Opera, işlediği konuyu müzikal ve teatral biçimde ortaya koyan bir sahne eseridir. Anayurdu İtalya olan operanın konusu; genellikle tarihsel olaylar, mitolojik anlatılar, efsaneler ve güncel olaylardan oluşur.
Avrupa coğrafyasında çok sevilen opera ile Türklerin ilk temasları için gelin Türkiye’de operanın gelişim macerasına birlikte bakalım.

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Opera
Osmanlı İmparatorluğu döneminde opera ile ilgili ilk bilgilere, o dönem yurt dışında görevli elçilerin sefaretnamelerinde rastlanır. Bu sefaretnamelerden en bilineni Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi‘nin Sefaretnamesidir. Mehmet Çelebi Sefaretnamesi‘nde opera binalarını iç ve dış mimari yapılarını, opera salonunun dekoru ve ihtişamını, operaların konusunu hayranlıkla anlatmıştır. Bir süre sonra bu anlatılar sarayın ve padişahların ilgisini çekmiştir.
İlk kez III. Murad döneminde sarayda müzikli bir oyun sergilenmişse de ilk opera temsili 1797 yılında III. Selim döneminde Topkapı Sarayı‘nda sahnelenmiştir. II. Mahmud ve Sultan Abdulmecit dönemlerinde İtalya ve diğer Avrupa şehirlerinden gelen opera toplulukları, İstanbul ve İzmir’de temsiller sergilemişlerdir. Sultan Abdülmecid döneminde Dolmabahçe Sarayı’nda bir opera binası yaptırılmıştır. Sanata ve özellikle operaya düşkün olduğu bilinen II. Abdulhamid, 1889 yılında Yıldız Sarayı Tiyatrosu‘nu inşa ettirmiş ve İtalyan Arturo Stravolu’yu yönetmen olarak atamıştır. Bu sarayda bir çok opera ve operet sahnelenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Döneminde Opera
Türkiye’de operanın asıl gelişimi ve nispeten halk arasında yaygınlaşması Cumhuriyet’in ilanından sonra gerçekleşmiştir. Cumhuriyetle gelen devrimlerden biri de müzik devrimi olmuştur. Böylece Türk müzik kültürü, cumhuriyetin kuruluşu ile yeni bir sürece girmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk genelde sanat, özelde ise müzik alanında gelişim kaydetmenin halk üzerindeki etkisinin önemine inanıyordu. Her zaman Türk halkının gelişmiş bir kültürel yapıya ve zevke sahip olmasını arzu ediyordu. Bunu yapmak için Türk müziğinin kendi dinamikleri korunarak batı medeniyetlerinin örnek alınmasını istiyordu. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, 1934 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada; “Bir ulusun yeni değişikliğindeki ölçü, musikideki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Ulusal ince duyguları toplamak, onları bir an önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.” demiştir.
Türk operasında Cumhuriyet Döneminin önemi çok büyüktür zira bu dönem operanın gelişimi için büyük çabalar sarf edilmiştir. Fakat sonraki dönemlerde, özellikle 1950’li yıllardan sonra Türk siyasi hayatının aktörleri değiştikçe müzik devrimi önemini kaybetmiştir. Bazı önemli kazanımlar ve nitelikler kaybedilmiştir. Türk müziğinin gelişimi bir devlet politikası olmaktan çıkarılmıştır. Opera, en nihayetinde elit bir zümrenin tekelindeki bir sanat dalı haline dönüşmüştür. Birçok yetenekli besteci ve yorumcularımız yurt dışına gitmek zorunda kalmıştır. Bunlardan en bilineni ise “La Diva Turca” lakabıyla dünyaca ünlü soprano Leyla Gencer‘dir.

Günümüz Türkiyesi’nde ise opera sanatının makûs talihini döndüren kişi, 2018 yılından bu yana görevini sürdürmekte olan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Murat Karahan‘dır. Kendisi de uluslararası üne sahip bir tenordür.
Murat Karahan, hem ülkemizde operanın halkın genelinin beğenisini kazanması için hem de yurt dışında Türk operası ve Türk opera sanatçılarının tanıtımı için çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Bu bağlamda, 2018 yılında Bujor Hoinic‘in bestelediği, librettosu Artun Hoinic‘e ait Troya Operası, 2019 yılında Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu‘nda sahnelenmiştir. Yine dünyaca ünlü opera sanatçılarının Türkiye’ de yapılan uluslararası opera ve bale festivallerinde yer almasını sağlanmıştır. Böylelikle kimi uzun zamandır var olan kimi yeni yapılmakta olan bu festivaller etkin hale getirilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nce düzenlenen bu festivallerin birkaçı:
- İstanbul Uluslararası Opera ve Bale Festivali
- Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali
- Efes Uluslararası Opera ve Bale Festivali
- İstanbul, Ankara, Çanakkale, Konya ve Diyarbakır’da düzenlenen “Kültür Yolu Festivalleri“

Bunların yanı sıra, Murat Karahan’ın opera sanatını geniş kitlelere ulaştırmak için kişisel çabaları da söz konusudur. Bir kesim tarafından eleştirilse de Türk halk ve Türk sanat müziği eserlerini opera formunda okumaktadır. Bir dönem ünlü İtalyan tenor Luciano Pavarotti‘nin yaptığı gibi ünlü isimlerle düetler yapmaktadır.
Bugün artık opera salonlarında toplumun her kesiminden yaşlı veya genç insanımızı görmek mümkün. Bunlar ise Atatürk’ün hayalini kurduğu müzik devrimi ve Türk opera sanatının gelişimi için çok önemli adımlar olarak görünmektedir.

