Üç Bin Yıllık Bekleyiş, fantastik ve romantik-drama türünde çekilmiş son zamanların en özgün konulu filmlerinden biri. George Miller‘ın imzası ve Idris Elba, Tilda Swinton gibi tanıdık oyuncuların başrolleri paylaşmasıyla oldukça başarılı işler ortaya çıkmış. Yeniden şekillenen tarihi, bir Cin’in ağzından dinlediğimiz, Osmanlı İmparatorluğu‘ndan tutun Hz. Süleyman ve Saba Melikesi‘nin efsanesine kadar birçok hikayeden oluşan bir film sunmuşlar. Bol bol Doğu ve Batı sembolü bulunan oryantalist bir yapı olmuş.
Üç Bin Yıllık Bekleyiş, 333 Numaralı Oda ve 3 Dilek Hakkı
“Benim hikâyem gerçek. Ama bunu bir masal dilinde anlatırsam daha inandırıcı olacaktır.” Film bu sözlerle başlıyor ve anlatıcı olan Alithea’nın anlattığı hikayeye inanmak veya inanmamak izleyici olan bizlerin tercihine bırakılıyor. Konusundan bahsedersek; anlatı bilimcisi Alithea Binnie, bir konferans için İstanbul’a gelir. Konferanstan sonra Mısır Çarşı’sını gezmeye giderler. Alithea, oldukça güzel muntazam görünüşlü şişeler varken görüntü olarak pek hoş gözükmeyen yamuk yumuk bir şişe olan çeşm-i bülbülü seçer. Filmde kısaca çeşm-i bülbülün yapılışından ve bu sanatın Osmanlı’ya dayandığından bahsederler. Şişeyi, Alithea’nın aklı değil, gönlü seçmiştir. Güzel bir detay olarak olayların geçeceği oda 333 kapı numaralı, Agatha Christie‘nin ”Doğu Ekspresinde Cinayet” romanını yazarken kaldığı odadır. Odanın tuvaletinde şişeyi temizlemeye çalışırken yüzyıllardır özgürlüğünü bekleyen Cin ortaya çıkmış olur. Cin’in özgürleşmesi için Alithea’nın üç dilek dilemesi gerekir. Fakat bu hikayelere oldukça hakim olan Alithea dileklerinde oldukça dikkatli olacaktır. Cin, bu duruma nasıl düştüğünü ve neden yüzyıllardır bundan kurtulamadığını anlatmaya başlar. Bu fazlasıyla tutkulu, aşk ve ıstırap dolu bir hikaye olacaktır.
Konusu İnce İnce İşlenmiş

Konu “Bülbülün Gözündeki Cin” adındaki A. S. Byatt‘ın kitabına dayanıyor. Fakat detaylar filmde daha farklı bir şekilde anlatılmış. Anlatıcı bilimcisi Alithea yıllardır Doğu ve Batı hikayeleri anlatıyordur. Doğu ve Batı’nın birleşimini sembol eden İstanbul’da; Doğu’nun sembolü olarak Cin, Batı’nın sembolü olarak anlatı bilimcisi Alithea Binnie bir araya geliyor. Filmin başlangıcından itibaren sizi hayal mi gerçek mi çelişkisinde bırakıyor. İstanbul’a indiği an bavuluna dokunan garip varlık, daha sonrasında bayılmasına yol açan başka bir varlık sayesinde bu çelişkiyi oldukça iyi yakalamışlar. Cin’in hayatındaki olayları anlattığı yere geldiğimizdeyse ağır bir yalnızlık yaşadığını görüyoruz. Gerek Sebâ Melikesi Belkıs’la yaşadığı karşılıksız aşk gerekse sonrasında bir erkeğin kölesi olan Zefir ile yaşadığı aşktan dolayı büyük bir yalnızlık çekiyor. Cin, önce Belkis’ın onu sevmediğini bildiği halde onu koşulsuz seviyor. Daha sonraysa, Zefir’i özgürlüğünü elde etmekten daha çok seviyor. Yaşadığı her iki aşk da onu bin yıllarca sürecek yalnızlık ve acı dolu yıllara hapis ediyor.
Aynı şekilde Alithea da yaşadığı aşklar sonrasında yalnızlık çekiyor. Yapılan flashback çekimlerinde eşi tarafından aldatılmasını görüyoruz. Cin’in anlatılardan ve her seferinde aşık olduğu kadınları koşulsuzca sevmesinden fazlasıyla etkilenen Alithea, ilk dileğini söylemeden önce yutkunma sahnesi görüyoruz. Burada aslında filmin içindeki Seba Melikesi Belkıs’ın Hz. Süleyman’dan etkilendiği ve yutkunduğu sahneye gönderme yapılıyor. Ortak acıları olan yalnızlık bu iki karakterimizi bir araya getiriyor. Aslında birbirlerine oldukça benzeyen ve hep başkalarının hikayesini anlatan bu iki anlatıcı artık kendi hikayelerini anlatmaya başlayacaklardır. İstanbul’dan ayrılıp Londra’ya gittiklerinde filmin başlarında hakim olan oryantalist görüntü kayboluyor. Osmanlı anlatılarında sıcak tonlarla yakalanan oryantalist görüntü, Londra’da daha modern ve soğuk renklere bırakıyor.
George Miller İmzasıyla

George Miller‘ın sineması birbirinden oldukça alakasız filmlerle bulunduruyor. Mad Max filminden bildiğimiz yönetmenimiz bu sefer fantastik, romantik-drama filmi çekti. A. S. Byatt‘ın kitabında ikilinin aşkı ön plandayken George Miller’ın filminde daha çok Cin’in hikayelerine değiniliyor ve oldukça oryantalist bir yapı ortaya koyuyor. Başrolleri paylaşan Tilda Swinton ve Idris Elba fazlasıyla iyi bir oyunculuk sergiliyorlar. İkiliye Aamito Lagum (Saba Melikesi), Burcu Gölgedar (Zefir), Kaan Güldür (Murat’ın küçüklüğü) eşlik ediyor. Ayrıca Zerrin Tekindor (Kösem Sultan), Ece Yüksel (Gülten) ve Erdil Yaşaroğlu (Profesör) da filmde yer alıyor. Türk oyunculukların oldukça başarılı bir seyir keyfi verdiğini de söylemeden geçmeyelim.
Güzel Bir Giriş, Sürükleyici Bir Gelişme, Yavaş Bir Son

Hızlı gelişen olay örgüsünden sonra yavaş tempolu, aşk dolu bir son izleyenleri tatmin etmeyebilir. Ayrıca keşke Alithea’nın komşularının Cin’i gördüğü sahne olmasaydı. Onların görebildiğini görmemiz bu hayal ürünü mü gerçek mi çelişkisinin bir nebze kafamızdan silinmesine neden oluyor. Daha tempolu bir son olsaydı, böyle bir filme daha çok yakışabilirdi. Bunlar yine de filmin izlenmemesi için bir neden olamaz. Hatta İstanbul’da yaşıyorsanız mutlaka izlemelisiniz. Bilindik sokaklarda, bilindik mekanlarda bulunmak filmi daha da gerçekçi kılıyor. Anlatılan masal çok daha keyifli geliyor.
Oldukça güzel kamera çekimleri ve içine alan masalsı anlatısıyla izlenmeye kesinlikle değecek bir film Üç Bin Yıllık Bekleyiş. Mistik hava seven izleyiciler kesinlikle izlemeliler.


