İnsanın önce kendine mi, yoksa topluma mı yabancılaştığı insanlık tarihi kadar eski bir tartışma konusudur. Nesneleşme, uzaklaşma ve türüne yabancılaşma gibi kavramlar denince aklımıza gelen isimler olan René Descartes ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürlerin görüşlerinin üzerine G. W. F. Hegel ve Karl Marx’ın fikirleri eklenir.
İnsanın hem kendine hem topluma yabancılaşması, yalnızca doğaya ve özüne uygun yaşamamasından mı kaynaklanır? Bu noktada, ütopyalar, savunma mekanizmaları ve toplumsal baskılara değinmeden, yabancılaşmanın bireyler üzerindeki etkileri üzerine yorum yapmanın zor olduğunu ifade edebiliriz.
Yabancılaşma Nedir?

Yabancılaşma kavramı sözlükte, bireylerin sosyal hayat karşısında duydukları huzursuzluk veya insanın kendi benliğinden uzaklaşması anlamına gelmektedir. Kavrama psikolojik açıdan bakıldığında gerçek ve özden kopuş nedeniyle gerçekleşen kimlik kaybını görürüz.
Yabancılaşma; insan duygu ve düşüncelerinin, özüne uygun olmayan koşullar nedeniyle çarpıtılması, üstünlük sağlama ve kişiliksizleşme duygularına neden olabilir. Doyumsuzluk yaşayan bireyler, yapay hazlar ve kendilerini nesneleştiren güçlerin etkisi altında kalabilirler. Bu durumlar ile karşılaşan insanlardan bazıları çelişkili eğilimlere karşı uzlaştırıcı çözüm yolları üretebilirken bazıları ise bu baskılara boyun eğerek içsel çatışmalarını derinleştirir.
Peter L. Berger’in yabancılaşma anlayışına göre; sosyal bir varlık olan insan için yabancılaşma kaçınılmazdır. Ona göre; yabancılaşmadan, insanın kendi aktivitesinin ürünü olduğunu hatırlaması ve doğaya yeniden uyum sağlanarak kurtulmak mümkündür. (Tekin, 2014)
Yabancılaşma Kavramına Tarihsel Bakış

İnsanın kendine ve topluma yabancılaşmasına tarihsel açıdan Antik Çağ filozoflarının kullandıkları kavramlar üzerinden bakmak mümkündür. Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi mağarada yaşamaya alışmış bir grup insanın, zincirlerini kırıp hayatın gerçekleriyle yüzleşen bir insanın anlattıklarını deli saçması olarak görmeleri, hakikatten kopuk yaşayan insanların durumunu betimlemektedir.
Orta Çağ’da yabancılaşmanın nedeni olarak tanrıdan uzaklaşma gösterilirken Rönesans döneminde modernleşme ile kendi bedenine ve doğaya yabancılaşmanın getirdiği ikilikten söz edilmiştir. 18. yy ise Rousseau’nun, “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.” ifadeleri ile yabancılaşma nedeni olarak toplum kuralları ve mülkiyete dikkat çekilen bir dönem olmuştur. Yabancılaşmanın modern anlamı denince 19. yy düşünürlerinden Hegel’in metafizik yaklaşımı karşımıza çıkar. Ona göre; insan ruhu önce kendini dışsallaştırır, yabancılaşır. Ama birey, bu süreç sonunda kendini tanıyarak kendine geri döner.
Marx, yabancılaşma kavramını kapitalist üretim biçimleri ile tanımlar. Kapitalist toplum yapısı, bireyleri günümüz ile benzer şekilde, sahip olma ve biriktirme gibi hırslarla dolu bireyler haline getirir. Ona göre; işçinin ürününe, emeğine, üretim sürecine ve kendine yabancılaşması, kavramın merkezindedir.
Varoluşçuluk felsefesinin ortaya çıktığı 20. yy; psikoloji, sosyoloji ve birçok açıdan bir uzmanlaşma dönemi olarak görülmektedir. Günümüzde gelişen teknoloji ile gözlemlenen yabancılaşma kavramı ise sosyal medya ve yapay zekâ gibi yeni olgular ile kişinin bedeniyle, doğayla, diğer insanlarla ve zamanla ilişkisinin kopması anlamına gelmektedir.
Yabancılaştığımızı Nereden Anlarız?

Yabancılaşma kavramının kendini gerçekleştirme kavramı ile paralellikler taşıdığını söylemek mümkündür. Yaratıcılığın veya etkinliğin bastırılması, güçsüz hissedilmesi, büyük resmi görememe, yalnızlaşma ve kendini özüne yabancı hissetme gibi süreçler yabancılaşma belirtilerinden bazılarıdır.
Her insanın belli bir ölçüde değerli hissetmeye ihtiyacı vardır. Özsaygısı düşük olan bireyler, kendilerini olduğu gibi çevrelerindeki insanları da duygusal yönden olumsuz etkileyebilmektedirler. Bu insanlar zaman zaman değerli hissetmek için varlıklarını bir bakıma tescil ettirmeye çalışabilirler. Bu, kendilerinden nefret edilecek davranışlar sergilemelerine kadar varabilir. Bunlara maruz kalan diğer insanlar, toplumsal veya psikolojik baskılar içerisinde, ezilmişlik ya da haksızlığa uğramışlık duyguları ile baş etmekte zorlanabilirler.
Yabancılaşma konusunun psikolojik özelliklerinin yanında toplumsal yönünü de değerlendirmek faydalı olacaktır. Mevcut adaletsizlikler görmezden gelindiğinde veya farklı şekillerde yansıtılmaya çalışıldığında kişiler, sosyal ya da bireysel olarak haklarının gasp edildiğini bile fark etmekte zorlanabilmektedirler. Sonuç olarak; bu duygu ve düşüncelerin görmezden gelinmemesi, bireyleri yalnızca duygusal olarak değil, toplumsal olarak da derin bir yabancılaşmaya sürüklememesi açısından hayati önemdedir.
Kaynakça
Berger, Peter L. The Sacred Canopy: Elements of a Sociological Theory of Religion. Anchor Books, 1967.
Descartes, René. Meditations on First Philosophy. Translated by John Cottingham, Cambridge University Press, 1996.
Hegel, G. W. F. Phenomenology of Spirit. Translated by A. V. Miller, Oxford University Press, 1977.
Marx, Karl. Economic and Philosophic Manuscripts of 1844. Translated by Martin Milligan, International Publishers, 1964.
Plato. The Republic. Translated by G. M. A. Grube, revised by C. D. C. Reeve, Hackett Publishing Company, 1992.
Rousseau, Jean-Jacques. The Social Contract. Translated by Maurice Cranston, Penguin Books, 1968.
Tekin, Ferhat. “Peter L. Berger’in Yabancılaşma Anlayışı: Diyalektik Bilincin Kaybı.” Beytulhikme: An International Journal of Philosophy, vol. 4, no. 2, 2014, pp. 29-48. Necmettin Erbakan Üniversitesi Açık Erişim Arşivi, Web