Türkiye’de Orta Sınıf Sorunu Nasıl Ortaya Çıktı?

Editör:
Sibel Sancaklı, Sudenur Sarıyıldız

Özel mülkiyetin var olduğu dönemlerden bu yana tarihin her döneminde ekonomik eşitsizliğe dair izler görmek mümkündür. Sömüren ve sömürülen sınıflar, tarih boyunca ortak durumları yaşayan ve farkında olmasalar bile ekonomik olarak aynı konumları paylaşan sınıfları oluşturmuşlardır.

Sosyolog ve araştırmacıların sınıf kavramına ilişkin görüşleri, kendi içinde farklılıklar göstermektedir. Bazı araştırmacılar; sınıfların doğuştan gelen haklarının bulunmadığını, bu hakların bireylerin mal mülk sahibi olarak ve benimsedikleri hayata göre şekillendiğini ifade etmiştir. Karl Marx’a göre ise üretim araçlarının mülkiyeti ekseninde şekillenen sınıflar, bu mülkiyete sahip olup olmama durumu ile net bir şekilde oluşmuşlardır. Marx’a göre bir kişinin sınıfsal konumu; o kişinin çıkarlarını, dünyaya bakışını, bilincini ve düşüncelerini de biçimlendirmektedir. Bunun sonucu olarak da aynı sınıftan insanların duygu ve düşünce dünyalarının da benzer olması mümkündür.

Bireylerin mevcut ekonomik konjonktürden nasıl etkilendiklerine dair sosyal psikolojik nitelikte grup araştırmaları önemlidir. Peki, ekonomi ile sınıf kavramı ilişkisi konusunda psikolojik bir değerlendirme yapmak mümkün mü? Bu noktada, bu farkın neden oluştuğu konusunun yanında neden hâlâ bir sorun olarak kalmaya devam ettiğine bakmakta yarar vardır.

Sınıflara Tarihsel Bir Bakış

Kaynak: Pexels

Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar sınıfsal bir yapının olup olmaması, Türkiye’de orta sınıf ayrımının ortaya çıkışı ile ilgili tartışma konularından biridir. Bazı tarihçiler, Osmanlı’da kapitalizm karşıtı politikalar ile Batı toplumlarında olduğu gibi bir sınıf ayrımının bulunmadığını savunmaktadır. Bazıları ise bu görüşün aksine devletin toprak mülkiyetini elinde bulundurmasının sınıf oluşumuna engel olmadığını, devletin bir sınıf; toprağı işleyen ve üreten köylünün bir sınıf ve zanaatkarlar ve tüccarların başka bir sınıf olduğunu ifade etmişlerdir. Osmanlı’da; üretici, zanatkar ve tüccarlar vergi ödemekle yükümlüyken yönetici konumunda bulunan ve askeri zümre ile ilmiye, seyfiye ve kalemiye gibi görevlerde bulunan saray halkının böyle bir zorunluluğu bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu dönemde yöneten ve yönetilenler olmak üzere iki sınıfın varlığından söz etmek mümkündür. Bahsi geçen dönemde alt sınıfın büyük çoğunluğu köylülerden oluşmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi ve Sınıflar

Kaynak: TCMB

1929 Dünya Ekonomik Krizi, 1940-1945 İkinci Dünya Savaşı gibi nedenler Türkiye ekonomisi için ciddi tehditler oluşturmuştur. Büyük Buhran dönemi ve devamında yaşanan ekonomik krizlerde ülkenin ihraç ettiği hammaddelerin fiyatlarının ani biçimde düşmesi, ciddi gelir kalemlerinin kaybedilmesine neden olmuştur. Diğer yandan ülkenin ithal ettiği tüketim malları da artık bulunamamaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası; tarım ürünlerine düşük fiyatla el koyma, çalışma sürelerinin keyfi uzatılması, işten çıkarmalar ve ücret sınırlandırılması gibi ekonomik politikalar uygulanmıştır. Bu dönemlerde devlet hem yatırımcı hem işletmeci hem de denetleyici görevi üstlenerek yerli üretime ağırlık vererek kalkınma mücadelesi vermiştir.

Orta Sınıf Alarm Veriyor

Kaynak: Pixabay

Cumhuriyet’in ilanının ardından işçi, köylü ve esnaf-zanaatkarlardan bir sınıf olarak bahsetmenin ideolojik olarak mümkün olmadığı bilinmektedir. Ancak ülkede ekonominin serbestleşmesi sonrası yaşanan süreçte, kırsal nüfus ciddi oranda azalıp kentlerde ciddi bir yedek iş gücü nüfusu oluşmuştur. Ücretler ise genel itibariyla geçimlik düzeyde seyretmiştir. İşsizlik oranları tartışmalara neden olurken beyaz yakalı işçilerin sayılarının artması, orta sınıflaşma ile sonuçlanmıştır.

