Tilda Swinton: Sıra Dışı Bir Aktris

Editör:
Aleyna Kavak

Tam adı Katherine Matilda Swinton olan yetenekli oyuncu 5 Kasım 1960’ta Londra’da dünyaya geldi. Üç erkek kardeşi olan Tilda Swinton oldukça köklü bir aileye sahip. Annesi Avustralyalı Judith Balfour (1929-2012) ve babası ünlü İngiliz general Sir John Swinton (1925-2018). Babası Sir John Swinton, İngiliz Ordusunda emekli bir tümgeneraldi ve 1989’dan 2000’e kadar Berwickshire Lord Teğmeniydi. Swinton ailesi, soyu Orta Çağ’a kadar dayanan eski bir Anglo-İskoç ailesidir.

Tilda Swinton üç farklı özel okula gitti. Yatılı olarak okuduğu West Heath Kız Okulu’nda Prenses Diana ile okul arkadaşıydı. Tilda Swinton bir röportajında yatılı okulların “çok yalnız ve tecrit edici bir ortam” olduğunu ve büyümek için çok acımasız yerler olduğunu söyler. Aynı nedenle Swinton bu tip yerlerin romantize edildiği Harry Potter filmlerinden de hoşlanmadığını, çocukların anne babalarının sevgisine ihtiyaçları olduğunu dile getirir. Böylece neden fantastik karakterlere bürünme ustası Tilda Swinton’ı Harry Potter filmlerinde hiç görmediğimizin cevabını da vermiş olur.

Tilda Swinton okulda oldukça başarılıydı ve zekasıyla öne çıkıyordu. Bunun yanı sıra çok iyi bir koşucuydu. Koşudaki başarısı fark edildiğinde ve bunun için bazı görüşmeler yapmasına karar verildiğinde utanarak bacağını burkmuş gibi davrandı. Koşmak onu özgür hissettiriyordu, koşmayı seviyordu ancak yarışmalar, ödül arzusu ve getirdiği sorumluluklar ona göre değildi.

Ailesinin soylu geçmişi düşünüldüğünde ondan da toplumun üst kademesinde yaşayan bir elit olması beklenirdi. Ancak Tilda isyan etti. Birlikte oyun oynadığı çocuklar kilisenin alt katında otururken kendilerinin neden yukarı katta oturduklarını merak etmeye başladığında sosyalizme merak salmaya başlamıştı. Bunun gibi merak ettiği çok fazla soru vardı ve bu soruları onun dışında kimse sormuyor gibi gözüküyordu. Daha o sıralarda kendisini ayrıksı ve yabancı hissetmeye başlamıştı.

Bir Güney Afrika kasabasında ve ardından Kenya’da gönüllü olarak çalıştıktan sonra Siyaset Bilimleri ve İngiliz Edebiyatı okumak için Cambridge’e gitti. Akademiye girmesi bekleniyor muydu? “Hayır, sanırım bir dükle evlenmem bekleniyordu! Ve bir dükle evlenmeyeceğim netleştiğinde, sanırım bahisler kapandı.”

Tilda Swinton Cambrige Üniversitesi’nden 1983 yılında mezun oldu ve ardından Royal Shakespeare Company’de tiyatro eğitimi aldı. 1985’te, yönetmen Derek Jarman‘la çalışmaya başlayan Tilda Swinton, ilk rolünü tam da oyunculuktan vazgeçmek üzereyken 1986 yapımı ”Caravaggio’‘ da aldı. Derek Jarman’la çalışmak Tilda Swinton için adeta bir okul gibiydi. Film yapmaktan korkmuyorlardı, Derek Jarman Tilda Swinton’a film yapmanın ne kadar basit olabileceğini göstermişti.

Derek Jarman ve Tilda Swinton

“Derek ile tanışmasaydım, performans sergileyemezdim ve muhtemelen böyle bir film arşivinde çalışıyor olurdum.”

