Troyalı Kadınlar (Troades); Antik Yunan tragedya yazarı Euripides’in bilinen ve günümüze ulaşan önemli eserlerinden biridir. Bu oyun, savaşın ardından hayatta kalanların yaşadığı acılara özellikle de kadınların yaşadığı derin yıkıma odaklanır. Savaşın zulmünü ve bedelini kadınların gözünden anlatan ilk eserlerden biri olarak kabul edilir.
Yunan Tragedyasının Uç Noktasında: Euripides

Euripides, MÖ 484 civarında Atina’da doğmuş ve MÖ 406’da Makedonya’da ölmüştür. Felsefi düşüncelere derin bir ilgisi olduğu ve Protagoras, Anaksagoras gibi düşünürlerle arkadaşlıkları olduğu ve bu entelektüel çevrelerin, onun geleneksel Yunan dinine karşı sorgulayıcı bir tutum sergilemesine yol açtığı düşünülmektedir. Euripides doksan iki oyun yazmış olsa da, günümüze sadece on dokuz tanesi ulaşabilmiştir. Troyalı Kadınlar antik çağda pek popüler değildi; oyunun sadece birkaç papirüsü günümüze ulaşmış olup, bunlar da olay örgüsünün özeti ve bazı repliklerin parçalarını içermektedir. Ancak eski dönemlerde, üzerinde en çok çalışılan ve okunan on oyundan biri olarak seçilmiştir. Sonuç olarak, ortaçağ’da üç el yazması ile günümüze aktarılmış, antik ve ortaçağ yorumlarıyla donatılmıştır. (The Trojan Women: Introduction, 79)
Euripides’in oyunları psikolojik gerçekçiliğe, kusurlu karakterlerine ve geleneksel Yunan dinine karşı sorgulayıcı bir tutuma odaklanarak Aiskhylos ve Sophokles gibi yazarlardan farklı bir açı sergiler. Euripides’in tragedyalarında prologos ve Deus ex machina gibi yapısal araçları kullanımının yanı sıra dramatik üslubunun zaman içinde geçirdiği evrim de vurgulanmaktadır (“Euripides”). Euripides, yazdığı oyunlarla yarışmalarda sık sık birincilik kazanmasa da, Aiskhylos ve Sophokles gibi diğer büyük Yunan tragedya yazarlarına kıyasla daha fazla sayıda eseri günümüze ulaşmıştır. Bu durum, onun eserlerinin hem döneminde hem de sonrasında büyük ilgi gördüğünü gösterir. Euripides’in karakterleri, Aiskhylos’un tanrısal kahramanlarından ya da Sophokles’in soylu figürlerinden farklı olarak, daha sıradan, daha insani ve zaafları olan bireylerdir. Bu da onları seyirciye daha yakın ve etkileyici kılmaktadır.
Euripides’in oyunlarındaki karakterler sadece kişisel çatışmalar yaşamaz; aynı zamanda dönemin siyasi, felsefi ve toplumsal meselelerini de sorgular. Bu yönleriyle eserleri, yaşandıkları dönemin düşünsel atmosferini yansıtır ve önemli soruları sahneye taşıyarak tartışmaya açar. Onun şüphe duyan, zayıflıklarıyla yüzleşen, kusurlu ve gerçekçi karakterleri, özellikle Hellenistik dönemin sürekli değişen kültürel ve toplumsal yapısı içinde daha anlamlı ve ilgi çekici hâle geldiği açıktır.
Daha da dikkat çekici olan ise, Euripides’in oyunlarında her kesimden insanı konuşturmasıdır: kadınları, erkekleri, köleleri, soyluları… Onun karakterleri, adeta Yunan toplumunun bir temsili gibidir. Sadece krallar ya da tanrılar değil, sıradan insanlar da sahnede yer bulur. Bu yaklaşımı dönemin tiyatrosu için oldukça yenilikçidir. Ancak bu yönü, çağdaşları tarafından zaman zaman alay konusu da olmuştur. Özellikle komedya yazarı Aristophanes, Kurbağalar (Batrakhoi) adlı ünlü oyununda Euripides’in bu alışılmadık karakter tercihiyle alay eder. Oyunda, Euripides’in herkesin konuşmasına izin vermesiyle tragedya sanatına bir saygısızlık gibi görülmektedir:
Euripides: Ondan sonra bende daha ilk dizeden başlayarak öyle hiçbir şey yapmadan durmak diye bir şey söz konusu değildi. Kadın, köle, efendi, kız, ihtiyar…hepsi söz söylerdi.
