“İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar…’’
Yine çağının çok ötesinde bir Victor Hugo eseri daha… Bu yazıda, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi‘nden Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nün özetinden ziyade, kitaptan bazı alıntılarla birlikte dönemin adalet anlayışına ve toplumsal yapısına göz atacağız. Bunu yaparken de edebiyatın gücüyle birlikte toplumun ötekisine konuşma hakkı verildiğini ve Hugo’nun bu satırları belki bir gün biri duyar da tüm düzen değişir umuduyla yazdığını göreceğiz. Kitabı okurken bir an için durup “Ne yani ben şimdi bir suçluya sempati mi duyuyorum ?” diye düşünüyorsunuz fakat hayır, bu sempati değil yazının gücüyle okuyucuya hissettirilen bir empati duygusudur. Eserin yazıldığı dönemde Fransız halkı empati kurmaktan yoksun , Greve Meydanı’nda ibret olsun diye gerçekleştirilen giyotin ile ölüm seremonilerini iştahla izleyen ve acıma duygusunu tamamen yitirmiş , erdemlerinden yozlaşmış bir halktı.
“Ve yine de sefil yasalar ve sefil insanlar , ben kötü biri değildim !”
Hugo, sefil kelimesini ilk kez bu romanda kullanmış ve idam mahkumunun hislerini birinci tekil kişi ağzından aktararak okuyucuya bu acılı duyguları son ana kadar gerçekçi bir şekilde hissettirmiştir. Eser birçok eleştirmen tarafından hümanist olarak değerlendirilmiştir çünkü Hugo tek bir zümreden ya da yalnızca yüksek tabakadaki insanlardan değil, halkın ötekisinin de duyguları ve geride bıraktığı bir ailesi olduğundan bahsetmiştir.
Bicetre Hastanesi ya da son haliyle Bicetre Hapishanesi..
Hikayenin geçtiği Bicetre Hapishanesi’nin koşulları ve oradaki mahkumlara yapılan muameleler tamamen insanlık dışıdır. Eserin geçtiği yeri ana hatlarıyla birlikte düşününce Victor Hugo’nun Bicetre Hapishanesi’ni seçmesi tesadüf gibi gözükmüyor çünkü burası eskiden Bicetre Hastanesi olarak kayıtlara geçiyor. Buraya gelen mahkumlar gördükleri insan dışı muameleyle birlikte zamanla akli dengelerini, beden ve zihin kontrollerini kaybediyorlar. Gardiyanların suçluları bir insandan ziyade eşya gibi görmeleri ve onlar için oluşturdukları yeni, ayrımcı söylemleri mahkumların kendi bireyselliklerini kaybetmelerine ve yaşamla tüm bağlarını koparmalarına neden oluyor.
Kitaptan Alıntılar:
“Bu iki sıra askerin ortasından her tümsekte sarsılan insan yüklü beş araba ağır ağır ilerliyordu. Kürek mahkumları yola çıkıyordu.’’ (syf 25)
“Zindancılar, gardiyancılar, anahtarcılar benim yanımda, benim hakkımda sanki bir eşyaymışım gibi konuşup gülüşüyorlar. ’’ (syf 9)
“Küçük bir çocukken buraya, Bicetre’ ye büyük kuyuyu ve delileri görmek için geldiğimi düşünüyorum da! “ (syf 32)
Bu noktada şunları söyleyebiliriz ki; hastaneler, okullar , hapishaneler ya da tımarhaneler devlet tarafından oluşturulmuş kontrol mekanizmalarıdır. Buralarda insanlara tek tip giysiler giydirilir, tek tip ilaç ve tedaviler uygulanır ya da yalnızca devlet tarafından uygun görülen bilgiler aktarılır. İsimlerinden ve kendi kimliklerinden önce sayılar vardır onları belirleyen ya da bir gruba dahil edip düzenleyen. Ahmet ya da Mehmet yoktur. Hasta ya da suçlu vardır. Akıl hastanelerinde ya da hapishanelerde insanlar hasta ya da suçlu etiketleriyle birlikte toplumdan izole bir şekilde yaşarlar. Bu etiketlerin nedeni hasta ve sağlıklı olmak üzere tıbbın yaratmış olduğu ayrımcı söylemlerdir ya da bir mahkumu suçlu olarak nitelendiren ve toplum tarafından çürük yumurta olarak görülmesine sebep olan hukuk sistemi. Eskiden akli dengesi yerinde olmayan insanlar toplumla bir arada yaşarlarmış fakat medeniyet geliştikçe ve akıl hastaneleri gibi sistematik yerler oluşturuldukça deliler buraya kapatılmış, toplumdan uzak bir şekilde yaşamıştır. Belki de Victor Hugo’nun amacı bir mahkumu aklamaktan ziyade , öteki’ nin suçlu ya da deli gibi sınırlayıcı etiketlendirmelerle toplumdan izole edilmesi ve haksız yere hayattan koparılmasını eleştirmektir.
