Uğultulu Tepeler Nasıl Yazıldı?

Editör:
İclal Yaka
spot_img

Otuz yıllık kısacık hayatında yazabildiği tek romanı olan Uğultulu Tepeler ile bir İngiliz edebiyatı klasiği olmayı başaran Emily Brontë‘nin ve eserinin aslında nasıl bir hikâyeye sahip olduğunu beraber inceleyelim.

Kitabın Konusu Nedir?

#uğultulutepeler

Kitap, Earnshaw isimli adamın iş gezisi için gittiği Liverpool’dan yanında ”çingeneye” benzeyen esmer ve çelimsiz bir çocukla geri dönmesiyle başlıyor. Heathcliff isimini verdiği bu çocuğu, kendi çocukları olan Hindley ve Catherine‘den hiç ayırmadan büyütmek istiyor ancak kendi oğluyla Heathcliff arasındaki anlaşmazlıklar bu isteğini imkansız kılıyor. Küçük kız kardeş Catherine ise bir anda aileye katılan yabancı çocukla çok yakın bir bağ kuruyor.

Hikâyenin devamında aşkın ve nefretin tohumları daha çocukken kalbine yerleştirilen Heathcliff; tutkusunu, hırsını, aşkını ve nefretini doruklarda yaşıyor. Aynı zamanda Heatchliff bize intikam gibi keskin bir duygunun ihtiraslı olduğu kadar imkansız olan bir aşkla birleştiğinde bir insana neler yapabileceğini ilginç bir karakter gelişimiyle gösteriyor. Tüm bu olay örgüsünün içinde yazar sizi günlerce düşünmeden duramayacağınız sorularla baş başa bırakıyor. Heathcliff kötü müydü? Bir insan kötü olmaya zorlandığı için suçlu olabilir mi? Yaşadığı kötü deneyimler bir insanın yaptıklarını haklı çıkarmaya yeter mi? Birine duyulan aşk ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabilir?

”Bu dünyada çektiğim büyük acılar Heatchliff’in de acıları oldu. Onların her birini daha başından beri gözledim, duydum. Benim yaşamım onda odaklaşır. Yeryüzündeki her şey yok olsa da yalnız o kalsa, ben var olmakta devam ederim; başka her şey yerinde dursa da yalnız o yok olsa, evren bana tümüyle yabancılaşır. Ben artık bu evrenin bir parçası değilmişim gibi olur.”

Emily Brontë’nin Hayatı ve Kayıpları

Emily Brontë, 1881 yılında İngiltere’nin Hawort isimli medeniyetten uzak, kasvetli ve küçük bir köyünde ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası bir papaz olduğu için onlara tahsis edilen kilise mezarlığının bitişiğindeki bir evde hayatını geçirdi. Küçük yaşta annesini tüberkülozdan kaybetti. Annelerinin ölümünden sonra teyzeleri, Brontë kardeşlere annelik yapmaya başladı ve hepsini o büyüttü. Küçük yaştan itibaren yazarlığa olan ilgileri ve geniş hayal güçleri bulunan Brontë kardeşler Tales of Angria isimli bir kitap kaleme aldı. Ressam olan erkek kardeşleri Branwell Brontë‘nin illüstrasyonlarını da içeren bu kitap bazı eleştirmenlere göre Tolkien‘in Yüzüklerin Efendisi‘ni yazarken ilham aldığı bir eserdi. O ve kardeşleri eğitim almaları için Cowan Bridge isimli bir okula gitti fakat çok geçmeden iki kız kardeşi bu okulda annesiyle aynı hastalıktan hayatını kaybetti.

Eğitimlerinin ardından öğretmenlik ve mürebbiyelik gibi işlerde çalışan Brontë kardeşler, onları büyüten teyzelerinin ölümünün ardından bıraktığı mirasla yazarlık hayatlarına ciddi bir başlangıç yapabildi ve ilk romanlarını bastırdı. Bundan bir süre sonra alkol bağımlılığı olan erkek kardeşleri Branwell’i trajik bir ölümle hayatını kaybetti. Kardeşinin cenazesinde rahatsızlanan Emily Brontë her türlü tedaviyi reddetti ve 24 Eylül 1848’de daha sadece otuz yaşındayken tüberkülozdan hayatını kaybetti. Dönemin şartları nedeniyle kendi ismini kullanamadığı ve Ellis Bell rumuzuyla yayınlattığı ilk ve tek kitabı Uğultulu Tepeler ölümünden sonra kardeşi Charlotte Brontë’nin uğraşlarıyla 2. baskısında Emily Brontë ismiyle basıldı.

