“Uğultulu Tepeler” Psikolojik Analizi: İngiliz Edebiyatı Klasikleri

Editör:
Nazlıcan Karakaya, Sibel Sancaklı
spot_img

Emily Bronte’nin 1847 yılında yayımladığı Uğultulu Tepeler, İngiliz edebiyatına büyük bir katkı yapmakla kalmayıp dünya edebiyat tarihine damgasını vurmuştur. Romandaki karakterlerin katmanları ve karmaşıklıkları Emily Bronte’nin insan doğasına yatkınlığını ve gözlemciliğindeki keskinliği gözler önüne sermiştir. Emily Bronte’nin derinlemesine psikolojik tasvirleri, ince ince işleyişi ve sağlam kalemi romanı zamansız kılmaktadır. Romanın gotik atmosferi adeta kitaptaki karakterlerden biri gibidir. Karakterlerin ve ortamın detaylandırılışındaki marifet size birkaç gününüzü İngiltere’nin kırsallarında geçirmişsiniz gibi hissettirir. Tüm bu özelliklerine rağmen eser yayınlandığı dönemde yeterli ilgiyi görmemiştir. Yazarın yaratıcılığı takdir edilse de karakterler korku uyandıran ve sempati duyulmayan kişiler olmaları sebebiyle eleştirilmiştir. Akademisyenlerin bu eserin edebi değerini tanıtmaya başlaması ve takdir etmesi 20. yüzyıla kadar mümkün olmamıştır. (Yang, 2023)

Roman, Heathcliff adlı bir yetimin kitaba da adını veren Uğultulu Tepeler isimli malikaneye getirilmesi ve evin kızı Catherine Earnshaw ile güçlü duygusal bağlar kurmasıyla başlar. Medeni bir ailenin yuvası olan Thrusscross Çiftliği ve onların tam tersi olan Uğultulu Tepeler sakinlerinin birbirlerinin hayatlarına girmesiyle romanın atmosferi ve karakterleri gittikçe karanlıklaşmaktadır.

Emily Bronte’nin Yaşamı

Emily Bronte | poetryfoundation.com

Emily Jane Bronte, 30 Temmuz 1818’de İngiltere’nin Batı Yorkshire yöresindeki Branford-Thornton’da, Patrick Brontë ve Maria Branwell Brontë’nin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. İngiliz edebiyatının ünlü yazarları Charlotte ve Anne Brontë ile aynı aileye mensuptu (Uğultulu Tepeler, 2023). Erken yaşta annelerini kaybetmeleri sonrasında iki kız kardeşlerini de çocuk yaşta, sağlıksız koşullar sebebiyle kaybetmeleri kız kardeşlerin içlerine kapanmalarına ve kederli çocukluklar geçirmelerine sebep oldu. Bunların yanı sıra babaları da duygusal olarak mesafeli bir adamdı ve çocuklarına karşı olan ilgisizliği onların melankolisini besledi. Kızlar başta kendilerine fiziksel ve psikolojik olarak sağlıksız etkiler bırakan bir okula gittiler. Bu okul aynı zamanda Charlotte Bronte’nin Jane Eyre romanını yazarken ilham alacağı olayları yaşadığı yerdir. Kızlar, zorlu koşullara uyum sağlayamamaları sebebiyle halaları tarafından evde eğitim görmeye başladılar. Halaları da babaları gibi içine kapanık ve mesafeli bir kadındı, ihtiyaçları olan ilgiyi alamadılar.

Sevdiklerini doğrudan ya da dolaylı olarak kaybetmek Emily Bronte’nin yaşamında duygusal yakınlık kurmada daha temkinli olmasına sebep oldu. Kardeşleri arasında en içine kapanık olan Emily Bronte için kız kardeşi Charlotte şöyle diyor: “Bir tercümanın her zaman Emily ile dünya arasında durması gerekirdi.” (Asl, 2014)

Eserlerin edebi değerinden çok yazarın cinsiyetine göre değerlendirildiği bu dönemde Charlotte, Anne ve Emily Bronte kardeşler eserlerini erkek isimleri olan Currer, Acton ve Ellis Bell isimleriyle yayınladılar. Emily’nin, kendisine büyük ün getirecek olan Uğultulu Tepeler adlı romanı, Charlotte’un kısa sürede büyük başarı kazanan Jane Eyre adlı romanından hemen sonra 1847’de yayınlandı (Bronte,7).  Uğultulu Tepeler romanının Emily Bronte’nin yaşamından izler taşımasından sıkça bahsedilir. Yaşamındaki acı olayların etkilerini romanındaki ortama ve karakterlere yansımıştır. İngiltere’nin toplumdan uzak kesimlerindeki izole karakterlerin sert mizaçlarında Bronte’nin içe kapalılığının yansımaları rahatlıkla görülebilmektedir. Karakterler ise ya yalnızlıktan ve ihanetten korkmakta ya da kendilerini terk edilmekten korumak için bilerek terk etmekte ve ihanet etmektedirler (Asl,2014).