Örneğin hastanelerde insanlar sadece bir hastadan ibarettir. Yani sadece bir bedenden… Doktorlar hasta bedenini bir metadan ibaret görüp tedavi eder ve içindeki ruha bakmazlar. Hapishanelerdeki mahkumlar da yalnızca bir suçludan ibarettir. Onların işlediği suçun hangi koşullarda gerçekleştiği ya da neden o suçu işledikleri önemli değildir. Halkın onları kolayca bir kenara atması ya da hapishanedeki gardiyanların insan dışı muameleleri için suçlu etiketi yeterlidir. Aslında hapishanedeki demir parmaklıklar yalnızca mahkumların hücrelerinde değil, insanlığın zihnindedir.
Kitaptan Alıntılar:
“Hapishane yarısı eve, yarısı insana benzeyen korkunç, kusursuz ve yekpare bir varlık. Onun tutsağıyım; beni kuşatıyor, beni bütün kıvrımlarıyla sıkı sıkı sarıyor; beni granit duvarlarının içine kapatıyor, beni kilit altında tutuyor ve beni zindancının gözleriyle gözetliyor. ’’ (syf 33)
“Gelir gelmez demirden eller beni kavradılar. Tedbirlerin artırılmasıyla yemekte çatal, bıçak vermediler; bez bir çuvalı andıran deli gömleği kollarımı tutsak etti. ’’ (syf 8)
“Uzun bir hayat için yaratılmış bedenim ve zihnim sağlıklı; evet, bütün bunlar doğru, yine de bir hastalığım, hem de insanların kendi elleriyle bulaştırdıkları ölümcül bir hastalığım var.’’ (syf 27)
“Tamam dedim , altmış altı frankla onurlu bir insan olmayı istiyordum; yırtık pırtık giysilerimin altında bir rahip cübbesinin altındakinden daha güzel duygular vardı. Ama lanet olsun o kimlik belgesine ! Sarıydı ve üzerinde serbest bırakılmış kürek mahkumu yazıyordu.’’ (syf 43) ” …İnsanları ürkütüyordum, küçük çocuklar benden kaçıyor, herkes yüzüme kapısını kapıyor, kimse bana iş vermiyordu. ’’
Bu satırlardan sonra ister istemez şunları sorguluyoruz: bu mahkum bir devlet adamı ya da önemli bir şahsiyet olsaydı yine aynı şekilde sırf ibret olsun diye giyotine götürülür ve toplum tarafından ölümcül bir hastalığa sahipmiş gibi dışlanır mıydı ? Elbette hayır. Kitabın önsözünde ölüm cezasından bahsediliyor. Bir zamanlar dört eski bakan darbe teşebbüsünde bulundukları için haklarında idam kararı çıkarılıyor fakat bu tartışmalar sırasında bakanlar bir şekilde ölüm cezasından beraat ediyorlar ve meclis bu konuyu kapatıyor. İşte Hugo’nun eleştirdiği şey tam da bu eşitlikten yoksun adalet sistemidir. Adalet varsa, herkese uygulanmalıdır. Takım elbiseliden ziyade yırtık pırtık giysiler giymiş birini suçlu diye damgalamak kolay olandır.
Kitaptan Alıntılar:
‘‘Yok ettikleri insanın bir zekası, hayata güvenen bir aklı, ölüme hazır olmayan bir ruhu olduğunu hiç düşünmemişler midir? Hayır. Bütün bunlarda üçgen bir bıçağın yukarıdan aşağıya inmesinden başka bir şey görmüyor, bir mahkumun bu kararın öncesinde ve sonrasında bir hayat sürdüğünü kuşkusuz düşünmüyorlar.’’ (syf 11)
“Dehşet ve merhamet, yasalar böyle yapılmış ! Bir sefilin son sırdaşı olan bu anılar belki de günün birinde onlara bazı katkılarda bulunacak…’’ (syf 11)