İroni, hayat içindeki çelişki ve çatışmaların ima, işaret, sembol gibi yollarla ifade edilmesidir. Bu ifadenin çoğu zaman tezat kaynaklı olması, gülmeyi doğurmaktadır. Ancak bu gülmenin zekâ kaynaklı olması önemlidir. İroninin doğuşu Sokrates diyaloglarına dayanır. İroni kendi olum süreci içinde antik, romantik ve modern dönemler halinde ilerler. İroninin oluşma ve sunulma biçimine göre, romantik, trajik, dramatik türleri vardır. İnsan hayatıyla da yarattığı edebi eserlerle de daima ironiyle iç içedir. Çünkü hem hayat içinde hem de metinlerde dilin tek düzeyiyle yetinmenin imkânı yoktur (Pehlivan, 2009).
Oğuz Atay, kitaplarında sözcüklerle ve düşüncelerle oynar. Bu şekilde, yarattığı saçmalıktan, anlamsızlıktan haz alır. Şaka yapar, düşüncenin ağırlığını hafifletmek için şakaya başvurur. Şaka ve ironi büyüklerin dünyasına karşı bir tavır alıştır. Oğuz Atay’ın kahramanları dış dünyadan kopuk yaşayan bireylerdir. Dış dünyadan kopup kendilerine bir dünya yaratırlar. Onun kahramanlarına göre hayat anlamsızdır ve tutunacak bir tarafı yoktur. Bu yüzden hiçbir kahramanın tutunacak bir dalı yoktur. “Tutunamayan” kişi tanımlaması aslında Oğuz Atay izi taşıyan bir sıfattır, tıpkı Gonçarov’un Oblomov’u gibi. Gonçarov, doğu ile batı kültürü arasında kalıp, kendi halinde kalan Oblomov’u hayatımıza kazandırdıysa; Atay da, kendine dahi yabancılaşan tutunamayan insan karakterlerini kazandırdı. Belki de, kendimizi bir roman sayfasında bulmamızı ve tanımamızı sağladı.
Ömer Lekesiz’den alınan bilgiye göre1 Oğuz Demiralp, Oğuz Atay’ın kahramanlarını “Negatif kişiler topluluğu” olarak nitelendirir. Bu kahramanlar, kendi sorunlarını çözememiş ve topluma kendini kabul ettirememiş aydınlar, toplumun acımasızca dışladığı lümpenler, çaresizlik içinde intihara, cinayete sürüklenenler, delirmenin sınırlarında dolananlardır (Lekesiz, 2001).
Tekrardan ironi konusuna geri dönelim. Bu yazıda Türk Edebiyatında epey yer edinen mizah ve hiciv kültürünün, Oğuz Atay’ın iki kitabındaki yansımalarını örnekler vererek açıklanacaktır.
Tutunamayanlar:
Tutunamayanlar, Türk romanında modernist tekniklerin kullanıldığı, çok katmanlı yapısıyla dikkat çeken ilk romandır. Oğuz Atay, romanında Türk aydınının var olma sorunlarını, yabancılaşmaya yol açan sebepleri benzersiz ironisiyle tartışır.
Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da hicvi de mizahı da belli bir anlayış çerçevesinde birlikte kullanmıştır. Romanda Selim’in kendisini gerçekleştirme sorununu yaşayıp yabancılaşmasının anlatıldığı, Selim’in odakta yer aldığı kısımlarda komiği sağlayan “kusur”lar, bağışlanabilir, düzeltilebilir niteliktedir; dolayısıyla Oğuz Atay’ın Selim’e ve onda tecessüm eden tutunamayışa mizah penceresinden baktığını söylemek mümkündür. Selim’in, Turgut’un, Süleyman Kargı’nın ve “Tutunamayanlar Ansiklopedisi”nde adları anılan diğer tutunamayanları tutunamayışa, bir başka deyişle yabancılaşmaya iten toplumsal ve siyasal olgulardan söz edildiğinde ise hiciv söz konusudur (Apaydın, 2007).
