Türkiye’nin Nietzsche’si Oruç Aruoba: Sokakta | Şiir Tahlili

Editör:
Sinem Aykın
spot_img

İnsanı anlatan en doğru şeydir şiir. Bazen insan kırgınlığını, beklentisini de şiire sığdırır. Öyle ki Oruç Aruoba burada hayatı şiire sığdırmıştır. Öyle enfes anlatır ki bizlere yaşamanın kavgasını. Bu yazıda bizde bu kavgaya ortak olarak “Sokakta” şiirinin derinliklerinde birlikte kaybolacağız. Şimdiden keyifli okumalar! 

Oruç Aruoba Kimdir?

Oruç Aruoba tam adıyla Ahmet Oruç Aruoba, 14 Temmuz 1948 yılında Karamürsel’de dünyaya gelmiştir. Annesi dönemin konuşulan isimlerinden, bir sürü başarıya imza atmış olan şair ve gazeteci Muazzez Kaptanoğlu‘dur. Babası ise ordu mensubu olan İsmail Fahir Aruoba‘dır. Oruç Aruoba’nın yazmaya, edebiyata ve felsefeye yakınlığı aslında annesinin sayesinde olmuştur.  

Eğitim hayatında ortaöğretimini Ankara Ted Koleji’nde tamamlamıştır. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi psikoloji bölümünü tercih etmiş ve eğitimini burada tamamlamıştır. Yaptığı çalışmalarla yüksek lisansa hak kazanmıştır ve psikoloji bölümünde eğitim görevlisi olarak bir süre görev almıştır. Bunların yanında bir de Hacettepe Üniversitesi’nin felsefe bölümünde tez yazmış ve bu tez sayesinde felsefe konuları üzerinde Almanya’da Tübingen Üniversitesi‘nde 1 yıl görev almıştır. Almanya’dan sonra Yeni Zelanda’ya gitmiş ve bir süre oradaki üniversitede çeşitli görevler almıştır. Daha sonra Türkiye’ye döndüğünde dönemin siyasi faktörlerinden dolayı öğretim üyeliğinden istifa etmiş ve kariyer hayatına çevirmen olarak devam etmiştir. Farklı başarılara imza atan Oruç Aruoba felsefe alanında kaleme aldığı metinlerle oldukça ilgi çekmiş; Türkiye’nin Nietzcshe’si lakabıyla tanınmış ve 2012’de Lale Ödülü‘ne layık bulunmuştur. 31 Mayıs 2020 tarihinde ise ne yazık ki vefat haberi gelmiştir.  

Oruç Aruoba’nın Edebi Yönü

Oruç Aruoba, yazar olma adımlarını 1973’de atmıştır. Nietzsche, Kant, Marx gibi yazar, şair ve felsefi düşünürlerin eserlerini Türkçeye aktarmıştır. Felsefenin ardından şiire yönelen Oruç Aruoba kendine has bir tarz oluşturarak felsefeyle şiiri harmanlamıştır. 1990’da ilk kitabı olan Tümceler’i yayımlamıştır. Daha sonra sırasıyla yayımladığı De ki İşte ve Yürüme adlı kitapları bir üçleme şekline gelmiş ve Yürüme Üçlüsü olarak kabul edilmiştir. Metinlerinde fazlasıyla yer verdiği noktalama işaretleri metinlerini daha da derinleştirmiştir. Türk edebiyatında kendine has tarzı ve derin felsefi cümleleriyle okurlarının karşısına hem bilgiyle hem de şiirleriyle çıkmıştır.

Sokakta Şiir Tahlili

Buradayım: 
Yüzyıl oldu. 
 
Önümden geçen yol 
tıkandı 
çevremdeki bahçeler 
daraldı 
içimde yaşan insanlar 
azaldı: 
Yalnızlaştım. 
 
Buradayım: 
Yüzyıl önce başladım 
beklemeye. 
 
Yavaş geçip gitme zamanı: 
Dumanlar 
isler, puslar 
yağmurlar 
sıcaklar, soğuklar 
rüzgarlar 
kemirdi her yanımı. 
 
Tahtalarım birer birer çürüdü 
boyalarım 
parça parça döküldü 
payandalarım 
teker teker çöktü: 
Yüzyıl oldu. 

