Into the night, Nato askeri olan (veya olduğunu iddia eden) Terenzio’nun güneşin insanları öldürmeye başlayacağını iddia etmesini ve yolcularıyla birlikte uçağı kaçırıp, olabildiğince güneşten kaçmaya çalışmalarını konu alıyor. Herhangi bir distopik hikayede göreceğimiz gibi yolcular hikaye ilerledikçe birbirlerinden şüphe etmeye başlıyor. Yolcular arasındaki en büyük tartışma iki kişi arasında geçiyor; Nato askeri, İtalyan Terenzio ve Türk yolcu Ayaz. Bu ikilinin yıldızı dizi boyunca hiçbir şekilde barışmıyor. Ayaz karakterini Hakan Muhafız dizisinden tanıdığımız, Mehmet Kurtuluş canlandırıyor. Hakan Muhafızın yapımcılarından olan dizinin yaratıcısı Jason George’un ilgisini Hakan Muhafız dizisinde çekmiş olacak ki bu dizide kilit karakterlerden biri olarak yer alıyor.
Her distopik-apokaliptik hikaye gibi bunun da sürükleyici yanı olmasına rağmen bir sürü mantık hatalarıyla dolu. Dizi bir şekilde izleyicisine bir şey anlatmaya çalışıyor fakat belirli bir yerden sonra anlamsızlığı içinde kayboluyor. 6 bölüm çekilmiş olan dizinin gizem unsurları olduğu için merak uyandıran bir son beklenmesi gayet normal ama hem 6 bölüm kadar kısa yapıp hem de karakterlerin hikayelerini doğru düzgün bağlamadan, ilk sezon daha doğru düzgün bitmeden “ikinci sezonda anlatırız” mantığıyla ilerlemek pek de hikaye anlatımına uymuyor. Netflix’in içeriklerinin artık daha özgün olmasını bekliyoruz. Dizi boyunca distopik filmlerden oluşmuş kesitler hissi yaratıyor. İlk sezonun sonu, ikinci sezonda olacak olanların 28 Days Later filminin hikayesine benzer bir durumla karşılaşacaklarını hissettiriyor.
Netflix’in Kültürel Emperyalizmi
Netflix Belçika yapımı olan bu dizi, ister Belçika yapımı olsun, ister Türkiye yapımı olsun hiçbir şekilde Netflix’in kendi kültürel öğelerinden, kamera tekniklerinden veya hikaye anlatım örgüsünden çıkmadığını gösteriyor. Sanki sürekli farklı hikayeleri aynı kişiden dinliyoruz hissi yaratıyor. Kültürel olarak hiçbir altyapı olmadan bomboş karakter yapısıyla Amerikanvari dizi çekmekten ileri gidilmiyor. Yıllardır Hollywood’un kendi kültürünü filmler yoluyla empoze etmesini Netflix bambaşka bir boyuta taşımış. Avrupa’ya gelelim, hatta Avrupadaki herhangi bir ülkenin ismiyle dizi yapalım ama kendi yaptığımız sinema anlayışını hiçbir şekilde değiştirmeyelim. İzleyiciler, Avrupa yapımı bir diziyi Amerika’da yapılan dizinin aynısı olduğu için sevmiyor. Avrupa’ya özgün çekim teknikleri, kendi hikaye anlatımları olduğu için ve sürekli Amerikan sektöründen alıştığımız çizgilerden uzaklaştığı için seviliyor. Netflix’in yapmaya çalıştığı; korku, dram, romantik veya komedi olarak türleri ayırmayalım da tek bir kategoride dizi-film çekelim demekten farksız. Eğer bir ülkenin dizisi çekiliyorsa, ülkenin dizi-sinema sektörünü detaylı bir şekilde inceleyip, kültürel alt yapıları göz önünde bulundurarak özgün içerik oluşturmalılar. Kültür, sadece ne yediğimiz ne içtiğimiz veya toplumu oluşturan ahlak kurallarından ibaret değildir. Sinemanın da bir kültürü vardır, her ülke sinemasının ayrı kültürü vardır. Eğer dünya sinemasında çeşitlilik istiyorsak bunu korumak zorundayız. Ülkemizden örnek verecek olursak Hakan Muhafızla başlayabiliriz. İstanbul’da geçen, tarihi içinde barındıran bu hikayeye üstün körü bir baktığımızda gayet güzel bir iş çıkabileceğini düşündürüyor. Fakat karakterler sanki bizim dilimizden konuşmuyor da Türkçe dublaj bir film izliyoruz hissi yaratıyor. Aslında Netflix’in yapmaya çalıştığı zamanında Hollywood’un Avrupa ve diğer ülkelerin sinemasından yönetmenler getirme çabasıyla aynı. Eskiden Hollywood ülkemizden de yönetmenleri kendi yapımlarına çekmek için çağırırdı. Bunun nedeni aslında tek tip bir sinema istemelerinden kaynaklı. Sinema sektöründe farklı ve rakip olarak görecekleri yönetmenleri kendilerine çekip, kendi yapımlarını yönettirmekteydiler. Şimdi ise Netflix, başka ülkelere gidip, kendi yapımlarını orada çekerek Hollywood’un yapmak istediğini bir adım daha ileriye taşıyor.