Emily Bronte için sevdiklerinin acı kayıplarıyla dolu hayatının kendisinde açtığı yaraları hafifletme, travmalarını aktarma işlevi gören Uğultulu Tepeler tek romanı oldu. Romanın yayınlamasının ardından 19 Aralık 1848’de veremden öldü, Haworth’ta defnedildi.

Uğultulu Tepeler Romanının Konusu ve Psikolojik Bağlamda İncelemesi

Wuthering Heights 2011 | criterion.com

Başka insanların okumaktan hoşlanacağı kaliteli bir roman yazmak için büyük bir romancının, karakterlerine gerçek insanların kişiliklerini yansıtan kurgusal bir karakter sunma yeteneğine sahip olması gerekir (Al-Hasani, 2023). Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler’i bu kriterleri karşılayan, okuyucuyu tatmin eden bir roman olmuştur.

Yetim bir çocuk olan Heathcliff’in, Uğultulu Tepeler malikanesine getirilmesiyle başlayan olaylar, bu karakterin masumluğunu yitirmesi ve tutkusunun peşinden giden intikamcı birine dönüşmesiyle şekilleniyor. Birbirinden tamamen farklı iki ev halkı olan Uğultulu Tepeler ve Thrushcross Çiftliği sakinlerinin hayatları birbirleriyle kesiştikten sonra karakterlerin hem kendileriyle hem çevreleriyle çatışmaları başlıyor.

Sigmund Freud 1920’lerin başında yaptığı ve kendisinin “psikoanalizin babası” olarak anılmasını da sağlayacak çalışmasında zihinsel yaşamı id, ego ve süper ego olmak üzere üç öğeye ayırdı. Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler romanındaki Heathcliff, Catherine ve Edgar karakterleri Freud’un kişilik kuramındaki id, ego ve süper ego olarak karşılık bulmaktadır.

Heathcliff: İd

Beyazlı kadın ve siyahlı adam | pinterest.com

Romanda Heathcliff, Sigmund Freud’un kişilik kuramındaki idin karşılığıdır. İd, kişiliğin biyolojik temellerini temsil eden en eski ve en ilkel psikolojik etkendir (Yang, 2023). Heathcliff, çocukluğunda Mr. Earnshaw tarafından kendisine sıcak bir yuva sunulacak kadar şanslıdır ancak yeterli bakımı ve ilgiyi asla görmez. Heathcliff’in karakteri, temel fiziksel ihtiyaçlar karşılansa bile duygusal ihmalin yıkıcı sonuçlarının temsilidir (Maskhur vd., 246).

”Cennette bulunmak bana göre bir iş değilse Edgar Linton’la evlenmek de öyle. Şu odadaki o hain, Heathcliff’i bu kadar bayağılaştırmasaydı, Edgar’la evlenmeyi düşünmezdim zaten. Şimdi artık Heathcliff’le evlenmek kendimi o düzeye indirmek olur; o kendisini ne kadar sevdiğimi hiç bilmeyecek; hem onu yakışıklı filan diye sevmiyorum, Nelly; benden daha çok benziyor bana da onun için seviyorum.” (Bronte, 99)

Heathcliff bu konuşmaya şahit olmasının ardından Uğultulu Tepeler’i terk eder. Irkı ve sosyal statüsü sebebiyle Catherine ile birlikte olamayacağı gerçeğini umursamaz ve süper egosunu bastırarak ahlaki kuralları göz ardı eder. İd, etik kaygı taşımaz ve kontrol edemediği arzunun peşinden giderken başkalarının hayatlarına da zarar verir. Heathcliff kendisine kötü davrananlardan ve onu haksızlığa uğratanlardan intikam alırken sınır tanımaz. Sevdiği kadınla evlenen Edgar Linton’ın kız kardeşi Isabella’yı baştan çıkarır, abisine karşı gelmesini sağlar. Sonrasında ona hayatını zindan eder ve ne hissettiğini umursamaz. Onun için önemli olan intikamını almış olmasıdır. Aynı şekilde Hindley Earnshaw’ın içki ve kumara zaafından yararlanıp kendisine borçlandırır ve ailesinin mülkü olan Uğultulu Tepeler’in ev sahipliğini ele geçirir. Heathcliff’in empati eksikliği iki örnekte de ortadadır.