Bu dizelerde şair sanki insanın içindeki kalabalığı resmeder. Anlatmak bazen daha da ağır gelir, işte o zaman hafifleten tek şey dert ortağı sayılan bu dizelerdir. Şairin burada anlattığını aslında hepimiz çok yakından tanır biliriz. Dizelerinde yakın olan uzakları anlatır. Kalabalık sofralarda yapayalnız insanları tanırız. Yalnızlaşmak birdenbire elde edilmez sanki ilmek ilmek özenle işlersiniz içinize bir yerlere. Beklersin, zaman geçsin ve yalnızlaşayım diye. Tıpkı Oruç Aruoba gibi. “Yüzyıllardır buradayım, yüzyıllardır yalnızlıkta burada” demek gelir içimizden şairin dizelerine karşılık. Mevsimler geçer, mevsimlerin hisleri geçmez. Sıcağı, soğuğu, rüzgarı ve güneşi yakar içimizi. Anısını bırakır bize. Şaire göre beklemek insanı yalnızlaştırdığı gibi zamanla eskitir.  

Yüzyıl önce: 
Pırıl pırıl, yemyeşil 
bahçem 
bembeyaz, tertemiz 
duvarlarım 
cıvıl cıvıl, şen 
odalarım 
buradaydım. 
 
Yaşıyordum – 
yaşıyordu insanlarım. 
 
Yüzyıl oldu: 
Karanlık küf rengi 
çevrem 
kararmış, yıkık dökük 
duvarlarım 
kasvetli, kir-pas içinde 
odalarım 
buradayım. 
 
Yaşamıyorum – 
yaşamıyor insanlarım. 

İnsanın zamanda olan yolculuğu gün geçtikçe soldurur insanı. Dünyayı tanıdıkça eskisi kadar temiz ve mutlu birisi olmaktan uzaklaşır. Oruç Aruoba gözündeki dünyayı şiirlerinde de böyle anlatır. Sanki zaman ilerledikçe sizi karanlığına çeker. İnsanlar bir toz tanesi olup en sevdiğiniz fotoğrafın üstünü tozlandırır. Fotoğrafa ulaşmak için o tozları temizlemek gerekir, o tozlar fotoğraftaki insanlar olsa bile. En güzel anılarından, en sevdiklerinden kirlenir insan. İçindeki hevesler birer birer veda eder yüreğine. Umut son durağa gelir iner gider, geriye yaşamak kalır ki umutsuz bir kalp ne kadar yaşayabilirse o kadar yaşamaktır bu. Ancak şaire göre tozlar tüm hayata yayılır. İnsan içinde de yalnızlaşır. Yalnızlığın en kuvvetli tohumu kötülüktür. Zaman gittikçe her şey kötüleşir: Eşyalar, insanlar ve içimizdeki yaşam.

Buradayım.
Yüzyıl oldu.
Bekliyorum. 

Yalnızım
burada.

Bekliyorum –
ilk çocuğun attığı
ilk taştan beri
bekliyorum.

Ne zaman gelecekler –
baltalarla, balyozlarla, keserlerle –

Yalnızım
burada
bekliyorum.

Ne zaman
gelecekler? 

İnsan aslında hep bir şeyleri bekler farkında olmasa da. Her gün uyanmak ölüme bir gün daha yaklaşmak değil midir? Beklemek isteği içimizdeki en kuvvetli duygulardandır. Oruç Aruoba’nın bu son dizelerine yaklaştıkça yapayalnız olan kişi artık hiçbir şeyden korkmamaktadır. Zamanın en başına gider, ilk serzenişten bellidir ki insan hep sarsılmaya alışır. Belki de herkes kendi zamanının kahramanı olur. Şiirin en başında şenliklerle, baharlarla dolu kişi artık tenhalaşır ve içindeki tüm korkuları yenerek bekler kavgayı. İşte Oruç Aruoba’nın aslında bizlere hayatın gerçek yüzünü anlattığı, kattığı noktalama işaretleriyle şiiri daha da dolgun hale getirdiği bu müthiş eserin yeri her zaman kalbimizde bir ders niyetine durmalı bizce. “Ne zaman gelecekler?” henüz bilinmese de gelsinler burada bekliyoruz.  


Kaynakça

    1. Oruç Aruoba. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Web. Erişim Tarihi: 12.05.2024
    2. “Sokakta” Şiiri.  Şiirce. Web. Erişim Tarihi: 12.05.2024
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.