Günümüz edebiyatının güçlü kalemlerinden olan Oruç Aruoba her kitabıyla bizi etkilemeye devam ediyor. İlk baskısı 2005 yılında Metis Yayınları’ndan yapılan Benlik kitabı da bu kitaplardan biri. Aruoba, Edip Cansever’den “Var mıydık? Belki.. biraz” alıntısını paylaşıyor kitabın başında. Kitap boyunca benliğinizde ve var oluşunuzda uzun soluklu bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Şimdi hep beraber bu satırlarda düşünmeye başlayalım. Keyifli okumalar!
- “‘Burada’sının bilincinde olan ve bunu (ötekine) bildiren, oradan yola çıkan süreç(ler) konusunda hazırdır, kararlıdır.” (s. 19)
- “Bilinçlendirme (eğretilemeyi sürdürürsek), yürüyüş sırasında dönüp geriye bakma (‘Nereden nereye geldim-ne kadar yol katettim?’) ve, ileriye bakma (“Nereye doğru gidiyorum-ne kadar yolum kaldı?”) anları ise, bu iki ‘bakma’ bakımından da, yürüyenin, durmuş olmasını varsayar- yol, anlamını durakta kazanır…” (s. 26)
- “Anı, artık burada olmayan bir anın içeriğidir – yani burada olmayanın buradalık içinde belirişidir.” (s. 30)
- “Ne olduğu bir yana, varolup olmadığını bile nasıl ve nereden bilebilirim ki — bütünüyle bir kuruntum —kurgum— olup olmadığını?” (s. 41)
- “…bir yolu tutturabilmiş olmak —tutarlı olarak, bırakmadan tutmak… “(s. 43)
- “Orada, ‘içimde’, en yakınımda bulunduğu halde, nasıl oluyor da benim için bu denli anlaşılmaz, kavranamaz oluyor, anlayamıyorum, kavrayamıyorum. Burnumun dibinde olduğu hâlde fersah fersah uzağımda.” (s. 52)
- “Çok acı çekiyor olmalı —kendi yerinde bu denli aykırı, yaşadığı dünyaya bu denli yabancı olmakla…” (s. 58)
- “Ama bazen de, sanki, bu acıları istiyor — onaylıyor, onlardan hoşlanıyor, hatta onları arzuluyor — gibi geliyor bana. Birincisi, onlardan kurtulmak için hiçbir şey yapmıyor..” (s. 58)
- “Asıl” kendisi ile “görünür” kendisi arasındaki sınırı nerede kişinin?
Yoksa yok mu böyle bir sınır —kişinin eylemlerinde görünen, asıl kendisi mi zaten— ama o, “asıl” ben ise, bana —bildiğim ben’e— aykırılığı nereden geliyor?” (s. 61) - “Yoksa, kendime bu kadar aykırı bir varlığı nasıl taşıyor olabilirim, kendi içimde?!..” (s. 61)
- “Sonradan düşündüm: o kadar sakin olmamı sağlayan neydi? Ölüm korkusu mu yoktu bende -—yoksa, tersi hoşuma mı giderdi, ölüme seyrede seyrede gitmek…”
(s. 67) - “Oysa, o benden hoşlanmıyor ama, ben onu seviyorum bile galiba. Belki benim de içimde (başka) biryerlerde hafif hafif kıpırdanıyor sürüklenip götürülmek arzusu — belki benim de bunu özlememdir, onu o kadar güçlü kılan; zorlukla direnebildiğim kadar güçlü..” (s. 79)
- “Ama unutma diye bir şey var mıdır gerçekte – kişi nasıl unutur ki yaşadığı bir şeyi?” (s. 81)
- “Aramızda bir yol değil, kapalı bir koridor var. Tek yöne açılan —çoğunlukla da kapalı duran— bir kapı…” (s. 89)
- “Oysa, düşlerimi gerçekten gerçekleştirmeye cesaretim olsaydı, beklemektense, işe girişip, en azından, başarısız da olsam, gerçek — ve evet, hakedilmiş— bir yıkıma ulaşabilirdim; ya da, korkaklığımı açıkça kabullenerek, gerçeklere boyuneğip, düşlerimi bir kenara atabilir; o zaman da, gene hakedilmiş bir lanetlenmeyi — gerçekten— yaşayabilir; sonunda da pısırık ve sessiz bir ölüm bulabilirdim.” (s. 94)
- “Boşluktan kurtulunamıyor ki… (Önemli olan tek şey, nedensizce yazman..) Kuytuda olmak da gerekmiyor, hiçkimsenin ulaşamadığı bir yerde olmak için: heryer kuytu zaten.” (s. 96)
- “Öfkemi de, o ötekilere yöneltirken, yumuşaklığımı iletemedim onlara; işte hep zırhımı gösterdim onlara — sert oldum; ama aslında olduğum yumuşaklığı, olamadım… (Çok sonra bile…)”
“Niye — zedelenme beklentisinden; yani, korkaklıktan herhalde…” (s. 96) - “Hem, onu sevdiğimi söylüyorum: Sevgi zaten bir çekişme, bir hırlaşma, bir güçlülük yarışması olsa da temelde ancak eşitler arasında kurulabilecek bir ilişki değil mi — sevdiğine egemen olmaya çalışan, onda sevdiği şeyi— onun o olmasını çelmiyor mudur?” (s. 101)
- “Bu noktada akla şöyle bir soru geliyor: Onu ‘düşlerimin öznesi’ ‘kurucusu ve görücüsü’ saydığıma göre; bir de benim gözlerimi kullandığını düşündüğüme göre, düş görürken, aslında gören o; ben, değil miyim?” (s. 107)
- “Son zamanlarda ise, hiç ses-seda yok — sanki içimden çıkmış gitmiş! Belki duyumsadığım boşluk, onun terk ettiği kavuğunun boşluğu—”
- “Özgürlük” — ne okkalı lâf!… Belki önemli olan, kavramlara boşverip, eylemlere bakmak — düşünülecek birşey değildir özgürlük; yapılacak birşeydir: sonradan, bir eylemimden sonra da, geri dönüp bakarak, “Acaba bunu özgürce mi yaptım; yoksa…” diye düşünmenin hiçbir anlamı yoktur — zaten yaptığımı yapmışımdır…” (s. 119)
- “…bil ki, ancak kendin, kendi kendine, hiçbir başkasının yönlendirmesi, öğüt ve salık vermesi olmaksızın, kendin olabildiğin zaman, kendin olabileceksin.” (s. 136)
- “Benim olan bu yürek, benim için sonsuza dek tanımlanamaz kalacak.” (s. 147)
- “Kişinin belirli bir anda yaşadığı hep hayalleridir – ya da aldanmaları; gerçeklerini ise hep sonradan, çok sonradan, geçmişi olarak yaşar – yani: kendisini belirleyen, hep gerçekler olduğu halde, yaşadığı hep hayallerdir.” (s. 150)
Oruç Aruoba, Benlik
Metis Yayınları