Heathcliff yaptıkları sebebiyle kendisine sempati duymamızı zorlaştırır hatta romanın kötü karakteri etiketini üzerine alır. Hırslarında ve intikam tutkusunda haklı bile olsa günün sonunda yanlış kararlar vermiş, herkesin sonuçlarına katlanmasına sebep olmuştur. Heathcliff çocukluğunda ihmal ve istismar edilmiş ve eninde sonunda kendisi de saldırgan bir bireye dönüşmüştür.

Catherine: Ego

Wuthering Heights | artstation.com

Egonun amacı id ve süper ego arasındaki dengeyi sağlamaktır, basitçe söylemek gerekirse sağduyu ve yargıdır (Readin Wuthering, 2018). Thrushcross Çiftliği’nde geçirdiği beş haftadan sonra kendi ailesinde göremediği ilgiyi ve eğitimi bu evde gören Catherine için dünyaya bakacağı bir pencere daha açılmıştır. İçindeki özgürlük için çırpınan ve sevdiği adamla olmak isteyen kadın ile huzurlu ve sakin bir yaşamın kolaylığını isteyen kadın arasında seçim yapmak zorunda kalır. Catherine, Heathcliff’e olan aşkı ve Edgar Linton’da bulmayı umduğu huzurlu yuva arasında kendi içindeki dengeyi koruyamamıştır, ego olarak görevini başarılı şekilde yerine getirememiştir.

“Linton’a olan sevgim ormanlardaki yapraklar gibidir. İyice biliyorum ki, kış ağaçları nasıl değiştirirse, zaman da benim sevgimi değiştirecektir. Heathcliff’e olan sevgim ise toprak altındaki değişmez kayalar gibidir. Görünüşte pek hoşa gidecek yanı yoktur ama onsuz olmaz. Nelly, ben Heathcliff’im! O hep ama hep benim aklımda. Bir zevk olarak değil, tıpkı benim de kendim için her zaman bir zevk olmadığım gibi, ama kendimmişim gibi, tıpkı o benmiş gibi!” (Bronte, 102)

Heathcliff’in ani gidişi onunla tek bir ruhu ve zihni paylaştığını söyleyen Catherine’i adeta yarım bırakmıştır. Edgar Linton ile evliliği ona istediği sosyal statüyü verse de bozkırları ve Heathcliff’i asla aklından çıkaramamıştır. İdinin peşinden gittiği, bozkırlarda özgürce dolaştığı ve medenilik kaygısı gütmediği zamanları ile kendi süper egosunun isteği olan daha yüksek sınıf bir yaşam ve ortam arasındaki dengeyi kurmakta zorlanmıştır. Sigmund Freud egonun, id ve süper egoyu dengelemeyi başaramadığında zihnin bir akıl hastalığı geliştireceğine inanıyordu (Readin Wuthering, 2018). Bu çatışmanın arasında kalmak Catherine’in nihai ölümünü getirmiştir.

Edgar Linton: Süper Ego

Uğultulu Tepeler | pinterest.com

Freud’un kişilik kuramında ahlaki değerlerin önemini, topluma uygun hareket etmeyi ve kuralları içselleştirmeyi kapsayan kısım süper egodur. Soylu ailesinin korunaklı yuvasında, kurallarla terbiye edilmiş ve iyi eğitimli bir genç adam olan Edgar Linton’dan başkası süper egonun romandaki karşılığı olamazdı. Süper ego adeta medeniyet karşıtı olan idin zıttıdır. Dolayısıyla Edgar Linton, Heathcliff yani id ile sürekli bir çatışma içerisindedir. Süper ego ve id arasındaki dengeyi sağlama görevi egonundur. Edgar da Catherine yani egodan aralarında bir tercih yapmasını ister. Kız kardeşi Isabella’yı da Heathcliff’e karşı uyarır. Kuralları ve düzeni korumak ister. Sözünü dinlememesi ve Heathcliff’le kaçarak ona karşı gelmesi sonucu kız kardeşiyle bağlarını keser.