Küçük burjuva dünyasına yöneltilen hiciv, birinci bölüm boyunca zaman zaman Selim’in ağzından, zaman zaman da Turgut’un kendisiyle hesaplaşması yoluyla devam eder. Oğuz Atay, küçük burjuva alışkanlıkların insanı kişiliksizleştiren özellikleriyle İkinci Bölümde de alay edecektir. Selim, Turgut’a “Evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı. Bana anlayış gösterecek yerde büfeyi gösterdin.” (s.31) der. Bu iki cümle küçük burjuva kökenli Türk aydınının iki yönünü gösterir: Batı özentisini ve eşyaya tapınmasını. Hiciv, giderek Turgut’un evinden modernizmin sembollerine, şehrin zevksiz binalarına yönelir.
Bir başka örnek olarak; Oğuz Atay, Turgut’un ağzından Cumhuriyet’in yeni insan tipi yaratma projesini hicveder. Daha doğrusu, Batı kültürüne yönelmeyi öngören Türk devriminin yarattığı kültür krizini ortaya koyar: “Okulda ilk öğrendiğim gerçeklerden biri de babamın- sonra peder oldu beni yanlışlıkla mektep yerine okula gönderdiği oldu. Önümüze alfabe adında anlaşılmaz bir kitap koydular. Babam, ona da elifba dedi. Okulla babamı uzlaştırmaya imkân yoktu. Bu garip kitapta, bizim kılığımıza pek benzemeyen bir biçimde giydirilmiş çocuklar, boyuna birbirlerine top atıyorlardı. Hangi mahallede oturduklarını bilmediğim bu çocuklar, kumbaralarında- bizim evde böyle bir kutu yoktu- para biriktiriyorlar; (…) babaları da onlara, çatana denen kayıklar alıyordu. Bir de vatan denen bir şey vardı ki, çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk.” (s.76)
Turgut’la Olric’in Anadolu’nun neresi olduğu söylenmeyen küçük kasabalarında, şehirlerinde kayboluşları, Turgut’un iç dünyasında Olric’le yaptığı konuşmalardaki ironiyle okura aktarılmıştır. Turgut’un kendi varoluşunu sorguladığı bu iç konuşmalarda mizah belli belirsiz hissedilir. “Böyle giderse her mahallede bir Dostoyevski çıkacak Olric. Dünya borsalarında Dostoyevski hisseleri düşecek.” (s.588) Alıntıda da görüldüğü gibi ironi ile düşündürme fazlasıyla yer alır. Özellikle Olric karakterinin Turgut’un bir alt benliği olarak düşünüldüğünde, bu metinler daha fazla anlamlı olacaktır.
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar’da da Tutunamayanlar’da olduğu gibi yaşayan dili kullanır. Tüm metni saran Osmanlıca parodileri ise, dönemin Öztürkçeci aydın dilinin dışında olan bir dil anlayışının metindeki yansımalarıdır. Bu son derece eğlenceli metinler, eski edebiyat ve eski dille ilgili bir alt yapının ürünü olduğu kadar, mizah yeteneği taşıyan şakacı, muzip biraz da hınzır bir kişiliğin dışavurumlarıdır.
