Filmin yönetmen koltuğunda Play, The Square, Turist ve Downhill filmlerinden tanıdığımız Ruben Östlund oturuyor. Filmin senaryosu da yönetmenin kendisine ait. Yönetmen bu kez Türkçede Hüzün Üçgeni olarak telaffuz ettiğimiz Triangle of Sadness filmiyle seyircisine sesleniyor. Film ilk olarak Cannes Film Festivali‘nde Altın Palmiye‘yi kazandı ve yıl içerisinde pek çok adaylıkla taçlandı. Son olarak 95. Oscar Ödülleri için En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Orijinal Senaryo kategorilerinde yarışacak. Filmin çekim süresinin pandemi nedeniyle 1,5 yıl sürdüğünü de ekleyelim. Ruben Östlund’un Hüzün Üçgeni filminin, ünlü yönetmen Luis Buñuel‘in Burjuvazinin Gizli Çekiciliği filmine bir saygı duruşu niteliğinde olduğunu da belirtelim.
Filmin oyuncularından Charlbi Dean‘in, geçtiğimiz yaz yaşanan trajik ölümünü de üzücü bir detay olarak söyleyebiliriz. Filmin kalabalık kadrosu arasında öne çıkan bazı oyuncularsa şöyle: Harris Dickinson, Dolly de Leon, Woody Harrelson, Zlatko Burić, Sunnyi Melles.
İnsan davranışlarının öne çıktığı anlatıda, baştan sona bir hicvetme durumu söz konusu diyebiliriz. Üst orta sınıf, üst sınıf ve fakir kesimden insanları tek bir gemide toplayan filmde, dünya gerçekleri absürt bir dille anlatılıyor. İlk başta gördüğümüz manken çiftin hikayesi gibi görünen film ilerledikçe, asıl başrolün anlatılmak istenenler olduğunu fark ediyoruz. Filmdeki kişilerin yaşadıkları, deneyimleri, nasıl insanlar oldukları önemini yitiriyor.
Burjuvaziyle alay edilme fikri alt metin olarak kullanılmamış. Yönetmen bunu alenen yapıyor. Filmin anlatımı, hikayesi ve kullandığı materyaller kimi izleyiciyi memnun etmezken, kimisi için de hazine bulmuşluk hissi yaratıyor. Filmi çok başarılı bulup övgülere boğan da, filmden hoşlanmayıp kazandığı ödülleri sorgulayan da bu nedenle fazla sayıda denebilir.
Filmin başlangıç sahneleri moda dünyasına adım attırıyor. Filmin başrollerinden olan iki mankenin ilişkisine tanıklık ediyoruz. Sonrasında bu iki sevgili lüks bir gemi seyahatine çıkıyorlar. Filmin ikinci yarısı gemide yaşananlara odaklanarak geçiyor. İnsanların arasındaki güç dengesinin tamamen para üzerinden döndüğünü özellikle hissetmemiz isteniyor.
Zengin kesimin tatil için bindiği lüks gemi batıp, gemiden sağ kurtulup ıssız adaya düşen bir grup insanın yaşadığı iktidar değişimi trajikomik bir hikayeye evriliyor. Paranın her şeyi satın alabildiği bir dünyada yaşarken, yaşanan beklenmedik bir kaza sonucu paranın işe yaramadığı bir dünyaya adım atılınca güç dengelerinin nasıl da değiştiğini izliyoruz.
Mankenler, milyarder iş insanları, silah tüccarları gibi insanlara hizmet eden konumundaki gemi mürettebatının davranışsal ayrılığı ve her sektörde olduğu gibi zenginin fakiri hor gören tavrına bir de zenginlerin gereksiz ve yakışıksız isteklerde bulunmaları, izleyiciyi de rahatsız eden görüntülerden sayılabilir. Filmde geminin batma sahnelerinde yaşanan kaos, İzleyiciyi tıpkı yolcuların kusmaya başladığı sahnelerde olduğu gibi mide bulandırıcılık hissiyle dolduruyor. Kusma sahnelerinin hem gerçek hem metaforik anlam uyandırmasıysa göz ardı edilemeyen detaylardan biri diyebiliriz.