”Heathcliff’ten mi vazgeçeceksin, yoksa benden mi? Aynı zamanda hem onun, hem de benim arkadaşım olmana imkân yok. Hangimizi seçeceğini artık kesinlikle bilmek istiyorum.” (Bronte,146)

Emily Bronte’nin erken yaşta ailesinden kayıplar vermesi terk edilme korkusuna ve çevresindekilerle ilişkisinde mesafelere sebep oldu. Uğultulu Tepeler romanının gotik atmosferini oluşturan bu melankolik ruh hali Bronte’nin yaşam öyküsünün bir yansıması olarak görülebilir. Karakterlerinin psikolojik derinliği kendi travmalarının başarılı bir tahlilidir. Emily Bronte bir psikolog değildi ve Uğultulu Tepeler’i Freud’un teorileri yayınlanmadan on yıllar önce yazdı. Bir yazar olarak yeteneği, romanının tarihin en güçlü psikanalistlerinden birinin fikirlerini yansıtmasını sağladı (Reading Wuthering, 2018).

Kaynakça

  • Al-Hasani, Hayder. Heathcliff’s Revolutionary Persona in Emily Bronte’s ‘Wuthering Heights’’, A Psychoanalytic Reading Bulletin of Advanced English Studies 8. 1 (2023), 22-31.
  • Asl, Moussa Pourya. The Shadow of Freudian Core Issues on Wuthering Heights: A Reenactment of Emily Brontë’s Early Mother Loss. Advances in Language and Literary Studies 5. 2 (2014).
  • Bronte, Emily. Uğultulu Tepeler. İstanbul: Can. Çev. Naciye Akseki Öncül. 2022.
  • Maskhur, Mochamad, Lailatul Musyarofah, Eka Fadilah & Arif Dwi Cahyano. Analysis of Character Types and Maslow’s Theory on Emily Bronte’s Wuthering Heights. International Journal of English and Applied Linguistics 3. 3 (2023), 241-253.
  • Reading Wuthering Heights Through Psychoanalysis Theory. GradesFixer. Web. 18.04.2018
  • “Uğultulu Tepeler”. İletişim Yayınları. Web. Mayıs 2023.
  • Yang, Honghui. The Id, Ego, and Super-Ego – A Comparative Study of Pride and Prejudice and Wuthering Heights. European Journal of Theoretical and Applied Sciences 1. 2 (2023), 79-83.
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

İsmail Bilgin – Enver Paşa Bir Adanmışlık Öyküsü | 50 Alıntı

İsmail Bilgin bu eserinde, Enver Paşa’nın yaşamını ilkesel bağlılık ve tarihsel temsil çerçevesinde ele alarak dönemin düşünsel iklimini yeniden yorumlamaktadır.

Edip Cansever’in Şiirlerine Yansıyan Hiçlik Travması

Edip Cansever, İkinci Yeni’de bireyin travma, boşluk ve hiçlik duygusunu işler. Şiirlerinde varlıkla yokluk arasında sıkışan ruhsal boşluktaki bireyleri anlatır.

Viyana’da Bir Hafta: Sanat, Tarih ve Lezzet Dolu Gezi Rehberi

Viyana; sanat, müzik ve tarihle iç içe bir şehir. Sarayları, müzeleri, kafeleriyle görsel bir şölen sunuyor. 1 haftada keşfedin, aşık olmaya hazır olun!

İnsanlığımı Yitirirken Neden Bu Kadar Eleştirildi?

Bu yazımızda, Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken romanını psikolojik yönleriyle ele alıp eleştirilme sebeplerini inceliyoruz

Duygusal Farkındalık Üzerine: İçindeki Ben’e Sarılmak

Duygusal farkındalık, kendi benliğimize sarılmanın ilk adımıdır. Bastırılan her duygu benliğimizi içimizdeki zindanlara mahkum eder. duygularımızı fark etmek pusulayı bizlere çevirir.

Nasıl Popüler Oldu: Skyfall

Adele'in kült parçası Skyfall'un zirveye tırmanma öyküsüne bir bakış.

Taxi Driver Filminden Unutulmaz Replikler

Taxi Driver filminin yalnız adamı Travis Bickle'ın adım adım delilikten ''sözde'' kurtarıcılığa evrildiği hikayesinin unutulmaz repliklerini derledim.

Cumhuriyet Aydınları: Zafer Toprak

Zafer Toprak, Aydınlanma ve Kemalizm'i buluşturarak Türkiye'nin modernleşme sürecine yön veren seçkin bir tarihçiydi.

Misery Film Analizi: Sapkın Tutku

Stephen King'in aynı adlı eserinden uyarlanan Misery, fanatizm ve tutku kavramlarına yönelik bir gerilim sunuyor.

Codependent (Bağımlı İlişki) – Meredith Grey & Derek Shepherd (Grey’s Anatomy)

Grey's Anatomy, Meredith ve Derek çifti üzerinden codependent (bağımlı ilişki) kavramını örneklerken, aşkın bazen kişisel hedeflere ve benliğe zarar verebileceğini görüyoruz.

Editor Picks