Emily Brontë’nin Kişiliğinin ve Deneyimlerinin Esere Etkileri

Uğultulu Tepeler ve Jane Eyre Tema Karşılaştırması

Emily Brontë eğitim görmeye gittiği yatılı okulda geçirdiği zaman dışında hayatının tamamını toplumdan uzak bir bölgede bulunan evinde geçirdi. Kardeşleriyle arası her ne kadar iyi olsa da onların arasında da ketum ve sakin kişiliğini sürdürdü. Belki de çocukluğundan itibaren yaşadığı kayıplar, geçirdiği fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklar onu bu hale getirmişti. Uğultulu Tepeler’de bulunan karakterleri incelediğimizde hikayenin ana karakterleri diyebileceğimiz Catherine ve Heatchliff‘te de buna çok benzer özellikler gözlemleyebiliyoruz. Heatchliff hikayenin başlarında daha çocukken bile belki kötü diyemeyeceğimiz ama iyi de diyemeyeceğimiz özellikler gösteriyordu. Ona yepyeni bir hayat veren Bay Earnshaw’a karşı gösterdiği herhangi bir minnet duygusu yoktu. Belli ölçülerde saygılı davranan ama bunun dışında Catherine hariç hiç kimseye en ufak bir sevgi ya da empati belirtisi göstermeyen bir karakterdi. Catherine’de özellikle aşkı konusunda çok benzer özellikler gösterir. Bu iki karakterde birbirleri dışındaki insanlara karşı herhangi bir sevgi ya da empati duygusuna çok az rastlarız. Bu noktada hayatında hiçbir aşk deneyimi olmayan Emily Brontë’nin bu duyguyu romanına dökerken sağlıksız ve saplantılı bir boyuta ulaştırmış olduğunu görebiliriz.

”Heathcliff’e olan sevgim topraklar altındaki değişmez kayalar gibidir. Görünüşte pek hoşa gidecek yanları yoktur ama onsuz olmaz.. Nelly, ben Heathcliff’im. O hep ama hep benim aklımda. Bir zevk olarak değil, tıpkı benim de kendim için her zaman bir zevk olmadığım gibi, ama kendimmişim gibi, tıpkı o benmiş gibi.”

Yazarın yaşadığı yer, kitaptaki Uğultulu Tepeler isimli bölgeyle neredeyse aynı özelliklere sahip. Toplumdan uzak, vahşi bir doğaya sahip, çoğu zaman kapalı ve yağmurlu bir hava durumu. Çoğu insan için fazla iç karartıcı hissettiren bu ortam Emily Brontë’nin hayatının nerdeyse tamamını sürdürmesinin yanı sıra en büyük ilham kaynaklarından biri konumundadır.

Emily Brontë 30 yıllık hayatının büyük çoğunluğunu izole şekilde ve insanlardan uzak geçiriyor. Bu da onun çok fazla hayat deneyimi olmayan bir insan olmasına neden oluyor. Bu özelliğinin kitaba pek çok etkisi oluyor.  Bilinen hiçbir romantik deneyimi veya kardeşleri dışında kurduğu herhangi bir yakın arkadaşlık ilişki olmayan Brontë, kitabındaki bu ilişkileri çoğunlukla hayal gücünü kullanarak çok az bir deneyimle kaleme alıyor. Fakat bunların dışında romanda yazarın hayat konusundaki deneyimsizliğini de gözler önüne seren ilginç bir detay bulunuyor. Kitabın bir kısmında Heathcliff karakteri üç yıl boyunca ortadan kayboluyor ve son derece varlıklı bir adam olarak Uğultulu Tepeler’e geri dönüyor. Kitabın kurgusuna pek çok detay ve olay ekleyen Brontë nedense Heathcliff’in ne yaparak böyle bir zenginliğe ulaştığını okura söylemiyor. Pek çok eleştirmenin yorumuna göre Emily Brontë bu yaşadığı izole hayat dolayısıyla bir insanın ne yaparak üç yıl gibi bir zamanda büyük paralar kazanabileceğini bilmiyor. Bu nedenle de bu detayı kitabına hiç eklemiyor.

Uğultulu Tepeler, tarihi bir aşk romanı olduğu izlenimiyle başlayıp, okuma yolculuğunda aşkı ve tutkuyu hiç beklenmedik şekillerde anlatmasıyla, mekan tasvirlerinde zamanının Viktorya dönemi İngiliz edebiyatındaki sakin, huzur veren doğa tasvirlerinin dışına çıkmasıyla hem yazıldığı dönemde hem de günümüzde okurları etkilemeyi başarmıştır. Her şeyden fazla ölçülü davranmaya, törelere uymaya, aklı başında davranmaya özen gösterilen bir çağda Brontë yazdığı bu romanla aldığı övgülerin yanında çokça da eleştirilmesine rağmen hayatı, kişiliği ve bıraktığı unutulmaz eseriyle edebiyat dünyasının kült isimlerinden biri olmayı başarmış eşsiz yazarlardan biridir.


Kaynakça

  • Alper, C., The Theme of Sickness in Wuthering Heights, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Basılmamış Lisans Tezi, Erzurum 1971.
  • Doğan, Ü. (2008). Emily Bronte ve “uğultulu tepeler”. Adıyaman üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü dergisi, (1), 161-165.
  • Urgan, Mînâ. İngiliz Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Yapı Kredi, 2015.
  • Herman, Claire. Charlotte Bronte: A Life.

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.