ın kendinden emin, biraz da saf karakterini çok iyi yansıtmış. Vesper, bulunduğu bu yeni dünyadaki zor koşullar nedeniyle yaşına göre çabuk olgunlaşmış ve mantıklı düşünebilen bir kız olsa da, insanlara çabuk güvenmekten kendini alamayan bir karaktere sahip.
Karakterlerden ilerliyorken bir de Camellia’ya bir göz atalım. Rosy McEwen’ın canlandırdığı Camellia karakteri, eskiden “kale”de yaşamış olan üst kademe bir kişi olarak bize tanıtılıyor. Sonradan Camellia’nın aslında efendisine hizmet etmek amacıyla insanlar tarafından yaratılmış bir “çömlek” olduğunu öğreniyoruz. Camellia bizce hikayede Vesper’ın annesinin rolünü üstleniyor. Vesper’ın gerçek annesinin, onu ve babasını bırakıp göçebelere katıldığını biliyoruz. Camellia’ysa, Vesper için kısa süre de olsa bu boşluğu doldurmuş gibi görünüyor. Birlikte şarkı söyledikleri, hayvanları taklit ettikleri sahnelerden bunu anlayabiliyoruz. Zaten filmin sonlarına doğru da Camellia’nın, Vesper için kendisini feda ettiğini görüyoruz.
Filmde en çok ilgimizi çeken şeylerden biriyse her türlü ileri teknoloji aletin sentetik biyoloji ile oluşturulmuş olmasıydı. Örneğin; Vesper’ın babası Darius’un kullandığı robotun içinin açıldığı sahnede hangimiz şaşırmadık ki? Robotun içinde devreler ve kablolar görmeyi beklerken canlı organizmalar bizi karşılamıştı.
Bir diğer konuysa filmde “kale”nin adının sürekli geçmesi ama kaleyi ya da ona dair bir şeyi filmin sonuna kadar asla görmüyor oluşumuz. Bu aslında kötü karakterleri işlerken yaygın kullanılan bir tekniktir. İnsan bilmediği şeyden korkar. Biz filmi izlerken kaleyi hiç görmeden hep şanını duyduğumuz için, kendi kafamızda onu aslında olduğundan bile daha fazla yüceleştiriyoruz. Filmin son dakikalarına doğru artık kalenin askerlerini görmeye başlıyoruz ve son sahnede de kaleyi görüyoruz. Bu yöntem, bizim durumun ağırlığını daha iyi kavramamızı sağlıyor.
Değinmek istediğimiz noktalardan bir diğeriyse filmin son sahnesi. Vesper, göçebelerin yaptığı kulenin tepesine çıktığında karşılaştığı manzara tüm filmi özetler nitelikteydi. Bir tarafta dev cam fanuslardan oluşan “kale” dururken, diğer tarafta adeta bir kıyamet yerine dönmüş dünyanın geri kalanı gözüküyordu. Filmin geçtiği dünyadaki hiyerarşik düzen bu sahnede çok iyi gösterilmiş. Bir tarafta yüksek refah içinde yaşayan, dünyanın geri kalanından bihaber olanlar; diğer taraftaysa yardıma muhtaç, sürünmekte olanlar… Bu bize, George Orwell’in yazdığı kült distopik eser 1984’te işlenen “parti” ile proleterler arasındaki hiyerarşiyi hatırlattı.
Her şeye rağmen Vesper herkese göre bir film değil. Aksiyon sahneleri dışında olayların genelde ağır işleniyor olması, türünün meraklısı olmayan insanları sıkabilir. Yine de biz Vesper’ı ve yarattığı distopik dünyayı çok sevdik.