Art arda Derek Jarman’ın Aria (1987), The Lost of England (1988), The Garden (1990), Edward II (1991) ve Wittgenstein (1993) isimli filmlerinde yer aldı. 1994’te Derek Jarman’ın AIDS nedeniyle ölümü Tilda Swinton’ın hayatında yıkıcı bir etki bıraktı. Üzüntüsünü Derek 1994’te ölmüştü ve o yıl 43 cenazeye gitmiştim, hepsi AIDS’le ilgili ölümlerdi.sözleriyle dile getirdi.

Kariyeri ve Ödülleri:

Tilda Swinton, kariyeri boyunca 70’ten fazla filmde ve pek çok TV dizisinde rol aldı. 73 ödül kazandı ve 133 kez aday gösterildi.

Oynadığı rollere o kadar iyi bürünen bir aktris ki çoğu filminde oyuncunun, Tilda Swinton olduğunu anlamak ilk bakışta imkansız olabilir. Her rolünde kendine özgü oyunculuğuyla izleyenleri etkilemeyi başaran Tilda Swinton, pek çok bağımsız yönetmenle deneysel filmlerde, pek çok kuir sinemacıyla çalıştı. 1990’larda daha çok Britanya yapımlarında rol alırken 2000’lerde ona ilk Altın Küre adaylığını getiren “The Deep End” filmiyle birlikte Hollywood filmlerinde de yer almaya başladı.

2004 Cannes Film Festivali’nin jüri üyelerinden biriydi.

2005 yılında, Swinton’a İngiliz Bağımsız Sinema Ödülleri’nde, İngiliz film endüstrisine katkılarından dolayı Richard Harris Ödülü verildi. 2013’te, 53. doğum gününde, NYC Museum of Modern Art Film Galasında onurlandırıldı.

Tilda Swinton kendisi gibi oyuncu olan kızı Honor Swinton Byrne ile birlikte 2021 Cannes Film Festivalinde kırmızı halıda

2007 yapımı “Michael Clayton (Avukat)” filminde Karen Crowder rolünde gösterdiği performans ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar Ödülü ve BAFTA Ödülü’ nün sahibi oldu. 2011 yapımı “We Need To Talk About Kevin” filmiyle BAFTA ve Altın Küre’ye aday oldu. 3 Altın Küre adaylığı var.

2020 yılında İngiliz Film Enstitüsü Bursu ile ödüllendirildi. Yine aynı yıl New York Times’ın “21. Yüzyılın En Büyük Oyuncuları” listesinde 13. sırada yer aldı.

Kasım 2022’de “film arşivi, film tarihi ve kadınların film tarihindeki rolünün korunması ve tanıtımına yönelik çalışmaları nedeniyle” 2022 FIAF (International Federation of Film Archives) Ödülü’ne layık görüldü.

Man to Man (1992)

Orlando filminde Sally Potter’ın Tilda Swinton’ı seçmesini sağlayan, Tilda Swinton’ın Man to Man’deki performansıydı. Tilda Swinton’ın hem kadın hem erkek davranışlarını çok iyi verebilmesi, iki cinsiyete de rahatça bürünebilmesi Sally Potter’ı etkilemişti.

Man to Man, Screenplay adlı bir TV dizisinin 7. sezonundan bir bölümdür. John Maybury tarafından yönetilmiş bu bölümde, Tilda Swinton İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce ölen eşinin kılığına girerek eşinin fabrikadaki işini yapmaya devam eden, hayatının 40 yılını bu çift kimlikle yaşayan bir kadını canlandırdı. Kadın bir süre sonra kim olduğunu kendisi de karıştırmaya başlayacaktı.

Orlando (1992)


Yönetmenliğini Sally Potter’ın yaptığı, Virginia Woolf’un romanından uyarlanmış bu film toplumsal cinsiyet normları, cinsiyet ayrımcılığı, yaratılış, önyargı, aşk, savaş ve modernleşme gibi konuları tartışmaya açıyor.

Film yaşamına bir erkek olarak başlayan, dört yüz yıl boyunca hiç yaşlanmadan yaşayan ve bir gün bir kadın olarak uyanan İngiliz aristokrat Orlando’nun bireysel dönüşümü üzerinden çarpıcı bir tarihsel okuma sunuyor. Androjen bir karakter olarak betimlenen Orlando’nun cinsiyetler arasındaki değişimini daha çok toplumdaki konumlandırılışı ile anlıyoruz. Toplumsal cinsiyet rollerinin ötesindeki cinsiyetsiz Orlando her iki cinsiyetin de gerektirdiği rollerde çok da “başarılı” olamıyor.