Müzik Devrimi ve Kurumsallaşma
Cumhuriyetin kuruluşuyla müzik ile ilgili çalışmalara hız kesmeden devam etmiştir. 1924 yılında, saray orkestra ve bandosu Mızıka-i Hümayun Ankara’ya getirilerek, Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti’ne (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) dönüştürülmüştür. Aynı yıl müzik öğretmenleri yetiştirilmesi amacıyla Musiki Muallim Mektebi açılmıştır. İstanbul’da bulunan Dârülelhan, 1927’de Belediye Konservatuvarına dönüştürülmüştür. Bu yeni yapılanmanın programında batı konservatuvarları örnek alınmış ve eğitim buna uygun olarak yapılmıştır. Ayrıca yurt dışından Paul Hindemith ve Carl Ebert gibi tanınmış besteciler ve yönetmenlerin Türkiye’ye gelmesi sağlanmıştır.

Arzu edilen kültürel dönüşümün gerçekleşmesi, Türk müziğinin evrensel düzeye ulaşması için iyi eğitimcilerin olması gerekliliğine inanan Atatürk, bugün Türk Beşleri olarak bildiğimiz; Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Necil Kazım Akses ve Ahmet Adnan Saygun gibi yetenekli gençleri yurt dışına eğitim almaya göndermiştir. Eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine dönen bu eğitimciler, çağdaş Türk müziğinin gelişimine çok önemli katkılarda bulunmuşlar ve yüzlerce Türk genci yetiştirmişlerdir. Bugün Klasik Türk müziğinin değerli sanatçıları Aykal Gürer, Rengim Gökmen ve Gülsin Onay onların öğrencilerindendir. Özellikle Türk operasının yapı taşlarını oluşturan bu kıymetli insanlar, eserlerini oluştururken hakim Türk kültürünü yadsımamışlardır. Eserlerinde geleneksel müzik öğeleri, halk ezgileri, halk destanları ve zaman zaman İslam ilahilerine yer vermişlerdir.
Çocukların ve gençlerin eğitimi ile ilgili ise, Paul Hindemith‘in Türkiye ‘de yaptığı inceleme ve gözlemler sonucu oluşturduğu rapor dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda çalgı, şan ve çok sesli müzik eğitimi alınması mecburi hale getirilmiştir. Cumhuriyet kültürü ve onunla birlikte gelen yeni müzik kültürünün halk geneline yayılması için halkevleri ve köy enstitüleri kurulmuştur. Köy enstitüleri ile ilgili Atatürk’ün sağlığında başlayan kuruluş çalışmaları, İsmet İnönü döneminde Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç himayesinde gerçekleştirilmiştir.

Süreç içinde Türk müziği devrimi devam etmekteyken kurumlar yıllara yayılan süreçlerde değişmiş ve dönüşmüştür. Her disiplin kendi dinamiklerine uygun olarak ayrışmıştır. 16 Mayıs 1940’da, Musiki Muallim Mektebi Meclis’te çıkarılan kanun ile müzik, opera, bale ve tiyatro bölümleri olan Ankara Devlet Konservatuvarı‘na dönüştürülmüştür. Gerçek anlamda opera çalışmaları bu sayede, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda başlamıştır.
1942 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Şan ve Opera Bölümü ilk mezunlarını vermiştir. 1970 yılına kadar konservatuvarın bir bölümü olan opera ve bale, 1970 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü adını almıştır. Ardından zaman içinde İstanbul ve taşrada kurulmuş olan müdürlükler de Ankara’daki bu merkezi yapıya bağlanmıştır.

Türk Operasının İlk Eserleri
Gerçekleştirilen müzik devriminin ilk eseri, Atatürk’ün isteği ile A. Adnan Saygun tarafından bestelenen ilk Türk operası Özsoy Destanı Operası‘dır. Firdevsi’nin Şehnamesi’nden uyarlanan eserin Türkçe librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılmıştır. Eser 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti sırasında, Ankara Halkevi’nde sahnelenmiştir.

Aynı yıl, Atatürk’ün Ankara’ya geliş yıl dönümünü kutlamak için A. Adnan Saygun tarafından Taş Bebek, Necil Kâzım Akses tarafından Bay Önder adlı operalar Ankara Halkevi’nde sahnelenmiştir. Atatürk bu operaların hazırlanmasını sadece teşvik etmemiş bizzat opera metinleri üzerinde çalışmış ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bu eserleri A. Adnan Saygun’un Kerem Operası, Cemal Reşit Rey’in Çelebi Operası takip etmiştir. Sonraki yıllarda ise Carl Ebert yönetiminde uluslararası ünlü opera eserleri Türkçeye çevrilerek sahnelenmiştir. Bu eserlerin ilki Wolfgang Amedeus Mozart’ın “Bastien und Bastienne” adlı eseridir.

Diğer Türk Operasını Benimseyen Bestecilerimiz
- Cemal Reşit Rey
- Ahmet Adnan Saygun
- Necil Kazım Akses
- Salahaddin Kalender
- Nevit Kodallı
- Ferit Tüzün
- Cengiz Tanç
- Çetin Işıközlü
- Okan Demiriş
- Hasan Uçarsu
Kaynakça
- Ertekin, Sibel .Türk Operası’nın Gelişim Süreci. Yüksek Lisans Tezi, T.C Başkent üniversitesi, 2007. Erişim Tarihi: 05/06/2023
- Özhancı, E. (2009). TÜRKİYE’DE OPERA, BALE ve DEVLET OPERA ve BALESİ’NİN EVRİMSELLİĞİ . Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi. Erişim Tarihi: 05/06/2023
- T.C. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü. Web. Erişim Tarihi: 08/06/2023
- Serenti. Türkiye’nin Opera İle Tanışması. Web. Erişim Tarihi: 08/06/2023