Ana SayfaEditörün SeçimiThe Whale: Bir Mesih...

The Whale: Bir Mesih Figürü

Editör:
Berfin Sayarsoy

Brendan Fraser’ın altı dakika boyunca ayakta alkışlandığı bir video internette viral olduğu andan beri Darren Aronofsky‘nin The Whale filmi, bu senenin en çok merak edilen filmlerinden biri oldu. Fraser karşımıza sağlığı kötüye giden ve sayılı günleri olan morbid obez Charlie olarak çıkıyor. Charlie’nin gitmeden önce yapmak istediği son bir şey var: Kızı Ellie ile yeniden bağ kurabilmek.

Bir Kurtarıcı Hikayesi

Aronofsky’nin önceki işlerinden de aşina olduğumuz kusurlu karakterin kefaret ödemeye çalışması teması, The Whale’de de karşımıza çıkıyor. Charlie, geçmişte yaptığı birtakım hataları düzeltme ihtiyacı duyuyor. Geri dönüşü olmayan noktaya gelmeden önce, işlediği kusurları belli bir ölçüde telafi etmek istiyor. Aronofsky, filmlerinde psikolojik dramayı ve gerilimi her anlamda zekice yakalamayı başarabiliyor. Öyle ki sonunda, tüm bunlardan duygusal olarak fazla etkilendiğiniz için az önce izlediğiniz şeye yeniden odaklanmanız zor olabiliyor. Aronofsky, bir yönetmen olarak, sıkıntı içindeki bir kişinin veya bir topluluğun temsilini sağlayabilme anlamında her zaman iyi bir iş çıkarıyor. O yüzdendir ki Charlie’nin geçmişteki günahlarına rağmen Charlie’yi anlamaya ve ona empati duymaya devam edebiliyoruz. Samuel D. Hunter tarafından yazılmış ödüllü bir tiyatro oyunu olan The Whale, Charlie karakterini bir tür İsa figürü olarak konumlandırıyor. Fakat Charlie’nin neyi veya kimi kurtarması gerektiği ilk bakışta o kadar net bir şekilde verilmiyor. Charlie, tıpkı İsa gibi hem fiziksel hem de ruhsal anlamda her sahnede bir ıstırap içinde resmediliyor. Film aynı zamanda Charlie’nin başkalarından merhamet ya da bağışlanma beklemediğini de vurguluyor. Hayatının ne kadar kontrolden çıktığını biliyor ama kendisi için çok geç olmadan son bir şey yapabilmek istiyor.

Kızı, Charlie’nin yaptıklarını küçümsüyor ve kendisinden büyük ölçüde nefret ediyor. Fakat buna rağmen Charlie, onun için hala umut olduğuna ve potansiyeline ulaşabileceğine inanıyor. Hatta daha da önemlisi, asi kızının iyi bir insan olabileceğine inanıyor. Charlie’nin yeniden başlaması için çok geç olabilir. Çünkü Charlie geçmişte, en yakın arkadaşı Liz’i, eski eşini, yıllardır konuşmadığı kızını ve en önemlisi kendisini hayal kırıklığına uğratmış. Ancak Charlie kendisi hariç her biri için kurtuluşun mümkün olduğuna inanıyor. Kendisi göçüp gittikten sonra kullanması için kızı Ellie adına para biriktiriyor. Bu parayı kendi sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için bile kullanmıyor. Karısına bir başkası için onları terk ettiği için pişman olduğunu söyleyebiliyor. Aşığının ölümünde suçlu hissettiği için Liz’den özür dilemeyi görev biliyor. Kendisine geldiğimizde ise Charlie, Tanrı ya da din tarafından gelecek bir kurtuluş aramıyor. Bu konuda oldukça net bir tutum sergiliyor. Ancak diretmeye devam ettiği tek şey bir şey var. Ellie’nin hayatını kurtarmak ve onun iyi bir insan olduğunu görmek istiyor. Böylece kendi hayatında da iyi bir şey başarmış olarak öleceğine inanıyor. Ellie’nin kendisinden daha iyi biri olmasını, daha iyi bir hayata sahip olmasını ve başkalarına karşı nazik olmasını istiyor. Kendisinden ümidini kesmiş olsa da kızına olan inancını asla kaybetmiyor.