2000 yılında orta sınıf bir çalışanın maaşı asgari ücretli bir çalışanın maaşının dört katıyken mevcut durumda iki katını bile bulmamaktadır. Bu rakama ulaşılması için ayda 90 bin liranın üzerinde bir maaş alınması gerekmektedir. Son 50 yıllık verilere bakıldığında çalışan verimliliğinin 4,3 kat arttığı ancak ücretlerin yerinde saydığını görüyoruz. Diğer yandan kredi kartı kullanımının rekor seviyelere ulaşması enflasyonun öncelikli nedenlerinden biri haline geldi. Önceden hane halkı büyüklüğünün artması ve eğitim seviyelerinin düşmesi ile artan yoksulluk oranları, günümüzde orta sınıfın ne kadar kazandığından bağımsız var olmaya devam edeceği düşüncesinden hareket etmeyi dahi zorlaştırır bir duruma getirdi.

Ekonomik Veriler Ne Söylüyor?

Kaynak: Pexels

Gelir dağılımı ve yoksulluk verileri, ülke ekonomilerine dair fikir sahibi olmak açısından önemli göstergelerdendir. Gelir eşitsizliğinden doğan sınıf ayrımına ilişkin değerlendirmede bulunmadan önce Türkiye’nin özellikle Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri içindeki konumuna bakılabilir. Zira dünya genelinde yapılan araştırmalar; kapsadığı nüfus, ölçeği, baz alınan veri birimi, gelir eşitsizliği ya da yoksulluğu hesaplarken gelir ya da harcamanın kullanılması gibi faktörler ülkeler arasında karşılaştırma yapmayı zorlaştırmaktadır. OECD tarafından hazırlanan veri setinin bu konuda en az sorunlu veri seti olduğu ifade edilmektedir. OECD, gelir dağılımı verilerini üye ülkelerde uyguladığı anketlerden elde ettiği bilgileri kullanarak hazırlamaktadır. OECD ülkelerinin yoksulluk oranları açısından sıralaması, neredeyse gelir eşitsizliğine göre ortaya çıkan sıralamayla aynıdır.

Mevcut durumda OECD ülkeleri arasında ortalama hane halkı geliri yıllık 35 bin 200 dolardır. Türkiye’de ise bu rakam ortalamanın neredeyse yarısı, 18 bin dolar düzeyindedir. OECD verilerine göre; Türkiye’de her 5 aileden biri yoksulluk sınırının altında gelire sahiptir. Türkiye OECD ülkeleri arasında yoksulluk oranı en yüksek 5 ülkeden biridir. Ülkede istihdam oranlarına bakıldığında her 4 gençten biri işsizdir. Reel ücretler ve alım gücü, son 5 yılda yüzde 20 düşmüştür. Türkiye, asgari ücretin satın alma gücü açısından OECD içinde 38 ülke arasında 33’üncü sırada yer almaktadır. Ülkede alt sınıflarda bulunan vatandaşlar, OECD Raporu’na göre de konut ve barınma gibi hayati sorunlarla karşı karşıyadır.

Orta Sınıf Paradoksu

Kaynak: Pixabay

James H. Dittes ve Harold H. Kelley tarafından 1956 yılında gerçekleştirilen bir araştırmada, oluşturulan grup üyelerinden bazılarına grubun kendilerini ne derece kabul ettiklerine dair olumlu bildirimlerde bulunulmuştur. Bazı üyelere “Seni isteyenler de var, istemeyenler de.” mesajı verilmiştir. Farklı üyelere de “Grup seni seçmedi.” denmiştir. Oluşturulan grup içinde grup normlarına en fazla uyum gösterenlerin kendilerine kısmen kabul edildikleri söylenenler oldukları görülmüştür. Bu üyeler, belli bir ölçüde desteklendiklerini hissetmişler ve yerlerini sağlamlaştırmak için gruba daha içten bir şekilde bağlılık göstermeye başlamışlardır.

