Umudun en yakın arkadaşıdır umutsuzluk. Bir zamanlar umudun olanlar seni umutsuzlukla tanıştıranlardır. Bir diğer yandan şiirler de bize umutsuzluğun ne demek olduğunu anlatır. Ama insan anlatılanı anlamak için yaşamalıdır. Umutsuzlar Parkı şiiri bize yaşamış kadar hissettirir umutsuzluğu. Edip Cansever kaleminden adeta bir yaşam doğurmuştur. Yaşamın hayallerle değil gerçekle yolcuğunu okuruz dizelerinde. Umut şiirden gelir, umutsuzluk ise şiire götürür. Bugün yönlerimizi umutsuzluğa çevireceğiz. Ancak bu umutsuzluk, Edip Cansever’in kaleminden dökülmüş olduğundan, umutsuzluğu bile güzel anımsayacağız.
Edip Cansever Kimdir?

Ömer Edip Cansever, 8 Ağustos 1928 yılında İstanbul’da doğmuştur. Hayatının çoğunluğunu İstanbul’da geçirmiştir. Okurken bir yandan da babasının Kapalıçarşı’daki dükkanında çalışmaya başlamıştır. Bu sırada tanıdık çevresi sayesinde tanıştığı Mefharet Hanım ile evlenir. Babasından kalma işi devam ettirirken bir yandan da şiirle ilgilenmeye devam eder, burada şiirler yazar. Hayatının bir kısmına kadar İstanbul’da yaşasa da bir zaman sonra babasından kalma dükkanı satıp Bodrum’a taşınır. Ancak İstanbul’dan çok da uzaklaşabilmiş sayılmaz. Çünkü taşındıktan 20 gün sonra ani bir beyin kanamasıyla tekrardan İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Ancak maalesef alındığı operasyondan sağ olarak çıkamayıp, 30 Mayıs’ta dünyaya gözlerini yumar.
Edip Cansever’in Edebi Yönü

Edebiyata olan ilgisi küçük yaşlardan itibaren başlar. Ortaokul zamanında kütüphaneden bulduğu eski dergileri karıştırarak kendince notlar alır. Eski dergilerden notlar alarak yazmaya başladığı şiirleri profesyonelce devam ettirerek İstanbul dergisinde hayata geçirir. Çeşitli dergilerde yayımlanan şiirlerini bir süre sonra İkindi Üstü adlı kitabında bir araya toplar. 1951’de kendi dergisini kurmasıyla edebiyat çevresi de genişler. Çoğu şair ve yazarla tanışır. Daha sonraları yazmaya devam ettikçe kendini daha da keşfeden Edip Cansever, şiirinde İkinci Yeni’nin izlerini taşımaya başlar. Bunun sonucunda ise en baştaki heyecanlı, sevinçli kalemi yerini umutsuzluğa bırakır. Farklı imgelerle şiirlerine hayat katar. Yayımlanan son kitabı ise Oteller Kenti’dir. Yayımladığı ve yayımlanmayan tüm şiirleri ise farklı kitaplarda bir araya getirilmiştir.
Umutsuzlar parkı III Şiir Tahlili

Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
Yaşam çoğu zaman fark ettiğimizden daha fazlasını kapsar. Küçücük ve değersiz şeylerin peşinde koşmaktan akıp giden çoğu şeyin farkına varamayız. Zaman giderken bunun karşılığında bizden bir şeyleri de alır. Aynaya baktığında aslında zamanla olan hesabının sonucuyla karşılaşırsın. Bazen yorgun gözaltlarınla selamlaşır, bazen de zamanın içinde un ufak olup yok olmak istersin. Edip Cansever’de hayata tıpkı aynada gördüğümüz gibi bakıyor. Aslında yaşamın çoğunluğunu ufak ve değersiz şeyler kapsıyor. Şiirde söz edildiği gibi gökyüzünün maviliği yaşamı anlayacağın şeylerden birisidir. Kaçıp giden değersiz anlara inat yukarıdan bize en güzel rengiyle gülümser. İşte o zaman derin bir nefes alırız en değerlisinden. Bazen göğe değil önümüze bakarız, bir sürü yeni iyi ve kötü insan tanırız. Bu iyi ve kötünün tarifi ne bilmiyoruz tabi, gökyüzü kadar sonsuz bir fikir ayrılığı söz konusu. Birini sevmek bile bazen bir diğerine kötülüktür, ya da sevgi diye sığındığın şey aslında bir zehirdir. O yüzden mesele iyiye ve kötüye nereden ve nasıl baktığınla alakalıdır. Bu ikilemi çözmek de çok zordur.
İnsanlar kadar bizi yaşama bağlı tutan duygularımız vardır. Tıpkı gökyüzü gibi, bazen masmavi bazen kapkaranlık. Yaşam insanın içinde harmanlanır, yaşadığın hayatın süresi sayılara değil anılara bağlıdır. Kimisi 15 yaşında büyük bir kadın olmak zorunda kalır; kimisi 40 yaşında bile durduramaz, içindeki kıpırtıyla çocuk kalır. Ama eğer yaşamın yolları biraz umutsuzluktan, yorgunluktan ve tükenmişlikten geçerse işte o zaman kocaman olursun. Ancak yine de içindekini bir yerlere sığdıramazsın, atamazsın. Atamadıkça çürür içinde, zamanla seni de çürütür. Neye baksan izini taşırsın çürüğünün. Ancak ansızın insan kendi içinde bir isyan başlatır. Tamam der, bundan sonra her şey daha farklı olacak, her şey güzel olacak. Yeniden doğurur kendini çürüklerinin üstünü kapattığını sanarak. Tıpkı Edip Cansever gibi ölür ve yeniden doğar. Zaman hep gitmeye devam eder.

Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
Değişmek
Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
Bana kızıyorlar sonra, anısızın bana
Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
Ve geçilmiyor ki benim
Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.
Değişmek, bir kapıdan çıkıp bir kapıdan girmek kadar insanlara kolay geliyor. Sanki bir tuş varmış gibi, herkesin kaçış yolu değiştin demek oluyor. Bir yandan doğru gelebilir bu düşünce; çünkü seni değiştiren şey yaşamaktır. Yaşam değişir, gün değişir; hava, iklim değişir. Asıl aynı kaldığında bozulur denge. Değişmek, sanıldığı kadar kötü değildir. Kimse farkında olmasa da değişimin bir süresi vardır. Bir yerde ne kadar bulunursan tanırsın orayı, kendini oraya ve oradakilerine göre ayarlarsın. Seni çok üzen şeylere göre gülüşünü değiştirirsin. Sana iyi hissettirmeyen yollardan değil, başka yollardan geçersin. İnsanlar seni üzene şeye değil, değiştiğine önem verirler. Nedenini ve sebebiyle ilgilenmezler, hele ki seninle hiç ilgilenmezler. İlgilendikleri tek şey kendi günlerini kurtarmaktan ibarettir. Şiirdeki gibi ‘gözlerini kaparlar’ yaşadıklarına.

Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
O yapayalnız olmaktaki kendimi
Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
Sanki ben upuzun bir hikâye
En okunmadık yerlerimle
Yok artık sıkılıyorum.
Şiirde denildiği gibi ‘değiştin’ kelimesi kolayca söylenir. Kimse sorumluluğu üstüne almadan üstünden çıkartır bir kenara asar suçunu, bir daha da yanına bile uğramaz. Öyle ıssız, öyle yalnız bırakırlar ki kendi suçluluklarını, zamanı geldiğinde bu senin suçundu diye alıp karşılarına oturtamazsın. Kızamadığın yine kendin değil, onlar olur. Asıl suç dönüp dolaşır koskocaman sofrada senin kucağına oturur. Sonuç olarak değişen ‘sendin’ diye kayıtlara geçer. Bunun ağırlığına ortak olmazlar, tüm yükü bir başına sen çekersin. Daha sonra da kendi içinde orayı yavaş yavaş terk edersin. En önce duyguların gider, biraz ortalıkla üzüntülerin dolaşır. Sonra o her gün gelip geçtiğin yollar, güldüğün o insanlar ıssız bir sokağa dönüşür.
İşte bir yaşamdır bu şiir, Edip Cansever bu şiirine koskocaman bir hayat sığdırmıştır. Okuduğunda yaşamın en gerçek haliyle karşı karşıya kalırsın. Sen beklersin birileri gelip beni anlasın, beni anladığı için beni sevsin diye ama zaman seni beklemez. Bazen ömür biter senin bazı sayfalarında okunmamış cümlelerin sonsuza kadar yaşar. Umutsuzlar Parkı şiiri adeta eksik kalmış şiirlerin yeridir. Sonsuza kadar kimse dokunmadan, belki en darmadağın haliyle belki saf güzelliğiyle sonsuzluğun şiiri olur. Şiirlerin ömrü yoktur ama bir şiir kadardır ömür… Edip Cansever’in bu güzel dizeleriyle anlarız ki, onun hayatına dokunan her umutsuzluk bizlere bu şiirle birlikte bir ders niteliğidir. Umutsuzluğu en çıplak, en savunmasız ama en gerçek haliyle bizlere anlatmıştır. Edip Cansever’in Umutsuzlar Parkı, her zaman umutsuzluğumuza bir ev olmuştur.
Kaynakça
Umutsuzlar Parkı III Şiiri. Antoloji. web