“Övüyorum kendimi ve şarkısını söylüyorum kendimin,
Neyi yakıştırıyorsam kendime sen de yakıştıracaksın,
Çünkü bana ait her zerre bana olduğu kadar sana da ait.”

Aronofsky Dokunuşları

The Whale adının bir kelime oyunu olduğunu hemen fark ediyoruz. Çünkü Charlie’nin vücut orantıları bilinçli bir şekilde abartılmış haldedir. Böylelikle Aronofsky, önemli bir gerçekle bizi daha da fazla etkilemeyi hedefliyor: Charlie, hepimiz kadar insan. Yönetmen, Walt Whitman‘ın Song of Myself adlı şiirinde olduğu gibi Charlie’nin karmaşık yaşamına pek çok kişinin en başta bakmaktan kaçınacağı insancıl ve üzücü bir bakış sunuyor. Charlie aslında hikâyenin kurbanı değil. O da yapmaması gereken pek çok şey yapmış biri. Fakat günün sonunda o sadece bir insan. Aronofsky bu noktayı şiirsel bir güzellikle karşı karşıya getiriyor. Charlie’nin fiziksel görünümü, Fraser’ı o vücut kütlesine getirmek için kullanılan bazı makyaj ve protezlerle destekleniyor. Örneğin, Charlie’nin çıplak, duş alan vücuduyla karşı karşıya kaldığımızda bir sansasyonellik unsuru göze çarpıyor. Çünkü böylelikle Charlie’yi grotesk boyutlara kadar abarttıkları için, onu bu noktaya iten ıstırabı görmeye başladığımızda izleyici olarak daha çok sarsılıyoruz.

The Whale, aşırı kilolu bir adamın sevdiği birinin ölümüyle travma geçirdiği için kilo alması ve ailesinden uzaklaşmasıyla ilgili duygusal bir dramadan çok daha fazlası diyebiliriz. Aronofsky’nin filmi, özünde hayranlık verici bir şekilde edebiyat, sanat ve din tematik gelenekleriyle de oynuyor. Film boyunca Charlie ölüme yakın hissettiği her an, kızının Moby Dick üzerine yazdığı makalesini okumaya yelteniyor. Böylelikle Aronofsky, Ellie için hiçbir değeri olmayan makale ile insanoğlunun sonsuz yok oluşunda bile edebiyatın kurtuluş olabileceği düşüncesini pekiştiriyor. Film boyunca Yedi Ölümcül Günah’a dair bir akış görüyoruz. Bunların en belirgini Açgözlülük, Oburluk ve Tembellik oluyor. Fakat hikâye ilerledikçe Charlie’nin ölmüş partnerine duyduğu Şehvetten ötürü ailesini nasıl terk ettiğini öğreniyoruz. Ailesini terk edip gitmesi, eski eşinde büyük bir Kıskançlığa sebep oluyor. Daha sonra da Charlie, geride kalan iki kişiyi bir diğer günah olan Öfke ile baş başa bırakıyor. Son bir günah olan Gurur ise, Charlie’nin parası olsa dahi ölümün eşiğine geldiğinde bile hastaneye gitmemesiyle karşımıza çıkıyor.