Aiskhylos: Bu cürümle ölümü hak etmedin mi yani?
Euripides: Apollon hakkı için, yaptığım gerçekten demokratik bir şeydi! (Kurbağalar, 949-51)
Euripides’in tragedyalarında, karakterlerin trajik sonları çoğu zaman kendi zaaflarından, bastıramadıkları tutkularından kaynaklanır. Şansın rastlantısallığı, dünyanın kaotik yapısı ve insanın mantıksız kararları, tanrıların sessizliğiyle birleştiğinde, ortaya bir çözüm değil, yalnızca yıkım çıkar. Bu yapıyı en çarpıcı biçimiyle Troyalı Kadınlar’da görürüz. Her şey, aşkının peşinden giden Helene’nin, sevgilisi Paris ile kaçmasıyla başlar. Ancak bu yalnızca bireysel bir tutkunun değil, aynı zamanda siyasal hırsların ve ulusal gururun patlak verdiği bir savaşa dönüşür. Yunan komutanlarının kibri, zafer adına sergilenen insanlık dışı eylemlerle birleşir.
Ve tanrılar… Sadece ilk sahnede görünürler. Sonrasında olup biteni uzaktan ve kayıtsızca izler gibidirler. Tam da Euripides’in göstermek istediği budur: Tanrıların yokluğu, ilahi adaletin suskunluğu sahneye yansır. Geriye yalnızca acı çeken kadınların sesi kalır; duyulan tek yankı, onların haykırışlarıdır.
Troya Savaşı’nın Yankısı: Efsaneden Tiyatroya

Euripides bu oyunuyla, Yunanların savaşta boyun eğdirdikleri erkeklere, kadınlara ve çocuklara karşı korkunç davranışlarının etkileyici ve gerçekçi bir tasvirini ortaya koyar. Uzun bir oyun değildir; neredeyse hiç değişmeyen bir olay örgüsü olup kurgu, aksiyon veya çeşitlilik oldukça azdır. Troyalı Kadınlar tragedya için belirlenen kurallara uymaz, yani belirli bir kurguya bağlı olarak başı, ortası ve sonu yoktur. Aktörler sahneye acılarını anlatmak, ağlamak ve beddua etmek için çıkarlar (Euripides; xii). Aristoteles, Poetika‘sında trajedi kahramanının özelliklerine vurgu yaparken kahramanın soylu olmasının yanı sıra “iyi” olması gerektiğini söyler, fakat “bir kadın da iyi olabilir, hatta bir köle de; ama kadın aşağı bir varlıktır ve köle de son derece değersiz.” Troyalı Kadınlar’da ise Aristoteles’in önerdiği karakter tanımının aksine Yunanların habercisi (Talthybios) ve kısa bir sahnede rol olan Menelaos dışında ana karakterlerin tamamı kadındır (Aygan; 852).
Her ne kadar Euripides hayatı boyunca aktif siyasetin içinde yer almamış olsa da, oyunlarından düşüncelerini açıkça görmek mümkündür. MÖ 431–404 yılları arasında süren Peloponnesos Savaşı sırasında yazılan ve savaşın sonrasında sahnelenen Troyalı Kadınlar, özellikle savaşın yıkıcı sonuçlarını sorgulayan güçlü bir ses olarak öne çıkar. Oyun, Atina ordusunun Melos adasında erkekleri katledip kadınları ve çocukları köleleştirmesinden kısa bir süre sonra sahnelenmiştir. Bu bağlamda Troyalı Kadınlar, yalnızca Troya’nın düşüşünü anlatmaz; aynı zamanda savaşın insanlık dışı yönünü, sıradan halkın üzerindeki yıkıcı etkisini ve geride kalanların çaresizliğini gözler önüne seren savaş karşıtı bir tragedya eleştirisi olarak okunur.
