19.yüzyıl edebiyatında, evliliklerinde sorunlar yaşayan ve mutluluğu yasak aşklarında arayan, ancak sonunda bir türlü mutlu olamayıp hayatlarına son veren kadın karakterler mevcuttur. Bu kadınlardan biri Tolstoy‘un Anna Karenina‘sı, diğeri ise Halit Ziya Uşaklıgil‘in Aşk-ı Memnu‘daki Bihter Ziyagil‘idir. Her iki karakterin de trajik sonları benzerdir.
Bihter Ziyagil ve Anna Karenina

Anna Karenina‘da Anna, şan şöhret sahibi bir eşe sahiptir. Bay Karenin ve Anna’nın evliliğinde aristokrat çevre içerisinde saygınlık en başta gelir. Böylelikle bu evlilik, çevreye âdeta bir maskeyle mutlu aile tablosu çizer. Bu mutlu görünen mutsuz evlilikte Anna, bir yerden sonra boşluğa düşer. Hayata tutunma çözümünü farklı bir erkekte arar.
Bihter Ziyagil, halk arasında Melih Bey Takımı adıyla anılan kadınların en küçüğüdür. Adnan Bey’le hem maddiyat hem de annesinin kötü şöhretinden mütevellit evdeki kaos ortamından kurtulma için evlenir. Bihter, annesinden içten içe nefret etmekte ona asla benzemek istememekte fakat bu gerçekten eninde sonunda kurtulamamaktadır. Evliliğinde olan fazla yaş farkı, genç bedeninin cinsel arzularını karşılayamayınca Adnan Bey’in yeğeni Behlül’le yasak aşk yaşamaya başlar.
“Birden Peyker’i hatırladı. O kocasına hıyanet etme maksadıyla evlenmemişti. Bihter kocasına hıyanet etme maksadıyla mı evlenmişti ? O da babasına benzemeliydi Peyker gibi o tanınmamış baba için derin bir muhabbeti vardı. Adeta Peyker‘i kıskanıyordu.”
“Adnan onun dostuydu , lakin ona bütün teslimiyetle karısı olamıyordu. Bu odadan başka
yerlerde onu seviyordu. Beraber gezerken arada bir başını omzuna kor, ya bir çocuk
soğukkanlılığıyla dizine yatardı.”
Benzerlikler ve Farklılıklar
İki kadının dış görünüşlerine önem verip özenli giyindikleri açıktır. Etraflarında da onları etkileyecek genç delikanlılar bulunur. Anna Karenina‘nın eşi, sosyete çevrelerinden dolayı bunu doğal bulur ve göz yumar. Adnan Ziyagil ise olayların hiç de farkında değildir.
“Anna umrumda değil diye geçirdi içinden. Başkalarının durumu fark etmiş olmaları canımı
sıkıyor o kadar.”
Anna’nın Bihter’den farkı cesaretidir. Bihter ilişkisini gizli tutarken; Anna gayet cesaretli bir şekilde eşine meydan okuyarak boşanmak ister. Aslında ikisi de aşklarını özgürce yaşamak için eşlerini terk etmek ister fakat Anna bunu resmiyete dökecek kadar dürüst ve güçlü bir kadın imajı çizer.
İkisinin de ortak özelliklerinden biri, örnek bir anne modeline sahip olamayışlarıdır. Bihter’in annesi çoğunlukla kendisini düşünen ve kızları için bekledikleri modeli oluşturamayan bir annedir. Anna’nın ise annesi erken yaşında vefat etmiş ve onu halası büyütmek zorunda kalmıştır. Örnek bir anneye sahip olamayışları, bu kadınları hayatta boşluğa düşürmüş olabilir.
Anna yaşadığı seyahatlerde, gezdiği gördüğü yerlerdeki insanlarla iletişime geçtikçe hayattaki konumunu sorgulamaya başladığı görülür. Buna karşın Bihter’in hayat sorgulaması ayna karşısına geçtiğinde başlamaktadır. Buradaki fark Anna’nın soylu oluşundan gelir. Anna zaten değerinin farkındadır, aynada kendine bakıp güzelliğiyle tatmin olmaz. Farklı çevreleri tanıdığı anda kendini sorgulamaya geçer. Lakin Bihter, soylu bir aileden gelmemiştir. Bu yüzden de ayna karşısında kendini beğenir ve sorgulayışa geçer.
Anna’nın roman içerisinde sürekli balolarda, çeşitli kültür sanat etkinliklerinde, parti etkinliklerinde yer aldığı görülür. Buradaki fark o dönemki Doğu ve Batının modernleşme döneminde kadınlara verdiği haklar ile ilgilidir.
Yine Tolstoy, Anna’yı Avrupa’ya bile götürürken, Uşaklıgil‘in Bihter’i mesire alanları dışında yalının sınırları dışına çıkartmadığını görmekteyiz. Aşk-ı Memnu‘da Bihter’in yaşamı âdeta Boğaz’daki yalıda geçer. Dönemin şartları Bihter’i böyle bir yaşama zorlamaktadır.
Bihter, Behlül’le kaçma planları hayal etmiş ama bu hayaline asla kavuşamamıştır. Buna karşın Anna’nın kaçış planı gerçekleşmiş, sevgilisi Vronski ile Rusya’dan birlikte kaçmışlardır. Bu anlamda Anna ve Bihter birbirlerinden ayrılır.
Pasif Eş Benzerliği
İki romanda da Adnan Ziyagil ve Karenin karakterlerinin toplumda ve iş hayatlarında çok saygı gören, işlerini iyi idare eden kişilerken, evlilik hayatlarında çok kötü oldukları açıkça görülmektedir. Her iki romanda da kadınların eşlerinin aşkta kötü olması, bu iki romanı birbirine bağlayan en büyük özelliklerden biridir. Bay Karenin’in pasifliği öyle bir derecededir ki eşinin etrafında erkeklerin dört dönmesi hakkında en ufak bir tedirginlik hissetmez ve bunu tabii bulur:
“Anna umrumda değil diye geçirdi içinden. Başkalarının durumu fark etmiş olmaları canımı
sıkıyor o kadar.”
Buna karşın Adnan Bey, eşine karşı bir öfke duyup bunun arkasını aramak ister. Bihter’i bulup onunla yüzleşme isteğine kapılır. Romanda duyduğu öfke şu şekilde yaşanır:
“Adnan Bey başının üstünde bir dünya parçalanmışçasına, ezilmiş gibi, hâlâ gözlerini Beşir’den ayırmayarak duruyordu; sonra birden taşan çılgın bir tehevvürle, bir şeyler kırmak, bir şeyler öldürmek isteyen bir feveran ile kalktı. Ne yapacağını bilmiyordu, odanın içinde dönüyordu. Bihter! Bihter! Ona Bihter lazımdı; kollarından tutacak, Bihter’i kıracaktı. Aralık kapısına koştu.”
Görüldüğü üzere Bay Karenin fazla tepkisizken Adnan Bey ihaneti hazmedemez. Adnan Bey eşine daha bağlı bir imaj çizmiştir. Romanda pasif eşlerin bu noktada ayrıldığı görülür.
Hayata Son Veriş

Anna ve Bihter’in bir başka ortak özelliği de intihar etmeleridir. Hatta o kadar benzerlerdir ki intihar etmekteki amaçları bile aynıdır. Anna ve Bihter’in kendilerini ölümle cezalandırmadığını, aksine çevrelerindekileri cezalandırdığı öne sürülür.
Yazarlar sanki ortaklaşa olarak eşlerine üzülürken, ihanet eden kadınlara daha çok üzülmemizi istemiş de ona göre yazmış gibidir. Bihter ve Anna’yı intihar ettirerek sanki Adnan Bey ve Bay Karenin’e üzülsek de psikolojik olarak Bihter ve Anna’ya kin gütmek yerine onlarla empati kurmamızı kanıksatmışlardır diyebiliriz.
Sonuç olarak, bireyin toplum içinde yaşadığı değer çatışmalarını, buhranlarını, otoriteye isyanlarını ve karmaşık ruh halini gözlemliyoruz. Kendi olma çabasındaki bireyin toplumdan dışlandığı bu romanlar, modernizmi yansıtır. Bu eserlerde gelenekten kopuş, toplumsal değerler sisteminde bireyin geçirdiği değişim ve dönüşümler ele alınır. Fransız Devrimi ile birlikte geleneksel yapılar köklü bir şekilde sarsılmıştır. En başta geleneksel olarak görülen kadınlar, romanların sonunda geleneksel toplum sisteminden ayrılıp yabancılaşmıştır. Toplumda geleneksel kırılmanın 19.yüzyılda kadınlar üzerindeki etkisini Anna Karenina ve Aşk-ı Memnu romanlarında yoğun bir şekilde görürüz.
Kitaplar Hakkında
Anna Karenina ve Aşk-ı Memnu‘yu okurken sanki dejavu yaşıyormuş gibi hissettim. Çünkü kitaplardaki Bihter, Adnan, Behlül; Anna, Bay Karenin ve Vronski çok benzer özelliklere sahipler. Farklı isimlere sahip ruh ikizleri gibi olan bu karakterler, belli bir düzenle yazılmışlar. Gerek Bihter, gerek Anna kendilerinden yaşça büyük ve yüksek gelirli iş adamlarıyla evlenmeyi seçmişler. İkisinin de güzelliği dillere destan ve etraflarında onların aklını çelecek Vronski ve Behlül gibi yakışıklı delikanlılar var. Bu delikanlıların diğer bir ortak özelliği ise çapkın ve beğendikleri kadınlara aşırı ilgi göstermeleri.
Bence Anna ve Bihter’in ayrıldığı en büyük nokta cesaretleridir. Anna, eşine her şeyi dürüst bir biçimde anlatıp boşanma talebinde bulunur. Bu onu Bihter’e kıyasla oldukça korkusuz yapar. Çünkü Bihter ne kadar Behlül’le kaçma planları kursa da Adnan Bey’e ihanetini hiçbir zaman itiraf edemez. Bu noktada Anna, Bihter’den daha cesurdur. Bunun sebebini düşündüğümdeyse Batının Doğuya kıyasla daha ileride oluşudur. Bizler için yasak aşkın bilinmesi dahi ölüm sebebidir. Onlar içinse otoriteyi sarsmamak gerekir. Bu yüzden de Anna, Bihter’e göre daha cesur ve korkusuzdur diyebilirim. Hatta Anna, Vronski’yle yaşamayı bile başarmıştır.

Her iki kadın da başta genç delikanlıların ilgisine çekimser davranmış hatta kaçmışlardır. Ama gençlik dürtülerinin ve monoton evliliğin verdiği boşluk, onları yasak aşka itmiştir. Bu da bana yanlış seçimlerin doğurduğu hatalar silsilesi olarak geliyor. Bir kere yanlış yaptığında yanlış yanlışı doğuruyor. Bu çıkmazdan da iki kadın da kurtulamıyor.
Kötü karakterler olmaları benim onlara nefretle bakmamı sağlamadı. Anna ile de Bihter ile de empati kurabildim. Onların yanlış seçimlerinin sebeplerini anlayışla karşıladım. Çünkü Tolstoy’un da Uşaklıgil’in de karakterleri âdeta onları haklı bulalım diye özenle anlatmışlar. Sadece Bihter’i de Anna gibi birçok mekânda görmek isterdim. Bihter, dönemin şartları gereği yalıdan dışarı çıkamıyordu.
İki kitapta da kötü insanların içindeki iyilikleri görebildim. Bu açıdan zamansız eserler arasına girdiklerini düşünüyorum.