Orlando karakteri, Tilda Swinton ile inanılmaz bir eşleşme. Orlando, Tilda Swinton’ın androjenliğini, cinsiyetler ve farklı karakterler arasındaki geçişliliğini en iyi yansıtan filmlerden biri. Bu değişkenliği hiç göze batmadan sağlayabilecek oyuncu elbette Tilda Swinton olmalıydı.

Hem Virginia Woolf’un bu otobiyografik romanı hem de Tilda Swinton’ın efsaneleştiği Sally Potter’ın bu baş yapıtı, toplumsal cinsiyet rolleri üzerine sıra dışı birer okuma sağlayan, mutlaka okunması ve izlenmesi gereken eserler.

We Need to Talk About Kevin (2011)

Lionel Shriver’ın romanından uyarlanan filmde ergenlik dönemini Ezra Miller’ın canlandırdığı Kevin karakteri, doğduğu andan itibaren annesi Eva’ya oldukça büyük zorluklar yaşatan, zapt edilmesi güç bir çocuk. Kevin’in rahatsız edici ve tehlikeli davranışları film boyunca giderek seviye atlıyor.

Kevin’a hamile kalmasıyla bütün kariyerini bir kenara bırakmış olan Eva’nın, küçük oğlu ile iletişim kurmakta karşılaştığı zorluklar ve çaresizliği, diğer taraftan her şeye rağmen kendisini kaybetmemeye çalışması annelik üzerine izleyiciyi derin sorgulamalara ve ikilemlere itiyor.

Filmde tek bir karakteri canlandırsa da aslında Tilda Swinton iki farklı rolü oynuyor. Oğlunun gerçekleştirdiği katliamdan önceki umutla çabalayan anne ve her şeyini yitirmiş, umutsuz durumdaki anne.

Geliştirilmesi 5 yıl süren filmin çekimleri 40 gün içinde tamamlandı. Bu filmdeki performansı ile Tilda Swinton Altın Küre, Ekran Oyuncuları Derneği ve BAFTA ödüllerine “En İyi Kadın Başrol Oyuncusu” kategorisinde aday gösterildi.

Only Lovers Left Alive (2013)

Jim Jarmush Only Lovers Left Alive’da birbirine yüzyıllardır aşık olan evli bir vampir çiftin; Adam (500 ila 600 yaşlarında) ve Eve’in (2.000 yaşında) hikayesi üzerinden farklı bir tarihsel perspektif sunuyor.

Tilda Swinton soluk ten rengine ve asla yaşlanmayan görünüşüne oldukça uyan, kitaplara düşkün, bilge ve soğukkanlı Eve’i canlandırıyor. Eve merakını ve dünyaya dair heyecanını yüz yıllardır yitirmemiş bir vampir. Filmde zombiler olarak bahsettiği insanlığın depresif ve umutsuz bir ruh haline sürüklediği Adam karakterini ise Tom Hiddleston canlandırıyor. Çok bilinmeyen ve genelde yer altı camiasının tanıdığı bir müzisyen olan Adam’ı hayatına son vermekten alıkoyan tek şey Eve ile olan ölümsüz aşkları.

Tilda Swinton, What We Do in the Shadows (2019) adlı dizide de Only Lovers Left Alive’daki aynı görünüşüyle yeniden bir vampir rolünü canlandırdı.

 

Snowpiercer (2013)

Tilda Swinton Avrupa ve Amerika yapımlarının ardından bu kez de bir Uzakdoğu yapımında karşımıza çıkıyor. Güney Koreli yapımcı ve yönetmen Bong Joon-ho’nun filmi Snowpiercer, distopik bir gelecekte uçsuz bucaksız bir trende geçen ilginç bir bilim kurgu hikayesi.