Atinalılar, Peloponnesos Savaşı sırasında Spartalıların müttefiki olan Melos adasını kendi yanlarında savaşmaya zorlamıştır. Ancak Meloslular tarafsız kalmak isteyince, Atinalılar savaşmaya pek hevesli olmayan diğer müttefiklerine gözdağı vermek amacıyla adayı acımasızca yok ederler. Tüm erkekleri kılıçtan geçirirler, kadınları ve çocukları köle olarak satarlar, adanın topraklarını ise Atinalı yerleşimcilere dağıtırlar (Euripides, x). Euripides’in Troyalı Kadınlar oyununu yazarken bu olaydan ne ölçüde etkilendiğini kesin olarak bilemesek de izleyicilerin sahnede anlatılan efsanevi Troya’nın yıkımını, çok yakın bir tarihte yaşanan Melos trajedisiyle ilişkilendirmiş olması muhtemeldir.
Troyalı Kadınlar: Savaşın Acısını Taşıyanlar

Troyalı Kadınlar; on yıl süren ve Troyalıların yenilgisiyle sona eren savaşın hemen sonrasında geçer. Yunanlar kente geri dönmeden önce sağ kalan Troyalı kadınları kurayla kendilerine cariye ya da köle olarak seçmektedir. Erkeklerin çoğu öldürülmüş, şehir yerle bir edilmiştir; bu da kadınları koruyucusuz, mevkisiz ve belirsiz bir geleceğe mahkûm bırakır. Oyun, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında gidip gelen yapısıyla, savaşın hem fiziksel hem de toplumsal yıkımını gözler önüne serer. Şehrin düşmesiyle birlikte, insanların toplumdaki eski yerleri de bir bir yok olur. Kadın karakterler ağıtlar aracılığıyla yalnızca bugünün acılarını dile getirmekle kalmaz, aynı zamanda geçmişe dönerek eski hayatlarını hatırlar ve yeniden yaşarlar. Oyunun büyük bir kısmı artık Yunan ordusunun esiri olan dört önemli kadın karakter etrafında şekillenir: Hekabe, Kassandra, Andromakhe ve Helene. Her biri farklı bir kaderi beklemektedir; ancak hepsi, yıkılmış bir uygarlıktan geriye kalan parçalar olarak aynı trajedinin içinde savrulurlar.
Yunan tiyatrosunda, tragedya ve komedyalarda koronun sahneye çıkışından önce, genellikle iki karakter arasında geçen bir diyalog yer alır. Bu bölüme prologos denir. Troyalı Kadınlar oyununda da bu kısımda tanrıların sahneye çıkışına tanık oluruz. Oyun, tanrı Poseidon’un şehre veda etmek için görünmesiyle başlar. Poseidon, Troya’nın düşüşü karşısındaki üzüntüsünü dile getiren bir monolog sunar. Bu sırada sahneye, Troya üzerindeki tanrılar arasındaki çatışmada galip gelen Athena gelir. Yunanlara zafer kazandırmış olmasına rağmen, onların kendisini gücendirdiğini söyler ve şimdi onları cezalandırmak istemektedir. Bu amacı doğrultusunda Poseidon’dan yardım ister. Poseidon da bu talebi kabul eder. Ancak oyun boyunca Yunanların başına gelen felaketlere doğrudan tanıklık etmeyiz. Yine de oyuncular olarak, onların evlerine dönerken çeşitli dertlerle boğuşacaklarını biliriz. Tanrılar yalnızca bu sahnede görünür; ilk ve son kez. Ancak Deus ex machina’yı, eserin trajik etkisini hafifletmeden, Yunanların alacağı cezayı oyunun başında ilan edebilecek şekilde kullanır. (Dinçel, 30).
Prologos, yıkıntılar ve alevler içindeki Troya’da, bir zamanlar görkemli bir kraliçe olan Hekabe’nin sahneye çıkmasıyla devam eder. Hekabe, şehrinin yıkımına ve Troyalı kadınların başına gelenlere içten bir acıyla seslenir. Hayatı altüst olmuş bu kadın, artık sadece bir kraliçe değil; savaşın, kaybın ve acının bir simgesidir. Üstelik oyun boyunca sahnede olan tek karakterdir. Euripides, Hekabe’yi sadece tragedyanın değil, aynı zamanda savaşın kadınlar üzerindeki etkisinin ve her şeye rağmen ayakta kalma gücünün bir sembolü hâline getirir. Oyuna giren her karakterle birlikte Hekabe’nin farklı bir yüzünü görürüz: Koro için bir kraliçe, Kassandra için bir anne, Andromakhe için bir kayınvalide, Helene içinse bir düşmandır. Düşman tarafında yer alan Talthybios ve Menelaos bile, savaşı kazanmalarına rağmen Hekabe’nin duruşuna saygı duymaktan geri kalmaz. Onu hâlâ güçlü ve saygın bir figür olarak görmeye devam ederler.