The Whale, beyaz perdeye uyarlanmış senaryosu ve filmin kurgusu ile tam olarak bir tiyatro oyununu temsil etmeyi başarıyor. Yalnızca birkaç karakter bulunuyor, olay örgüsü çok uzamıyor ve karmaşık bir hale gelmiyor. Mekân tüm film boyunca büyük ölçüde aynı kalıyor.  The Whale ile ilgili her şey izleyiciyi boğulma hissine itiyor. Charlie’nin zar zor sığdığı koltuk, kendi yatak odasının kapısından geçmeye çabalaması, Charlie’yi çerçeveleyen 4:3 oranı ve hatta Charlie’nin nefes alışı bile klostrofobik bir ortam sunuyor. Yine de bu klostrofobinin dengelendiği bir incelik bulunuyor. Mark Friedberg ve Robert Pyzocha, seti Charlie’nin hayatının ayrıntıları ve onu ayakta tutan anılarla dolduruyor. Kanepenin arkasındaki duvar kâğıdı bile mavi ve okyanus dalgalarını andırıyor. Fakat bu dokunuşlar o kadar ince ki gözden kaçırmak oldukça kolay ve aslında tüm mesele de bu. Tasarım bilinçli olarak dikkatleri üzerine çekmeyi reddediyor. Kırılganlık ve hassasiyet hissini sessizce yükseltiyor. The Whale’in en önemli yanlarından biri ise, hikâyenin sadece Charlie ile ilgili olmamasıdır. Bu herkes hakkında bir filmdir. Filmle nasıl etkileşime girdiğiniz ve ondan ne aldığınız önemlidir. Aronofsky, her adımda Charlie’yi nasıl gördüğümüzü yeniden değerlendirerek bizi kendi ön yargılarımızla ince bir şekilde yüzleşmeye zorluyor.

Kariyerinin En İyi Performansı

The Whale, Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yaptığında Brendan Fraser altı dakika ayakta alkışlandı. Çünkü filme dair karışık eleştiriler olsa bile herkesin hemfikir olduğu tek bir şey vardı: Fraser, Idaho’da havasız bir apartman dairesinde tek başına yaşayan eşcinsel bir İngiliz profesörü olan Charlie rolünde harika bir iş çıkarmıştı! Fraser, oyunculuk kariyerinin oldukça sancılı geçen sürecinin ardından uzun zamandır beklenen dönüşünü gerçekleştirdi. The Whale’da Fraser, kendi jenerasyonunun en yetenekli oyuncularından biri olduğunu kanıtlamış oldu.

Brendan Fraser, karakteri oynamaya hazırlanırken 20 yaşında olan otizmli ve obez olan en büyük oğluyla yaşama deneyiminden faydalandığını söylüyor. Fraser, iri yapısına rağmen her zaman naif karakterlere can veren bir aktör olarak hafızalarımızda yer etmişti. The Whale de tam olarak bu birleşimden faydalanıyor. Kendisinin tiksindirici göründüğünü savunan fakat her on kelimesinden biri üzgünüm olan bir karakter karşımıza çıkıyor. İnsanın kendinden vazgeçmesinin nasıl bir şey olduğunu sonuna kadar hissettirebiliyor. Gözlerindeki bakışı, bir çikolataya uzandığındaki suçluluk duygusu, kendini bir başka içkiyle tıka basa doyurduğunda yüzündeki öfkeyi, hiddeti ve kendi kendini mahvetmeyi tüm gerçekliğiyle yansıtabildiği için Brendan Fraser, kariyerinin performansını vermiş oluyor. Fraser’ın rolüne ve işine olan inancı, filmi büyük ölçüde izlenilebilir kılan unsur oluyor. Akademi’nin fiziksel dönüşümlere duyduğu sevgi hesaba katıldığında, Fraser En İyi Erkek Oyuncu adayı olarak favori isimlerden biri oluyor.

Kötü Eleştiriler Yerinde Mi?

The Whale, bizi sadece grotesk vücut orantısına sahip kahramanıyla ilgili değil, kendimizle ilgili de bazı rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmeye zorluyor. Filmin gücünün büyük bir kısmı, seyirci ile filmin konusu arasındaki engeli yıkmaktan ve bizi görünümünün altında bir insan olduğunu kabul etmeye zorlamaktan geliyor. Son derece karmaşık bir adamın her yönünü keşfederken Brendan Fraser güçlü bir performans veriyor. Keskin bir senaryo, Charlie olmanın ne anlama geldiğinin kalbine inen Darren Aronofsky tarafından yavaş bir gaddarlıkla sunuluyor. The Whale aynı zamanda Ahab‘ın inatçı acımasızlığıyla kendi insanlığımızın derinliklerine inen önemli bir noktaya parmak basmış oluyor. Peki tüm bunlar yeterli oluyor mu?

