Andrew Morgan’ın yönettiği The True Cost (2015); moda endüstrisinin toplumsal ve çevresel boyutlardaki etkilerini, küresel üretim ve hızlı moda uğruna yaşananları mercek altına alan bir belgesel. Gazeteciler, moda tasarımcıları, fabrika sahipleri, hazır giyim işçileri, çevreciler, adil ticaret ve sürdürülebilir modayı teşvik eden girişimciler gibi farklı sektörlerden birçok insanla yapılmış röportajların yer aldığı bu belgeselde; düşük imalat, yüksek kar ve ucuz kıyafet üçlemesinin bedelini ödeyen, düşük ücretli giysi işçilerine dikkat çekilmektedir.

Giyilen kıyafetlerin gerçek bedelini kimlerin ödediğini ortaya koyan belgeselde, tüketim çılgınlığı içerisinde her gün daha çok alışveriş yapmaya sürüklenen insanlar ve her gün daha çok üretim yapması beklenen işçiler üzerinde durulmaktadır. Cadde devriminin bir parçası olan hızlı moda, yeni bir akım/model olarak karşımızda durmaktadır. Hızlı moda ile yılda iki sezon yerine 52 sezon oluşturulmakta, her hafta piyasaya yeni ürünler çıkarılmaktadır. Üstelik fiyatları düşen kıyafetler artık çok daha ulaşılabilirdir; ancak fiyatların düşmesi ile ürünlerin üretim süreci de tamamen değişmektedir. Düşük fiyatlar daha çok gereksiz tüketime sebep olmakta, bu da işçilerin daha çok üretmesini, dolayısıyla daha az bir ücret için daha çok çalışmasını gerektirmektedir.
Üretim sürecinin yalnızca büyük şirketlerin yararına olacak yönde sürdüğü küresel üretim, ürünlerin dış kaynak kullanılarak ücretlerin çok düşük olduğu veya tutulduğu ülkelerde ürettirilmesine dayanmaktadır. Daha fazla dış kaynak kullanıldıkça satın alınan kıyafetlerin fiyatı da düşmektedir. Bu yeni modelde masraftan kaçınmak, iş yapabilmek için zaruri hale gelmiş genel bir kabul; çünkü üç yol var: Ya ürünlerin satış fiyatları yükselecek ya imalatçılar fabrikayı kapatacak ya da masraftan kaçınılacak. Elbette temel amacın kar elde etmek olduğu bu sistemde masraftan kaçınma yoluna gidilmektedir. Ürünlerini daha ucuza ürettirebilmek için yarışa giren markalar ile işsiz kalmamak için ucuza üretmeyi kabul etmek zorunda kalan fabrikalar arasında kalan işçilerin ise; emekleri, çalışma koşulları ve iş güvenlikleri ne yazık ki yok sayılmaktadır.

Belgeselde, 2013 yılında Bangladeş’te meydana gelen, tarihteki en büyük giysi sektörü faciası olan Rana Plaza hadisesi gösterilmektedir. Tahliye emrine ve işçilerin binadaki çatlakları patronlarına göstererek burada çalışmak istemediklerini söylemelerine rağmen, zorla çalıştırıldıkları 8 katlı Rana Plaza’nın çökmesiyle, günlük sadece 2 dolar alan binlerce giysi işçisi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Aynı dönemde bir başka fabrikada çıkan yangın haberinin gelmesi ile moda endüstrisinin kirli yüzü basına yansımış ve yapılan açıklamalarla da tek dertlerinin ucuz üretim-çok kar olduğu ortaya çıkmıştır. Büyük karlar elde eden bu doyumsuz sektör, milyonlarca işçisi için iyi bir yaşam, sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı sunmayı tercih etmemektedir. Çok yazık ki her şey kapitalizmde olması gerektiği gibi, azınlığın karı için milyonlarca insanın sömürülme hikayesi.

Moda endüstrisi ve küresel üretimin çevreye ve sağlığımıza verdiği zararlara da genişçe yer veren belgeselde, günümüzde moda sektörünün petrol sektöründen sonra dünyayı en çok kirleten sektör olduğundan bahsedilmektedir. Adil ticaret ve sürdürülebilir moda kavramlarına da dikkat çekilerek daha adil ve iyi koşullarda da üretimin mümkün olduğu vurgulanmaktadır. Adil ticaret giyim şirketi olan People Tree’nin girişimleri ve organik pamuk üretimi için hayata geçirdiği tedarik zinciri ise örnek olarak gösterilmektedir. Belgeselde oldukça çeşitli mekan kullanan yönetmen Morgan, seyirciye moda endüstrisinin dünyadaki farklı yansımalarını ve etkilerini sunmaktadır.
Bizi giydiklerimizin arkasındaki insanlara ve mekanlara götüren The True Cost, kıyafetlerimizin bedelinin nasıl ödendiğini sert bir şekilde yüzümüze çarparak günümüzdeki tüketim çılgınlığı sahnesinde yer alan herkesi sahnenin arkasına götürmektedir.