Hekabe’nin yaşadığı acıyı paylaşan, aynı zamanda esaretin ve ortak kaderin birer parçası olan diğer kadınların oluşturduğu koro, sahneye girerek ağıtlarıyla birlikte Parodos bölümüne geçilir. Kassandra ve Andromakhe gibi önemli figürlerle benzer kayıplar yaşayan bu kadınlar, yalnızca geçmişteki konumlarıyla değil, şimdi düştükleri durumla da ortak bir yazgıyı temsil ederler. Koro, iki gruba ayrılarak Hekabe’nin söylediklerine kendi endişeleriyle karşılık verir; savaşın dehşetini bir kez daha gözler önüne serer. Aynı zamanda hikâyeyi ileri taşıyan, yaşananları hatırlatan ve duyguları derinleştiren bir anlatıcı rolünü üstlenirler.
II. Yarım Koro:
“Ah, ah! Kara bahtının ağıdını ne acıklı sözlerle yakıyorsun! Bundan böyle İda’nın ağaçlarından yapılmış dokuma tezgâhımın tarağını çekip itemeyeceğim. Çocuklarımın bedenlerini son kez görüyorum. Büyük acılar bekliyor beni.” (Troyalı Kadınlar, 197-203)”
Olaylar ilerledikçe, karakterlerin diyalogları tragedyalarda geleneksel olarak üç kez tekrarlanan Epeisodion adlı bölümleri oluşturur. Koronun ağıdını tamamlamasının hemen ardından, Yunanların habercisi Talthybios ile Hekabe arasında geçen konuşmalara tanık oluruz. Düşman tarafta yer almasına rağmen Talthybios, bu kadınları yalnızca birer savaş ganimeti olarak değil, insan olarak görür. Birbirlerini eski zamanlardan tanıyan bu iki karakterin diyaloğu, yaşanan felaketin büyüklüğünü hem kendilerine hem de izleyiciye bir kez daha hatırlatır. Troya artık yerle bir olmuştur ama geçmişin görkemi hâlâ saygıyla anılır. Bu sahne, savaşın yıkıcılığı kadar, insanlığın ortak hafızasında kalan onuru da ön plana çıkarır.
Talthybios:
“Hekabe, adım Talthybios. Daha önce Akha ordusunun habercisi olarak sık sık Troya’ya gidip geldiğimi bilirsin. Yıllardır tanışırız seninle hanımım. Şimdi de yeni haberler getirdim sana.” (Troyalı Kadınlar, 235)”
Her Epeisodion’da sahneye yeni bir karakter girer. Bu bölümlerden birinde, Kassandra kehanetlerde bulunarak, evlilik tanrısı Hymenaios’a şarkılar söyleyip dans ederek sahneye çıkar. Yunanlar tarafından Agamemnon’un cariyesi olarak seçilmiştir. Ancak Kassandra, bu eşleşmeden dolayı üzgün değildir; çünkü Agamemnon’un çok geçmeden karısı Klytaimnestra tarafından öldürüleceğini görebilmektedir. Bu nedenle bu birlikteliği, ailesinin intikamının alınacağı bir sonun başlangıcı olarak görür. Kassandra, bu hikâyede çoğu zaman olumsuz bir figür olarak anılır çünkü laneti, kehanetlerinin doğru olmasına rağmen kimsenin ona inanmamasıdır. İnsanlar onu deli olarak görür. Bu durum, annesi Hekabe için son derece yıkıcıdır; acılar içindeki Hekabe, kızının aklını kaybettiğini düşünerek onun hâline tanık olmak zorundadır. Fakat biz okuyucular Kassandra’nın “çılgınlığı”nın aslında trajik bir bilgelik olduğunu biliriz. Onun “Bacchus coşkusuna kapılmış” hâli, bir deli gibi görünse de aslında geleceğe dair net bir öngörünün, anlaşılmayan bir gerçeğin ifadesidir.
