Stephen Fry ve Lena Dunham‘ın baba kızı canlandırdığı Treasure (Hazine) filminde, ailesinin geçmişine yönelik arayışa çıkmış bir kızı ve o geçmişi bulmaktan korkan bir babanın hikayesine tanıklık ediyoruz.
Gerçek bir hikâyeden esinlenilen filmde, Lena Dunham (Ruth Rothwax) Amerikalı, kısa bir süre önce boşanmış ve kendi içsel sorunlarından kaçmaya çalışırken anne ve babasının doğduğu topraklara gidip ailesinin geçmişini görmek isteyen bir gazeteciyi canlandırıyor. Stephen Fry (Edek Rosthwax) ise Polonya’dan, Holokost‘tan ve etkilerinden olabildiğince uzak kalmaya çalışırken hem geçmişinden hem de geçmişin ona hatırlatacaklarından korkan ama kızını yalnız bırakmak istemeyen bir karakterde hayat buluyor. Baba kızın Polonya’ya olan gezisi bizlere baba kız arasındaki ilişkiyi, birbirlerinden olan farklılıklarını ve Edek’in üzücü geçmişini gösteriyor.

Ruth ve Edek’in Polonya gezileri için havaalanında buluşmasıyla başlayan film tüm gezi boyunca onları rotalarında gezdirecek ve iyi bir yol arkadaşı olacak taksi şoförü Stefan ile tanışmalarıyla devam ediyor. Ruth, gezilerine başlamadan önce anne ve babasının çocukluklarının geçtiği her köşeyi gezmek için bir plan oluşturmuştur zaten, fakat Edek ve Stefan’ın sıkı dostluğu ve Edek’in geçmişine olan korkusu onları başlarda rotanın dışına sürüklemiştir.
Ruth’un tek amacı ailesinin yaşadığı yerleri ve yaşadıklarını görebilmek iken işler bir anda hiç tahmin etmediği gibi ilerler. Edek’in toplama kampına gönderilmeden hemen önce ailesiyle birlikte yaşadığı evi ziyarete giden Ruth ve Edek, evi işgal etmiş olan aileden sadece evi görmek istediklerini söyleyip içeri girerler fakat tam bu noktada Edek’in hatıralarında canlananlar aslında gezilerinin planında hiç olmayan bir halde şekillenmesine sebep olur.

Edek ve Ruth’un gezilerinin başka bir durağı olan toplama kampına gelince, tüm film boyunca Edek’in korkusunun ve geziyi saptırmasının sebeplerini öğreniyoruz. Edek’in alanı hala daha her karışına kadar ezbere bilmesi ve yanlarında bir tur rehberi olmasına rağmen yaşananları Ruth’a daha detaylı anlatması, zamanında orada yaşadıklarını izleyiciye geçirmesine ve hissettiği tüm duyguları tamamen yansıtmasını sağlamıştır. Tur rehberinin toplama kampını “müze” olarak nitelendirmesi ve Edek’in neden bir müze olamayacağını açıklaması ise bir müze değil milyonlarca insanın öldüğü bir kamp olduğu vurgusuna dikkat çekiyor.
Ruth Rothwax

Lena Dunham, Ruth Rorthwax karakteri ile bizlere yeni boşanmış ve bulimia ile boğuşan genç bir kadının içsel dramını gösteriyor. Filmin bazı kısımlarında Ruth’un kendine koyduğu sınırlar içerisinde hem aşktan ne kadar korktuğunu hem de yemek yemekle olan sıkıntılarını görüyoruz. Babasının sürekli eski kocası ile hala daha görüştüğünü söylemesi ve Ruth’a tekrar aşık olması hakkındaki baskılarının onu ne kadar yaraladığı fark edebiliyoruz.
Ruth’un naif ve sevimli karakteri ona Polonya’da yardımcı olacak çok tatlı arkadaşlıklar kazanmasına vesile oluyor. İnsanlarla babasına kıyasla çok daha rahat iletişim kuruyor ve sohbet edebiliyor. Genel olarak çok rahat ve sakin bir karakter olarak izlediğimiz Ruth’u babasının yanında daha gergin ve korkak bir halde buluyoruz. İkilinin birbirine olan zıtlıkları ve özellikle Ruth’un annesini kaybettikten sonraki hayata bakış açıları ikilinin ne kadar farklı ama bir o kadar da kişiler olduğunu gösteriyor.
Edek Rothwax

Edek’in rahat kişiliği kendini tüm film boyunca gösteriyor. Ruth’a annesiyle yaşadıkları evi gösterirken içinde bulunan yalnızlıktan ya da holokost zamanında yaşadıkları acı ve kötü anlardan bahsederken bile duyguyu geçirmeyi o kadar güzel başarıyor ki ardından hemen takındığı rahat tavırlarıyla izleyici kaldığı yerden büyülemeye devam ediyor. Eşinin ölümünden öncesini bilmesek dahi sonrasında daha farklı bir Edek ile karşılaştığımızı anlayabiliyoruz.
Polonya onun için unutmak istediği bir yer olmasına rağmen kızını yalnız bırakmamak için ona eşlik ediyor. Yaşadığı korku ve üzüntüyü Ruth’un planladığı her yeri bozmaya çalışmasıyla ilk andan itibaren hissediyoruz. Edek’in rahat tavırları ve çapkınlığı Ruth ile aralarının açılmasına sebep olsa da Edek’in eşinden ona hatıra olan kızına duyduğu sevgiyi hissetmemek mümkün değil.
Gerçek bir hikâyeden esinlenerek yapılmış film boyunca Ruth’un aşk hayatına, yeme bozukluğuyla olan mücadelesine, Edek’in korkularına, kaybettiği eşine olan tutkusuna ve kızına olan bağlılığına şahit oluyoruz. Çekişmeli ama bir o kadarda keyifli geçen gezilerinde çeşitli duyguları aynı anda yaşayarak, Edek’in de dediği gibi ”kız baba yolcuğuna” biz de onlarla beraber çıkıyoruz. Filmi izlerken ara ara farklı duygulara dalış yapıyoruz. Bir Film‘in 11! Film Festivali‘nde izleme fırsatı edindiğim filmin sonunda, sinema salonundan ayrılırken herkesin dilinde festivalin ve filmin ne kadar güzel olduğu ile ilgili sözcükleri duymak mümkündü. Tüm salona aynı anda aynı duyguları yaşatmayı başaran filmde aynı yerlerde kahkahalar ve üzüntü nidaları duyuldu. Aralarda hüzünlenmemize sebep olsa da filmin sonunda hepimizin gülümseyerek ayrıldığı bir film oldu.
Merak edenleri için filmin fragmanı;
Kaynakça
Leslie Felperin, Treasure Review: Lena Dunham And Stephen Fry Play Daughter and Father in a Misfire of a Holocaustmedy. 17.02.2024. Web. Erişim Tarihi: 05.02.2025
Gleen Kenny, Treasure. 14.06.2024. Web. Erişim Tarihi: 05.02.2024
Peter Bradshaw, Treasure Review-Lena Dunhan and Stephen Fry uneasy in well-intentioned Holocaust drama. 12.06.2024. Web. Erişim Tarihi:05.02.2025
Kapak Görseli: letterboxd.com