This is England, seyirciye 1960’lar İngilteresi’nde ortaya çıkan skinhead kültürünün kapsayıcı ideolojisinin nasıl da ırkçı ve kısıtlayıcı bir düşünce tarzına evrildiğini başarılı bir şekilde gösteriyor.
Meadows imazlı This is England, aslında yönetmenin kendi hikâyesini ekrana taşıdığı ödüllü bağımsız bir filmdir. İzleyici, 1983 yılında Shaun adında bir çocuğun kendi kimliğini oluşturmaya çalışırken yaşadığı deneyimleri ve skinhead akımının arka planını gerçekçi bir boyutta izleme şansı buluyor.
This is England
Falklands Savaşı‘nda babasını kaybeden 12 yaşındaki Shaun, okulda kavga ettiği günün sonunda Woody adında genç bir adamın öncülüğündeki skinhead grubuna rastlıyor. Kısa bir sürede ise bu grubun üyesi olarak kabul görüyor. Bu kabul edilme duygusunun tam da Shaun’ın ihtiyacı olan bir şey olduğunu anlayabiliyoruz; çünkü hem yaşının hem de döneminin getirdikleriyle birlikte küçük çocuk, dışlanmaya ve ötekileştirmeye bir noktada alışmış durumda.

Filmin ilerleyen dakikalarında ise Combo adında, yaşça daha büyük bir skinheadin geri dönüşünü izliyoruz. Combo’nun geldiği andan itibaren filmin enerjisinin değiştiğini çok rahat bir şekilde hissetmek mümkün. Combo, İngiliz milliyetçiliğini ve döneminin ırkçı düşünce yapısını film boyunca yansıtıyor.
Skinhead grubunun ideolojisinin geçirdiği dönüşümü iki farklı figür üzerinden görme şansını yakalıyoruz. Combo, son derece ırkçı ve insanları manipüle etmeye yatkın bir yapıya sahip; Woody ise Skinhead kültürünün ilk dönemlerini sembolize ederek daha kapsayıcı ve kucaklayan bir kültürü yansıtıyor. Combo bu ayrımcı tavrını öncelerinde sadece dış dünyaya karşıymış gibi hissettirmeye çalışsa da bir diğer skinhead olan ve Jamaikalı bir aileden gelen Milky‘ye karşı kullandığı dil ile nefretinin fiziksel bir boyuta dönüşmesi bunun hiç de öyle olmadığını kanıtlıyor.

Shaun’ı bile tarafına çekmeyi başaran Combo’nun kendi nefretinin kurbanı olduğunu ve içinde çok ciddi bir savaş verdiğini film sonlara yaklaşırken görüyoruz. This is England, Combo’nun Shaun’a verdiği İngiltere bayrağının denize atılmasıyla bitiyor.
Shaun’ın denize fırlattığı Aziz George Haçı, 1980’leri sarmış olan bu tehlikeli ırkçı yaklaşımın öyle ya da böyle nasıl yenilgiye uğrayıp geride bırakılabileceğinin bir göstergesi niteliğindedir.

Bu son sahnede Shaun, sinematik bir şekilde dördüncü duvarı kırarak seyirciyle göz teması da kuruyor.
Skinhead Kültürü
Özellikle İngiltere’nin geçmişinde gençler arasında yaygın olan çeşitli alt kültürler, hayatın önemli bir parçasıydı. Genç grupların yaratmış olduğu bu sistemler, dönemlerinin değer ve normlarına karşı başkaldırmayı amaçlayan bir yapıyı da beraberinde getiriyordu. Sıkı ve bir noktaya kadar aşılamaz sınırlara sahip olan bu oluşumların kendilerine özgü formları olsa da benzer kaygılar taşıyorlardı. Bir kültürel grubun içerisinde olmak; kimlik oluşumunu, bağlılığı ve farklılığı içerisinde barındırıyordu.
Her alt kültür, var olan belli bir gruptan doğar ve kimi zaman ortaya çıktığı grubun düşünce yapısıyla dahi çatışır. Buna hippi kültürünün orta sınıf topluluğundan doğması örnek olarak gösterilebilir.

Bu noktada skinhead kültürü, işçi sınıfından ortaya çıkmış ve Jamaikalı rude boys olarak adlandırılan bir alt kültürden etkilenerek 1960’larda güç kazanmıştır. Ekonomik anlamda alt sınıfların yaşadığı bölgelerde yaşamış skinhead üyeleri; kazınmış saçları, dövmeleri, Doc Martens botları ve Ben Sherman tişörtleriyle özdeşleşmiştir.
Skinhead akımı, başlangıçta oldukça apolitikti ancak 70’lere gelindiğinde çok daha agresif bir tutumun kültür içerisinde yayıldığı fark edildi. İşçi sınıfının ekonomisine ve işleyişine tehdit olarak görülen her türlü unsura saldırganca ve acımasızca yaklaşılmasının normal olduğu algısı ortaya çıktı. İşte bu anlamda skinheadlerin ırkçı düşünce yapıları oluşmaya başladı çünkü işçi sınıfının zamanla sahip olduğu işsizlik sorununa sebep olarak göçmenler gösterildi. Bu durum, 1970’lerin skinhead grubunun artık şiddet ve ırkçılık ile bağdaştırılmasına neden oldu.
Skinhead grubunun yaşadığı bu iki farklı uç noktayı, Woody ve Combo karakterlerini karşılaştırdığımızda anlayabiliyoruz.
Woody ve Grubu

