Türkiye’de mevcut ekonomik duruma yönelik tartışmaları, politika ve hukuki sorunlar takip ediyor. Politik uygulamaların hukuki boyutunun tartışıldığı bir ülke ekonomisi her geçen gün daha kırılgan bir hale geliyor. Toplumsal sorunlara en çok ses çıkaranların her dönem olduğu gibi mevcut dönemde de gençlerin olması tesadüf değil. Zira yetişkinlerin geçim sıkıntısı gibi çeşitli kaygıları bulunuyor.
Son dönemde barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğü haklarını kullanmalarına rağmen tutuklu olarak yargılanan öğrencilere yönelik bilgi akışının zayıfladığı görülüyor. Tutuklu öğrenciler de bu durumu sezmiş ve kendilerini hatırlatma ihtiyacı hissetmeye başlamış durumdalar. Özellikle sosyal medyada yayımlanan mektuplar, açıklamalar ve destek çağrıları; bu görünmezliğe karşı bir ses oluşturma çabasına dönüşmüş durumda. Bu durum sadece bireysel bir mağduriyet değil, aynı zamanda demokratik hakların kullanımına yönelik toplumsal bir sınav niteliği taşıyor. Bu konuyu psikolojik dinamikler ve kültürel arka plan üzerinden değerlendirmek mümkün.
Türkiye’de Aile Yapısına Tarihsel Bir Bakış

“Dini bir törenle kutsal bir güvence anlayışı” taşıyan aile yapısı günümüz şartlarında da etkisini sürdürmektedir. Özellikle baba otoritesinin yaygın olduğu Türk aile yapısında, İslamiyet öncesi büyüyüp yetişilen yere “baba ocağı” denmeye devam edilmesi bunun örneklerindendir. 1950’li yıllarda başlayan sanayileşme süreci, sınıf ayrımlarının da derinleşmesi ile sonuçlanmıştır. Aile içinde azalan sosyal ve ekonomik ilişkiler, çekirdek aile tipini ve beraberinde bireysel yaşam tipinin yaygınlaşmasını getirmiştir denebilir.
Cumhuriyet döneminde gerçekleşen kırdan kente göçler, kırsal nüfus ile kentsel alanlarda yaşama oranlarını hemen hemen tersine çevirmiştir. Özellikle 1950’li yıllarda kentsel alanların cazibesi sosyal, kültürel ve diğer hizmetlerin daha fazla sağlanıyor olması nedeniyle artmıştır. Bu, İstanbul’un nüfusundaki artışın da önemli nedenlerinden biridir.
Dayanışma ve yardımlaşma gibi kavramların önemli olduğu ifade edilen Türkiye’nin toplumsal yapısına yönelik araştırmalar halen önemini korumaktadır. Türkiye’de devletin ve sosyal hayatın temelini ailenin oluşturduğu da ifade edilmektedir. Öyle ki aile içindeki haklar ve genel atmosferin, en yüksek devlet kademelerinde dahi gözlemlenmesi mümkün görünmektedir (Eröz, 1977).
Aile ve Benlik Gelişimi

Çocukluk kavramı; genel olarak küçük yaş, bakıma ihtiyaç gibi biyolojik özelliklerinin yanında kültürlerarası değişik anlamlar ifade etmektedir. Ebeveynler çocuklarını yetiştirirken onlardan beklentileri de olabilir. Çocuklara nasıl davranıldığının, onların yaşamları üzerinde de kaçınılmaz etkileri olduğu bilinmektedir. Sosyal sınıfların etkilerinin yoğun bir şekilde hissedildiği toplumlarda, ebeveynlik değerleri de farklı beklentiler üzerinden şekillenebilmektedir. Anne babalar çocuklarını hayata hazırlarken daha bireysel yetiştirmeyi tercih edebilmektedirler. Zira çocuklarının orta sınıf mesleklerinde başarılı olabilmeleri veya iş hayatına ne şekilde dahil olabilecekleri bunlara göre değişkenlik gösterebilmektedir. (Kohn, 1969)
İşçi sınıfı ailelerde işçi sınıfı mesleklerinde daha işlevsel olması bakımından çocuğa itaate ve uyuma önem veren bir yaklaşım sergilenebilmektedir. Dolayısıyla çocuğun kendi alanına saygı gösterilen aileler ile itaatkâr olmasına yönelik yaklaşım sergileyen aileler arasındaki ayrımı; sosyal, sınıfsal ve etnik farkların belirlediğini ifade etmek mümkündür.
Ülkelere Göre Çocuk Gelişimi ve Türkiye