İkinci Epeisodion’da sahneye bu kez acılı Andromakhe, Hekabe ve koronun yanına katılır. Andromakhe, Hekabe’ye kızının, yani Polyksena’nın, Akhilleus’un mezarında kurban edildiği haberini getirir. Bu olay sadece kişisel bir trajedi değil, aynı zamanda Troya’nın kaderiyle iç içe geçmiş simgesel bir anlam taşır. Polyksena ile Troya arasında güçlü bir bağ kurabiliriz. Yunanlar savaşı kaybetmeye yaklaşmışken, Akhilleus yeniden cepheye döner ve dostu Patroklos’un intikamını almak için savaşır. Bu dönüş, Troya’nın sonunu hazırlar. Şimdi ise, onun mezarında kurban edilen masum Polyksena, Troya’nın Yunanlara yenilişinin bir başka sembolü hâline gelir, sanki hem kentin hem de genç kızın kaderi aynı acı sonla biter.

Andromakhe’nin kaderi de diğer Troyalı kadınlardan farklı değildir: Akhilleus’un oğlu Neoptolemus’un cariyesi olacaktır. Üstelik ona, oğlu Astyanaks’ın ölüme mahkûm edildiği haberi de verilir. Yunanlar, büyüdüğünde babası Hector’un intikamını alacağından korktukları için küçük çocuğun Troya surlarından atılarak öldürülmesine karar verirler. Bu karar sadece bir çocuğun değil, Troya’nın geleceğinin de yok edilmesi anlamına gelir. Astyanaks, kenti yeniden inşa edebilecek son erkek olarak görülür. Onun ölümüyle birlikte, Troya’nın devam etme umudu tamamen ortadan kalkar. Geriye kalan kadınlar ise Yunanlara esir olarak verilecektir. Artık hiçbiri aynı yerde yaşamayacak, bir araya gelip ortak geçmişlerini paylaşamayacaklardır. Toplulukları paramparça olur; anılar sessizliğe, şehir ise boşluğa gömülür. Troya yerle bir olur, tanrılar bir daha asla sahneye gelmez. Sahne artık bomboştur. İkinci Epeisodion’un başında Andromakhe ve küçük Astyanaks’ın sahneye birlikte girişi ise oyunun en dokunaklı anlarından biridir:
Koro: Hekabe, bir düşman arabasıyla gelen Andromakhe’yi görüyor musun? Koynunda Hektor’un oğlu sevgili Astyanaks kıvrılmış yatıyor. (Troyalı Kadınlar, 568-71)
Daha sonra sahnede Menelaos belirir. Ona, uğruna yıllar süren savaşı başlattığı ancak sonunda ne affedebildiği ne de cezalandırabildiği Helene eşlik eder. Bu sahnede Hekabe de vardır; Ithaka kralı Odysseus’un kölesi olacağını öğrenen, acılar içinde bir kadındır. Helene ise kendinden son derece emin, hatta gururlu bir tavır içindedir. İlginçtir ki, tam da bu anda Hekabe, Menelaos’u Helene’yi dinlemesi için ikna eder:
Hekabe: Dinle onu Menelaos, bu hakkını kullanmadan ölmesine izin verme,” (Troyalı Kadınlar, 906)
Bu sözlerle, Hekabe aslında Helene’ye kendini savunma şansı tanır; böylece iki kadın arasında gerçekleşecek yüzleşmenin zeminini de hazırlar.
Helene, Menelaos’un önünde kendini savunmaya başlar, ancak bu savunma büyük ölçüde suçu başkalarına atma çabasından ibarettir. Paris’i öldürmeyi reddettikleri için Priamos ve Hekabe’yi, onu Paris’e vaat ettiği için tanrıça Aphrodite’yi, Yunanlara geri dönmesini engelledikleri için de Troyalı askerleri suçlar. Böylece sorumluluğu üzerine almak yerine, onu bu noktaya getiren herkesin payı olduğunu öne sürer:
Helene: İlk olarak başımıza gelen felaketler bu kadının Paris’i doğurmasıyla başladı. Ardından düşünde yıkıma yol açacağını gördüğü Paris’i bebekken öldürmeyerek hem Troya’yı hem de beni mahveden yaşlı Priamos oldu… Paris üç tanrıçanın boy ölçüştüğü bir yarışmada hakem oldu. Pallas kazanırsa onu Phrygialılarin başına getirerek Hellas’ı fethetmesini sağlayacağına söz verdi… (Troyalı Kadınlar, 919-26)

Ancak Hekabe, Helene’den intikam almak için büyük bir arzu duyar. Helene’in yaptığı her şeyden kendisinin sorumlu olduğunu dile getirir ve Menelaos’a, Helene’i öldürmesi için yalvarır. Aralarındaki düşmanlığa rağmen, Menelaos ve Hekabe bir noktada birleşirler: o da Helene’dir. Euripides, bu sahnede Troya Savaşı’nın kanlı ve yürek parçalayıcı sonuçlarını derinlemesine tasvir eder. Aynı şekilde Antik Yunan destanlarında, lirik şiirlerinde ve sanatında bu savaşın etkileri geniş bir şekilde işlenmiştir. Euripides, Troya Savaşı’ndan sonrasını anlatan pek çok tragedyasında benzer temaları işlerken, Troyalı Kadınlar’dan önce yazdığı Andromakhe’de ve Hekabe’de de savaşın yıkıcı etkilerini dramatize etmiştir. Bu yüzden Troya Savaşı ve sonuçları, Euripides’in seyircileri tarafından zaten çok iyi bilinen bir konu olması mümkündür. Fakat Helene ve Hekabe arasındaki tartışma Euripides’e özgü bir şekilde işlenmiş ve ona ait karakteristik bir dramaya dönüşmüştür. Bu yüzleşme, yalnızca bir karakterin geçmişiyle yüzleşmesinin ötesinde, dramatik bir tema ve insanlık durumunun derinliklerine inen bir durumu da simgelemektedir.
Sonunda, Hekabe sadece Odysseus’un kölesi olarak seçilmekle kalmaz, aynı zamanda Troya surlarından fırlatılan torunu Astyanaks’ın katledilmesine de tanıklık etmek zorunda kalır. Küçük çocuğun ölümü, Hekabe’nin taşıdığı acıyı daha da derinleştirir. Kraliçe, tanrılardan yardım istemenin bile bir anlamı olmadığını fark eder çünkü tüm duaları boşa çıkar; tanrılar onun çığlıklarını cevapsız bırakır. Kadınlar artık gemilere binmek üzere yola çıkarlar. Bir daha asla dönmeyecekleri toprakların acısıyla, Troya’nın yıkıntılarına ve kaybettikleri her şeye ağıtlar yakarak uzaklaşırlar. Kaderin, onları bu acı sona sürükleyişi rüzgârla birlikte savrulur ve geriye yalnızca yıkılmış bir şehir ve kırık bir halk kalır.
Hekabe: …Ah Troya, barbar kentlerinin en görkemlisiydin, şimdi şanlı adın unutulup yitecek. Seni ateşe, beni de ellere köle veriyorlar. Sesimi neden duymuyorsunuz tanrılar, çığlıklarım neden ulaşmıyor size? Kendimi alevlere atacağım. Kentimle birlikte yanıp ölmek benim için en iyisi olacak. (Troyalı Kadınlar, 1277-84)
Kaynakça
Euripides. Troyalı Kadınlar. Çev. Ari Çokona. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2022.
Aygan, Tuğba. “Troyalı Kadınlar ve Lysistrata’da Savaşın Kadınları”. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Eylül 2017 21(3): 847-859. Web.
Chris Mackie. “Guide to the Classics: Euripides’ The Trojan Women – an Unflinching Look at the Brutality of War.” The Conversation, Web.
Kitto, H.D.F, and Oliver Taplin. “Euripides.” Encyclopædia Britannica, Web.
“Euripides, Trojan Women.” A Brief History of Cassandra. Web.
Battezzato, Luigi. “The Language of Euripides.” Brill’s Companion to Euripides: Vol I. ed. Andreas Markantonatos. 545-546. Leiden; Boston: Brill, 2020. Web.
Brillet-Dubois, Pascale. Challenging War Ideology in Euripides’ Trojan Women. Web.
Dinçel, Burç İdem. “The Voyage of The Trojan Women: From Euripides to Sartre and From Sartre to Theatre Research Laboratory”. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. Web.
Kapak Görseli: apollosart.org