En alt statüdekiler, aradaki grup kadar olmasa da uyma davranışı göstermişlerdir. Ancak bu kişiler, sadece grup içinde uyum göstermiş; yalnız oldukları zaman normlara aldırış etmemişlerdir. Grup tarafından zaten beğenilmediklerini düşündüklerinden gruba uyma davranışı cazibesini kaybetmiştir. Araştırmada; en fazla övgü alanların, ortadaki gruptan daha az uyum gösterdiği görülmüştür. Bu bireyler zaten kazanmış oldukları statülerini yükseltmek için normlara titizlikle uyma ihtiyacı hissetmemişlerdir. Bu deneyin sonucunun toplum için de önemli çıkarımları olmuştur. Sosyal ve ekonomik olarak orta sınıfın, toplumsal normlara en çok uyanlar olduklarını ifade etmek yanlış olmaz. Toplumda en yukarı tabakalar davranışlarında diğerlerine göre daha serbest davranma hakkını kendinde görürken en alt tabakadakilerin toplumsal normlara uyum konusunda en aykırı bireyler olmaları dikkat çekicidir.


Kaynakça

Ahmad, Feroz (2010). Bir Kimlik Peşinde: Türkiye. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Atılgan, Gökhan (2012). “Türkiye’de Toplumsal Sınıflar: 1923-2010”, 1920’den Günümüze Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Değişim. Der: Faruk Alpkaya, Bülent Duru, Ankara: Phoenix Yayınevi. 323-363.

Buğra, Ayşe (2003). Devlet ve İşadamları. İstanbul: İletişim Yayınları.

Dittes, James E., and Harold H. Kelley. “The Effects of Different Conditions of Acceptance Upon Conformity to Group Norms.” Journal of Abnormal and Social Psychology. vol. 1  51, no. 1, 1956, pp. 100-107.

İnsel, Ahmet (1996). Düzen ve Kalkınma Sürecinde Türkiye: Kalkınma Sürecinde Devletin Rolü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Karpat, Kemal H. (1967). Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller. İstanbul: İstanbul Matbaası.

Kazgan, Gülten (2006). Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Organization for Economic Co-operation and Development (OECD). How’s Life? 2024: How’s Life Going?. OECD Publishing, 2024.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Harry Potter Serisinin Unutulmaz Replikleri

Harry Potter'ın büyülü replikleriyle büyücülük dünyasında kaybolmaya hazırlanın!

Küçük Gün Işığım Film İncelemesi: Kabullenmenin Gücü

Kusursuzluk arayışının değil, kendin olmanın kıymetini; sonuca değil, yolculuğa odaklanmanın anlamını keşfedeceğiniz sarsıcı ama iç ısıtan bir aile hikâyesine davetlisiniz.

Joseon’daki İstikrarsızlık: Kral Injo

İstikrarsızlığıyla Kore ulusunun gelişmesinin önünü kapamış bir hükümdar olarak hatırlanan ve günümüzde hala eleştirilen Kral Injo'nun tarihteki yeri.

Sessizliğe Karşı Yazmak: Kadın Yazarların Sansüre Direnişi

Sansür, yalnızca siyasi bir baskı mekanizması değil; aynı zamanda kültürel, ahlaki ve cinsiyet temelli bir sessizleştirme aracıdır.

Hasçelikler and the City: Dijital Bir Ailenin Hikâyesi

Hasçelikler and the City; dijital dünyada temsiliyet, samimiyet ve medya sınırlarını sorgulayan gerçekçi bir aile anlatısıyla izleyicileri içine çekiyor.

Cumhuriyet Aydınları: Behice Boran

İlk kadın sosyolog, ilk kadın siyasi parti genel başkanı, Marksist, yazar ve akademisyen olan Behice Boran; Türk solunun en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.

Tabloları Dinlemek: Édouard Manet

Bazı bakışlar ancak bazı nefeslerle tanımlanıyor. Manet'nin fırçası, Tezer'in nefesi gibi...

Edebiyatta Semtlerin İzleri: Emirgan

İstanbul'un en güzel semtlerinden biri olan Emirgan, şiirlerde de romanlarda da ele alınan bir semt olmuştur.

Natalia Ginzburg: Edebiyatın ve Direnişin Güçlü Sesi

İtalyan yazar Natalia Ginzburg, toplum ve aile temalarını sıklıkla işleyen, döneminin devrimci kimliğini benimsemiş ve bunu da eserlerine yerleştirmeyi uygun bulmuştu.

Notting Hill: Londra’nın En Renkli Yüzü

Notting Hill; renkli sokakları, pazarı ve kültürel dokusuyla Londra’da hem ruhunuza hem gözünüze hitap eden özel bir semttir.

Editor Picks