Charlie’nin tatlı bakışlarında gerçek olamayacak kadar iyi bir ışıltı bulunuyor. Onun duygusal özlemi ve incinmiş kişiliği, zorlayıcı orkestra müziğiyle vurgulanıyor. The Whale, ölüm kavramıyla duygusal ve hatta sinsice dindar bir oyun oynuyor. Filmin bu iyi yanlarını bir kenara bırakırsak yüzleşmemiz gereken birkaç sorun ortaya çıkıyor. Bunlardan ilki, Charlie’yi çevreleyen karmaşık bir olay örgüsünün bulunması. Kendisini sürekli ziyarete gelen Thomas ve sonradan ortaya çıkan geçmişi, yalnızca Ellie onu kurtarabilmiş olsun diye var hissi yaratıyor. Ellie’nin ince işlenmiş bir karakter olmak yerine karikatürize bir karakter olmasına yönelik karar ise seyir zevkini azaltıyor. Charlie, Ellie’nin özünde iyi bir insan olduğuna hiç kuşkusuz inanıyor. Fakat film boyunca bu inancın altını dolduracak pek fazla veri bulunmuyor. Bir tiyatro oyunundan uyarlama olduğu için film, çoğu zaman beyaz perdeye ait olmadığını hissettiriyor. Filmin final sahnesinde mesajı iletme kaygısının baskın gelmesi ise aslında güçsüz bir tercih oluyor. Brendan Fraser rolü için elinden geleni yapmış olsa da film çoğu açıdan güçsüz kalıyor.

 

Kaynaklar

Berfin Sayarsoy
Berfin Sayarsoy
oradaydık ve şimdi buradayız

Yazarın Popüler Yazıları

Yazarın Son Yazıları

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

İlginizi Çekebilir

Perfect Days Film İncelemesi: Sıradan Olanın Mükemmelliği

Wim Wenders’ın Perfect Days filmi, sıradan olanın güzelliğine vurgu yaparak yaşamanın ne kadar kolay olduğunu hatırlatıyor.

Cornetto Üçlemesi: Sinemada Yeni Bir Deneyim

Yönetmenliğini Edgar Wright'ın yaptığı ve "Cornetto Üçlemesi" olarak bilinen eser, birbirinden hikaye bağlamından ayrılan ve başarılı oyuncuları, kaliteli mizahı, heyecan dolu sahneleri ile sinema izleyicilerinin favori komedi yapımları arasında yer almaktadır.

Kuzuların Sessizliği Filminin Psikolojik Bağlamda İncelenmesi

Ana-akım Batı sinemasının en önemli polisiye-gerilim filmlerinden biri olan Kuzuların Sessizliği’ni psikolojik bağlamda ele aldık.

Köylüler Film İncelemesi: Tabloların Yansıttığı Trajik Bir Hikâye

Köylüler, kadın olmayı ahlaki konular üzerinden trajik bir hikâyeyle ele alırken aynı zamanda da farklı tekniğiyle büyülü bir atmosfer sunuyor.

Son Yazılar

Müzikal Atışmalar: Sezen Aksu ve Yıldız Tilbe

Yıllardır merak edilen Yıldız Tilbe Ve Sezen Aksu küslüğünü sizlerle inceliyoruz! Birbirlerine atıfta bulundukları şarkılara birlikte göz atalım.

Haftalık Frekans #37

Fırından yeni çıkmışçasına sıcak keşiflerimizle bu haftanın frekansıyla sizlerleyiz!

Orhan Pamuk Okumayı Sevdiyseniz Okumanız Gereken Yazarlar

Eserleriyle kendine hayran bırakan Orhan Pamuk'u okumayı sevdiyseniz okurken büyük keyif alacağınız benzer yazarları sizler için derledik! 

Sanat Dönemleri Serisi: Enstalayson Sanatı

Enstalasyon sanatı, mekan ve sanatın iç içe geçerek bütünleştiği bir ifade biçimidir. Yaratıcı ve göz alıcı örneklerini sizler için derledik!