Tilda Swinton bu filmde, insanlığın küresel ısınmanın etkilerini önlemeye çalışırken buzul çağına geri döndürdüğü dünyada, hayatta kalan son insanlardan biri. Büyük gözlükleri ve takma dişleriyle bu karakter; Ministor Mason, sürekli hareket halinde olan bir trenin sakinlerine düzeni uygulayan acımasız bir otorite figürü.

Ministor Mason aslında başlangıçta bir erkek olarak yazılmıştı. Ancak rolü Tilda Swinton aldı ve yazarların karakterle ilgili hiçbir detayı değiştirmemelerini sağladı. Bu filmdeki performansı ile Tilda Swinton sayısız kez aday gösterildi ve pek çok ödül kazandı.

 

The Grand Budapest Hotel (2014)

“Büyük Budapeşte Oteli”,  Tilda Swinton’ın “Moonrise Kingdom”daki duygusuz sosyal hizmet çalışanı rolünün ardından Wes Anderson’la çalıştığı ikinci filmdir. Tilda Swinton’ı filmin çok az kısmında görsek de Madame D. olarak yer aldığı bu film kesinlikle görülmeye değer.

Madame D. yine oyuncunun Tilda Swinton olduğunu ilk bakışta anlamamızın imkansız olduğu karakterlerden biri. Frances Hannon ve Mark Coulier’in Oscar ödüllü makyaj ve saç çalışmasıyla Tilda Swinton, 84 yaşındaki Madame D.’ye makyaj koltuğunda 5 saat geçirdikten sonra dönüştü.

 

The Dead Don’t Die (2019)

Jim Jarmush’un izleyenlerde birazcık kafa karışıklığı yaratabilen bu zombi filminde Tilda Swinton, karizmasına yakışan cenaze evi sahibi İskoç bir samurayı canlandırdı. Ya da bir uzaylıyı da diyebiliriz.

Bir zombi filmi yapma fikrini Jim Jarmush’a Only Lovers Left Alive’da çalışırken Tilda Swinton vermiş. Oyuncu seçimleriyle (Bill Murray, Adam Driver, Chloë Sevigny, Steve Buscemi, Tom Waits, Danny Glover, Caleb Landry Jones, Rosie Perez, Iggy Pop, Carol Kane, Austin Butler, Selena Gomez) dikkat çeken film, Jim Jarmush’un mizahını gerçeküstü unsurlarla bir araya getirdiği bir absürd korku-komedi.

Tuhaflıkları sevenler için bu film, sadece Tilda Swinton’ın Zelda Winston karakteri için bile izlemeye değer.

The Human Voice (2020)

The Human Voice, Jean Cocteau’nun tek kişilik oyununun yeniden canlandırılması olan, seyir zevki oldukça yüksek 30 dakikalık bir Pedro Almodóvar filmi. Pedro Almodovar’ın ilk İngilizce filmidir. Tek mekanda geçen tek oyunculu film, 2020 yazında COVID-19 salgını sırasında güvenlik protokolleri altında çekildi.

Film, yönetmenin kendine özgü renkleri ve nesneleri kullanma yeteneği ile Tilda Swinton’ın duygular arasında bizi alıp götürme yeteneğinin bir araya gelmesiyle izleyiciye oldukça etkileyici bir 30 dakika sunuyor.

Özel Yaşamı:

1989’dan 2003’e dek İskoç oyun yazarı ve aktör John Byrne ile birliktelik yaşadı. Bu birliktelikten 1997’de Honor ve Xavier adlı ikiz çocukları dünyaya geldi. 2004 yılından beri Sandro Kopp ile beraberdir.

Kaynakça:

Tilda Swinton reveals why she doesn’t like the ‘Harry Potter’ films. Mashable. WEB. 30 Kasım 2016

Tilda Swinton has directed a Baroque music video starring her DOGS. ClassicFM. WEB. 28 Şubat 2020

Tilda Swinton. Sinemalar.com. WEB

 

1 Yorum

  1. Harika bir yazı olmuş. Benim de severek izlediğim bir oyuncu. İlk olarak “Constantin” filminde “Cebrail” rolü ile tanımıştım. Bu da diğer bütün filmlerini izlememe vesile oldu 🙂

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks