Vampir Soylu Bir Mesih: Olalla

Olalla, Robert Louis Stevenson’un rüyalarının bir ürünü olduğu düşünülen, Celal Üster’in ‘yabansı’ diye betimlediği az popüler korku öyküsüdür. Vahşi araziler, şiddetli fırtınalar, aile içi çarpık ilişkiler, kasvetli ortam gibi gotik edebiyatın birçok niteliğine sahip olmasına karşın, geleneksel vampir hikayelerinden net bir şekilde ayrılan bu hikâye, aslında hak ettiği değeri gördüğü söylenemez.

Gotik türde hâkim olan korku, acı, yalnızlık kavramları öyküde karakterler üzerinden ayrıntılı betimlemelerle anlatılırken, olayların bu türe tanımlı bir mekânda, yüksek tepeler arasındaki büyük bir konakta geçmesi ile de oldukça dikkat çeker. Hikâyenin anlatıcısı olan Subay, hastanedeki tedavisinden sonra temiz hava için kalmaya gittiği büyük konakta; anne, oğul ve kız ile birlikte yaşadığı süreçte, onda korku ve merak uyandıran olayların bütününü bize mistik betimlemelerle iletir. Yazarların, şairlerin, sanatçıların ortaya çıkardığı eserler, hayal gücünden bağımsız düşünülemez. Fakat Stevenson tüm bu sanatçılardan farklı olarak eserlerini üretirken rüyalarından oldukça fazla yararlanmıştır. Rüyalar ise hayal gücüyle bilinç altının birbirine karıştığı, sınırı olmayan bir dünyadır diyebiliriz. Beyin kanamasından ölmeden önce, adada birlikte yaşadığı insanlar tarafından kendisine hikâye yazarı anlamına gelen ‘tusitala’ lakabı takılan yazar Stevenson hakkında Celal Üster ise, ‘düşsel edebiyatın küçük bir mücevheri olarak görülmesi gerektiğini’ eserin önsözünde yazmıştır.  

Öykünün başlangıcında Subay, bizi bir soylu olan anne kadın karakterin muhtemelen aynı soylu kanını taşımayan iki çocuğundan erkek olduğunu belirttiği fakat davranışları ve kişiliğiyle daha feminen betimlediği kardeş Felipe ile tanıştırır. Yarı-zihinsel engelli olarak anlatılan Felipe; itaatkâr, dürtüsel, duyumsal özellikleriyle ailenin soylu erkeğinden çok Subay’ın kolaylıkla hükmedebildiği, baskı altına alabildiği, bir köpeğin sadakatine sahip bir karakter. 

Felipe’in bu durumu, Subay’ı zaman zaman zora soksa da onun eve karşı hissettiği aidiyet duygusunu güçlendiriyor. Öyle ki bir sincabı öldürüp normal bir eylem olduğunu kabullendiği haliyle Subay’dan beklediği olumlu tepki yerine bir azar işiten Felipe, bastırılmış bir sadist olarak kendini ortaya çıkarıyor aslında. Subay, mental olarak ‘normal’ kabul edilmeyen diğer karakterle de kısa süre sonra tanıştırıyor bizi. Kontrolsüz zevkleriyle, sürekli sersem ve sarhoş vaziyetteki Anne, bu yozlaşmış ailenin temeli. Tembellikten ve şiddetten iğrenen Subay, bu iki karaktere karşı hoşnutsuzluk hissini farklı betimlemelerle ve sürekli olarak bize hatırlatırken; kalbi, din ve felsefeyle dolmuş Olalla’dan hiç beklenmedik bir şekilde etkileniyor. Kocaman konakta yürüdüğünde çıkan ayak sesini bile tüm ayrıntılarıyla bize anlatan Subay, Anne’ye karşı hissettiği iğrenme duygusunun ya da Felipe’e karşı duyduğu hem fiziksel hem de zihinsel üstünlüğün benzerini kendinden inanç olarak tamamen farklı olan Olalla’ya karşı hissetmiyor. Her ne kadar aynı aileden olsalar da Olalla’nın diğerlerinden oldukça farklı olduğunu Subay da fark ediyor.  

Subay daha Olalla’yı görmeden odasında gördüğü şiir kesitleriyle ona bağlanıyor. Anne’nin ya da Felipe’in odası diye düşünerek girdiği odanın evin kızının olduğunu fark edince büyük bir utançla odadan çıkıyor. Odada bulduğu kağıtlarda yazan dizeler Subay’ı kendine getiriyor ve saygısızlık yaptığını düşünmesine sebep oluyor. Odanın diğer aile fertlerine ait olduğunu zannederken utanmayan ya da saygısızlık yaptığını düşünmeyen Subay, Olalla’nın mahremiyetine izinsiz dahil olma duygusuyla büyük bir suçluluğa sürükleniyor. Zaten Olalla’yı görmeden dizelerine âşık olan Subay, betimlemeleri sayesinde onunla ilk karşılaştığında bakışlarıyla hatta hiç konuşmadan aralarında geçen, fiziksel olmayan erotik aşkı bize iletir.  

“Haz, acı ve utançla yaklaştı, 

Zambaklardan bir taçla geldi hüzün. 

Haz güzelim güneşi gösteriyordu; 

Sevgili İsa, bilsen, ne hoş parlıyordu! 

Hüzün, o bitkin eliyle, 

Sevgili İsa, seni işaret ediyordu!” 

Hristiyan olmayan anlatıcı, dindar olan Olalla’ya dindar konuşmaları ve dini kitaplarının varlığını bilmesi bir engel olmadan körü körüne bağlanıyor. Aykırı bir aşk olduğu ne kadar gözler önünde olsa da bu durum Subay’ın hislerini değiştirmiyor. Bunun bir benzerine, daha hikâyenin başlarında Subay ve Felipe arasındaki ‘sahip-köle‘ ilişkisinde tanık oluyoruz. Olayların başında Felipe’in köleliğe uygun davranışları Subay’ı tatmin ederken şimdi Olalla’nın kendisine tamamen ters dini görüşü onu tatmin ediyor. Fakat zıt kutupların birbirini çektiği bu ilişki, Olalla’nın mantık çerçevesine uyan bir bahanesiyle(!) son bulmak zorunda kalıyor. Ailesinin lanetiyle en sonunda kafayı yiyeceğini düşünen Olalla, subayla bir sonu olmayacağı itiraf ediyor. Olalla, sülalesindeki Subay’ın da fark ettiği gariplikleri dile getirir. Subay’ın odasındaki tablodaki kadının diğer aile bireylerine ve aile bireylerinin de birbirine ne kadar çok benzediğini örnek vererek aile içindeki yozlaşmış ilişkilerin yükünü kendisinin taşıdığını dile getiriyor. 

Öyküdeki en net vampir motifi, üzüntüsü ve siniriyle Subay’ın cama yumruk atmasının ardından Anne’nin kendisini ısırdığında karşımıza çıkar. Aslında farkında olmadan öykü boyunca nesnenin kan olmadığı bir vampirizmi okuruz. Anne, Subay’ın kanayan elini kemiğine kadar ısırırken, hikâyenin çoğunluğunda Felipe’nin itaatkâr tavrıyla ve Olalla’nın dişiliğiyle beslenen Subay, sadece aile fertlerinin vampir olmadığını gösterir bize. Vampirlerin kanla beslendikleri gerçeğini kabullenmek yerine, sembolik olarak hayattan, aşktan, iyilikten beslendiklerini kabul etmek, öyküdeki modern vampir algısının dışına çıkan motifleri fark etmemize katkı sağlamakta. 

Öykünün sonunda ise Olalla, Subay’a kutsal bir motif gibi davranır. Ona şehvetin üstesinden gelmeyi öğütler. Aslında lanetlendiğini düşündüğü aileden tamamen farklıdır Olalla. Öykü, lanetli olan soyunun günahlarından arınmak için acı ve soylu gerçekleri kabul ederken, bu gerçeğin ona yakıştırdığı her türlü yozlaşmış kimliği reddeden Olalla’nın çarmıhtaki İsa’ya yaslanmış haliyle sona erer.   

Öznur Aydın
Öznur Aydın
"Düşüncelerini kabullenecek olursanız, hiçbir deli, deli değildir."

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Notting Hill: Londra’nın En Renkli Yüzü

Notting Hill; renkli sokakları, pazarı ve kültürel dokusuyla Londra’da hem ruhunuza hem gözünüze hitap eden özel bir semttir.

Dostoyevski’nin Rus Edebiyatı Üzerindeki Etkisi

Dostoyevski, Rus edebiyatında sadece bir isim değil aynı zamanda döneminin edebiyat anlayışına da yön veren önemli bir yazardır.

Söylenti Radarında Bu Ay: Isaac Winemiller

Isaac Winemiller, sakin melodileri ve içe dönük sözleriyle müzikal yalnızlığı estetik bir deneyime dönüştürüyor. Bu ay Söylenti Radar'ında onunla tanışın!

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Editor Picks