Woody’nin bulunduğu grupta her üyenin konuşarak nasıl da sorunlarını çözdüğünü ve daha sakin kalabildiğini görüyoruz. Bunun en büyük nedeni, karşılıklı anlayışın ve iletişimin var olmasıdır. Bu noktalar, tam olarak da 1960’larda doğan kapsayıcı skinhead akımının bir yansıması olarak filmde yer buluyor.
Ortaya çıkan herhangi bir pürüzde işin bir şekilde tatlıya bağlandığını daha ilk dakikalarda Gadget ve Shaun üzerinden izliyoruz. Gruba yeni gelmiş Shaun’ın tüm ilgiyi üzerine çekmesiyle Gadget dışlandığını hissediyor ve Shaun’a karşı hafif saldırgan bir tavır takınıyor; fakat aralarında geçen ufak bir konuşma ve grubun desteği, aslında ikilinin birbirini nasıl da yanlış anladığını onlara göstermeye yetiyor.

Shaun’ın ani bir kararla giyim tarzını değiştirme isteği ve annesinden habersiz saçını kazıtması, skinhead grubunda aidiyet duygusunu hissetme çabasını yansıtıyor. Shaun’ın bu tavrı, kültürel grupların bir toplum içerisinde takındığı rolü çok güzel bir şekilde özetliyor: bir topluluğa, düşünce yapısına ait olma ve bunu paylaşma ihtiyacı.
Combo: Gerçek Bir Skinhead
Kendi deyimiyle “gerçek bir skinhead” olan Combo, en başından itibaren ırkçı söylemlerini sert bir şekilde dile getirmekten hiç çekinmiyor. Woody’yi bırakıp Combo’nun yanına gidenlerin çoğu, adamın keskin dilinin ciddi bir nefrete ve fiziksel şiddete döneceğini tahmin edemiyor.
Combo, İngiliz milliyetçiliğini kullanarak Shaun da dâhil birçok kişiyi yanına çekmeyi başarıyor. Bu noktada kullandığı en büyük iki koz ise dönemin güncel kaygıları arasında yer alan göçmen sıkıntısı ve Falklands Savaşı. Öyle ki Falklands Savaşı’na “acınası bir savaş” demesi, babasını o savaşta kaybetmiş Shaun’ı oldukça sinirlendiriyor.

Alt sınıf bir ailede büyümüş Combo, göçmenleri ülke ve ülke ekonomisi için büyük bir tehdit olarak görüyor. Combo ve dönemin milliyetçileri, “Bizler ırkıçı değiliz, yalnızca gerçekçiyiz.” ideolojisine bağlı kalarak İngiliz topraklarına gelmiş göçmenlerin korkuyla püskürtülmesi gerektiğine inanıyor.
Tüm bunlar olurken seyiricyi en rahatsız eden nokta ise Shaun’ın bir süre sonra bütün bu olanlardan hoşlanmaya başlamasıdır. Filmin başlarında Woody ve grubu sayesinde neşeyle gülen Shaun’ın artık neşesinin kaynağının değiştiği aşikâr.
Gerçek Bir Hayat Hikâyesi

Hem bu film hem de sonrasında gelen devam niteliğindeki yapımların hepsi, yönetmen Shane Meadows’un bizzat kendi deneyimlerine dayanmaktadır. Meadows, İngiltere’nin doğu taraflarında bir skinhead olarak büyüdüğünü ve buradaki anılarının This is England‘ı şekillendirdiğini anlatıyor:
“Aslında bu benim hikâyem. 1983 senesinde ilk kez bir skinhead oldum. Saçlarımı kazıdım, Doc Martens botlarımı giydim ve bir dövme salonuna gittim. İnsanların %95’inin skinheadleri ırkçılıkla bağdaştırması çok üzücü. Tüm bu ekol, aslında siyahi müziğe olan sevgiden doğdu. Orijinalinde oldukça solcu, sosyalist bir hareketti. Daha sonrasında ırkçı ve radikal politikalarıyla bilinen aşırı sağ parti, skinhead üyelerinin öfke ve hayal kırıklığını alarak azınlık gruplara karşı yönlendirdi.”
Meadows, nasıl bir skinhead olduğuna ve Combo ile Woody karakterlerinin doğuşuna da değiniyor:
“Skinhead grubuna bir skinhead ile beraber olan kız kardeşim sayesinde girdim… Sonrasında ekip içerisinde bir ayrılık gerçekleşti. İlk skinhead ile olan zamanlarda her şey çok eğlenceliydi, partiler olurdu. Diğer gelen çocuk ise daha öncesinde cezaevine girmişti. Çok daha karanlık ve politik bir düşünce yapısıyla gruba dâhil olmuştu.”
Meadows’un verdiği röportajlardan da anlaşılacağı üzere This is England, düşünülenden çok daha otobiyografik bir gerçekliğe sahiptir.
Kaynakça
Butler, Mark. “This Is England remains a powerful indictment of racism 10 years on”. INews, 15 Ağustos 2017, https://inews.co.uk/culture/film/this-is-england-10-years-indictment-of-racism-84789. 24 Temmuz 2022 tarihinde erişildi.
Hynds, Mark. “Hard Mod to Skin”. Museum of Youth Culture, https://museumofyouthculture.com/skinheads/. 24 Temmuz 2022 tarihinde erişildi.