Gemi kaptanı ve Rus Milyarder Dimitri arasında geçen ünlü kişiliklerden alıntı yapılarak karşılıklı taşlamaya dönüşen kısım oldukça etkileyiciydi. Bu kısımları izlerken, senaryonun doyuruculuğu filmi durdurup notlar almak gibi bir istek uyandırıyor.
Acemi korsanların attığı bombayla batan gemiden kurtulanlarla filmin üçüncü kısmına geçiliyor. Bu bombanın imalatının, gemide yer alan misafirlerden bir çifte ait olduğunu öğrenmemiz ve sonrasında çiftin bu bomba nedeniyle ölmesi de ironik sayılan detaylardan diyebiliriz.
Issız olarak nitelendirilebilecek bir adaya düşen bir grup insanın yaşam mücadelesini izliyoruz. Buraya gemi mürettebatından ve yolculardan bir kısmı sağlıklı şekilde varıyorlar; ancak daha bir gün önce emir alan kişi artık emir veren konumuna geçiyor. Güç, el değiştiriyor; çünkü ıssız bir adadayken önemli olan tek şey hayatta kalmak oluyor. Oradakilerin ne kadar paralı olduğu ya da ne kadar güçlü olduğu değil, yetenekleri önem kazanıyor. Balık tutabilen tek kişi olan Abigail gücü de liderliği de ele geçiriyor. Gemideyken en alt konumda olan tuvalet temizleyicisinin adada en üste yerleşip, neredeyse diktatörlük sıfatıyla taçlanacak tavrıysa, hayatının büyük bir kısmında aşağılanmış insanların bir gün gücü ele geçirdiklerinde, güç zehirlenmesine uğrayarak değişim geçirmeleri durumuna işaret ediyor. Adada her şey ondan sorulduğu gibi kalan yiyecekler de onun kontrolüne geçiyor. Korunaklı ve kapalı yerde o yatıyor. Son olarak manken çiftten yakışıklı Carl‘ı seks kölesi yapıyor. Sevgilisi Yaya‘nın gözü önünde, Carl’la Abigail arasında yemek karşılığında bir alış veriş durumu yaşanıyor.
Orantısız güç, eşitsizlik, sınıf çatışması, sınıf ayrımı, bencillik, sevgisizlik, güç çatışması… Bu filmde ayrımcılığa dair pek çok politik fikir bulmak mümkün, ama bu konuları alay eder tavrıyla hareket ettirdiği için, yönetmen Östlund tepkiden çok övgü kazanan taraf oluyor. Kazandığı ödüller de filmi hem politik hem de apolitik görenlerin fikirlerinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Öyle ki; kimisi izlediklerinden rahatsız olurken, kimisi için önem arz etmiyor olabilir; çünkü kimine göre filmde yaşananlar olasılık dahilindeyken, kimisi için de imkansız bir durum olarak nitelendiriliyor olabilir.
Filmin son kısmında en alttaki sınıf en üstte konumlanıyor. Bu da zaten filmin gücünü aldığı hiciv ve kara komedi fikrini daha da güçlendiriyor. Yine de filmin talihsiz finali, tüm o zeka fışkıran senaryo içinde düşüşe geçen kısım diyebiliriz. Filmin geneline yayılan sıradanlık gözden kaçmıyor. Basitçe işlenmiş ve kuvvetli denklemlerden oluşmayan alt üst sınıf çatışmasının, izleyiciye kazandırdığı bilgi akışının fazla olmadığını ve yeni bir bilgiyle kuşatmadığını da söylemek gerekiyor.
Triangle of Sadness, her şeye rağmen sınıf çatışması hikayesi dendiğinde ilk akla gelecek filmlerden biri olmayı başarıyor.