Çocukluk yıllarına dair farklı ülkelere göre farklı yetiştirme tanımları bulunmaktadır. Örneğin; Hindistan’da tipik bir kız çocuğuna altı yaşından itibaren evde ortalığı süpürme, temizleme veya kardeşlerine bakma gibi görevler yüklenmektedir. Bu kız çocuğu dokuz yaşına basar basmaz giysileri ve oturması kalkması ile ilgili kısıtlamalara maruz kalmaktadır. Yanında bir erkek olmadan sosyalleşmesi yasaklanan bu kız çocukları, dokumacılık için makara sarma gibi el becerileri ile annelerinden gördükleri mesleki becerileri kazanmaları yönünde yönlendirmektedirler. Bu çocukların eğitim almaları ise çeşitli hurafeler ile yine diğer gelişmemiş veya “gelişmekte olan” ülkelerde olduğu gibi mevcut düzene uyum sağlamaktan vazgeçecekleri gerekçesi ile engellenmektedir.
Türkiye’de eğitim halen bir sorun olarak varlığını korumaktadır. Kadınlar çoğunlukla kırsal bölgelerde genç yaşta evlilik, ev işleri ve ailelerinden öğrendikleri becerileri ile varlık gösterebilmektedir. Örneğin, Mardin ve Iğdır gibi şehirlerde 10 kadından biri okuma yazma bilmemektedir. Okullaşma oranları, gelenekler adı altında aile baskısı gibi çeşitli nedenlerle kadınların toplumsal hayattan soyutlanması ile düşük kalmaktadır.
Toplum Neden Sessizliğe Büründü?

Türkiye’de yaygın çocuk yetiştirme stillerinin başında otoriter ebeveynliğin geldiğini ifade etmek yanlış olmaz. Gelişmiş ülkelerde kuralcılık garipsenirken Türkiye’de özerklik garipsenmektedir. Büyüklere saygılı ve itaatkar olmak övülmektedir. Toplumda bu gibi özelliklerle bireylerin yaşam tarzları arasında genel bir bağlantı bulunmaktadır. Toplumlar, ana baba ve diğer insanların beklentileri ile belirli tipteki çocuk davranışlarına neden olan çevreler yaratmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2022).
Toplumun neden sessizleştiği konusuna psikolojik açıdan bakıldığında birçok farklı kavram karşımıza çıkmaktadır. Tükenmişlik ve alışma, tükenmiş empati, normalliğe dönüş arzusu bunlardan en önemlileri diyebiliriz. Tükenmişlik ve alışma, zorlayıcı durumlar karşısında duyarsızlaşmayı ifade etmektedir. Diğer yandan bu durumda empati duygusunda azalma anlamına gelen tükenmiş empati ortaya çıkmaktadır. Normalliğe dönüş arzusu ise zorlu dönemlerin sona erip eski, “huzurlu günlere” dönme isteğini ifade etmektedir.
Dayanışma ve Suskunluk

Dayanışma sürecinde; bazı insanlar çekindiklerinden bazıları benzer adımların daha önce başkaları tarafından atılmış olması düşüncesiyle yaşanan umutsuzluklarından, bazıları ise dayanışma ruhunu küçümsemelerinden kaynaklanan bir suskunluk içerisinde olabilir. Üniversite öğrencilerinin başlattığı akademik boykot gibi dayanışma örneklerine katılımlar, derslerin yanında sınavlara da girememe gibi tehditlerin bulunması ile sınırlı kalabilmektedir. Yaşanan belirsizlikten dolayı boykota dahil olmayanların da içinde bulunacağı özgür ifade araçlarının oluşturulması gerekmektedir.
Sonuç olarak çocukluklarında haksızlığa uğrayan çocukların her defasında sert bir tepkiyle karşılaşması ve geri çekilip suskun kalması gibi, konunun üzerinin örtülüp üzerine yazılıp çizilmemesi, adil bir yönetim anlayışının önünde büyük bir engel olarak bulunmaya devam etmektedir.
Kaynakça
Eröz, M. (1977). Türk Ailesi. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2022). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi: Kültürel Psikoloji. 6. baskı, Koç Üniversitesi Yayınları
Kohn, M.L. (1969). Class and conformity: A study in values. New York: Dorsey.
Türkiye İstatistik Kurumu. Ulusal Eğitim İstatistikleri, 2022. Web. Yayın Tarihi: 26 Mayıs 2023. Sayı: 49756.