“Ülkemiz” böllümünde; Hikmet, komşusunun oğlu Salim’in okul ödevini yazmasına yardım eder. Yazı bir ilkokul ödevi formatında başlar ancak giderek tuhaflaşmaya, kendi içinde değişmeye ve tabiri caizse çığırından çıkmaya başlar. Salim, öğretmeninin kendi yazmadığını anlayacağını Hikmet’e dile getirse de, ironiyi anlamasa bile şakayı anlamıştır. “Ülkemiz. Ülkemiz, bazı yanlarından denizlerle, bazı yanlarından da başka ülkelerle çevrili; genellikle dört köşe, özellikle çok köşe bir kara parçasıdır. Denizlerin olmadığı yerlerde ülkemiz, noktalı çizgilerle sınırlanmıştır. (…) akat, ülkemizde en çok yetişen, köylüdür. Köylü, bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için, çok emek vermeğe ihtiyaç yoktur. Köylü bozkırda yetişir, yaylada yetişir, ormanda yetişir, dağda yetişir, kurak iklimde yetişir, ovada yetişir, sulak iklimde yetişir. Çabuk büyür, erken meyva verir. Kendi kendine yetişir, kendi kendine meyva verir. Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız. (…) Biz o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeğe çalışırız. Son yıllarda, kuru üzüm ve incirin yanısıra, köylü de göndermeğe başlamışızdır. Bu köylüleri, önce şehirlerde biraz yetiştiririz; tam olgunlaşmadan (yolda bozulmasınlar diye) başka ülkelere göndeririz. Onlar da bize döviz gönderirler…” (s.110-112). Aslında bu alıntıdaki ironinin asıl amacı, herhangi bir spesifik ideoloji ya da durum değil, sabitleşmiş düşünce ve nesnelliktir.
(Hatta bu alıntı, geçmiş yılların popüler dizilerinden biri olan Poyraz Karayel’de de ironi unsuru olarak karşımıza çıkar. İlgili sahneye buradan göz atabilirsiniz.)
Birkaç sayfa ileride Hikmet eski karısı Sevgi ile nasıl tanışıp evlendiğini düşünür. “Yıkanacak hali yoktu. Tıraştan sonra boynunu, bileklerini ve koltuk altlarını kolonya ile sildi. Bir serinlik: Geçici. Terlememek için, yavaş hareketlerle giyimdi. Sokağa çıktı. Hep gölgeden yürüdü. Kapıyı Sevgi açtı. Merhaba. Ülkemizin sorunları geldi.” (s.117) Evleneceği kadının karşısına çıkarken karşısına çıkarken terleyip kokmak istemeyen ama bunun çözümünü de arım yamalak tedbirlerle bulan ve daha da gülünç olan Hikmet, aslında ülkenin sorunları ve üretilen çözümleri böyle bir ironiyle ilişkilendirir.
Tehlikeli Oyunlar’ın birçok kısmında da ironiyle karşılaşırız. Hikmet, alışılagelmiş karakterlerden değildir. Nurhayat Hanım ile konuşmaları, Nurhayat Hanım’ın askerdeki oğluna mektup yazmaları, Albay Hüsamettin ile diyaloglarında sıklıkla ironiye rastlanılır. Koçak’a göre (2008), Oğuz Atay’ın ironisi hem eksiktir, hem de fazla. Eksiktir, çünkü onların ciddiyetine, ağırlığına ve şiddetine sahip değildir. Fazladır, çünkü hep öteye geçer, zaafları ortaya çıkarır ama onlarla fazla kalamaz, üstlerinden kayıp gider. Savaşmadan yenildiği anda, savaşmadan galip de gelmiştir.
Oğuz Atay’ın ironisi, kendisinin de dahil olmak üzere çeşitli durumların yetersizliğini açığa çıkarır. Onun dili koyu bir muhalefeti barındırır içinde. Edebiyatı, sanatı, bürokrasiyi, aydını, devleti, dogmaları, farklı ideolojileri bu biçimde, ironik dili kullanarak eleştirir.
Kaynaklar
Apaydın, M. (2007). Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar Adlı Romanında Mizah ve Hiciv Öğeleri. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16(1), 45-68.
Koçak, O. (2008). Oğuz Atay’ın İronisi. Virgül Dergi. 11(1), 50-53.
Oruç, O., & Özkan, M. (2006). Oğuz Atay’ın Romanlarında İronik Dil. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Pehlivan, M. (2009). Ömer Seyfettin’den Oğuz Atay’a Türk Öykücülüğünde İroni (Master’s thesis, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
1 Ömer Lekesiz’in alıntıladığı kaynak: Demiralp, Oğuz. “Yazı ve Yalnızlık”, İstanbul, 1998.